Erdoğmuş: AKP politikalarını şirk üzerinden yürütüyor!

HDP Milletvekili, eski Diyarbakır müftüsü Nimetullah Erdoğmuş, iktidardaki AKP’nin politikalarını şirk üzerinden yürüttüğünü kaydetti.

AKP'nin İslam'ı siyasallaştırması üzerine konuşan HDP Milletvekili, eski Diyarbakır müftüsü Nimetullah Erdoğmuş, "Bir yerde tahakküm varsa tevhit yoktur. Tevhidin olmadığı yerde de şirk hüküm sürer. O zaman mevcut iktidar, bu anlayışını tamamen şirk üzerinden yürütüyor desek, bu tehlikeye onların da dikkatini çeksek, onlar için de bir kapı oluşur" dedi.

İslam'ı kendi tekeline alma çabası içinde olan AKP, Diyanet İşleri Başkanlığı'nı da politikaları doğrultusunda kullanıyor. Camilerde AKP'nin propagandası yapılırken, AKP gibi düşünmeyen tüm herkes, "kafir", "dinden çıkmış" veya "terörist" olarak yaftalanıyor. Hükümetin bu politikasını değerlendiren HDP Amed Milletvekili Nimetullah Erdoğmuş, önemli tespitlerde bulundu. AKP'nin İslam'ı siyasallaştırması üzerine konuşan HDP Milletvekili, eski Diyarbakır müftüsü Nimetullah Erdoğmuş, "Bir yerde tahakküm varsa tevhit yoktur. Tevhidin olmadığı yerde de şirk hüküm sürer. O zaman mevcut iktidar, bu anlayışını tamamen şirk üzerinden yürütüyor desek, bu tehlikeye onların da dikkatini çeksek, onlar için de bir kapı oluşur" dedi.

Erdoğmuş, medrese eğitimini molla olan babası ile Seyda Molla Abdullah Düşünücü'nün yanında yapmış bir isim. Diyanete bağlı bir müftü olarak 1978'de göreve başlayan Erdoğmuş, Elazığ, Kilis ve Amed müftüsü oldu. Yine eğitim amaçlı bir dönem Mısır'da yer aldı. Erdoğmuş'un ajansımızın sorularını yanıtladı:

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez görevinden istifa etti veya ettirildi. Kendisine yeni bir görev verileceği konuşuluyor. İslam’ı anlatacak bir görevin başına getirileceği iddiası da var. AKP’nin İslam'ı siyasi çıkarlarına araç etmesi hakkında ne söylemek istersiniz?

Herşeyden önce din ve siyaset din ile devlet ilişkileri günümüzün sadece temel sorunu değil, gerçekten de tarihi bir sorundur. İnsanoğlunun tarihi kadar eskidir. Çünkü din dediğiniz kutsal ve insanoğlunun tamamen kendi bütün varlığıyla güven temelinde bağlanacağı o sistem beşer eli dokununca, özellikle de siyaset eli dokununca farklı bir boyut kazanır. Çünkü siyaset temelde çıkar üzerinden gidiyor bu çıkar ya belli siyasi güçlerin çıkarı oluyor ya imparatorlukların çıkarı olabiliyor ya da bugünkü günümüz ulus devlet modelinde devletlerin çıkarı olabiliyor. Ama sonuçta bir defa dinin bu alana girdikten sonra kendi nezehatini muhafaza edemediğine tarih şahitlik eder. Yani mesela Machiavelli ile ilgili tabi bu ahlak devlet vs onlar çok dillendiriliyor, aslında Machiavelli'nin söylediği olanı anlatmaktır. O da normalde ahlak ve devleti anlatırken aslında bireysel ahlak ile devlet ahlakının aynı şey olmadığını söylüyor. Çünkü devlet kendi çıkarı için aracı da meşrulaştırıyor. Normalde meşru olmayan bir aracı da meşru kılarak, bu doğru söylememek olur, bu farklı işte tamemen ahlak dışı bir takım vesileler olabilir ama orada devletin çıkarı varsa o aracı meşru görüyor.

HERHALDE YERLİ VE MİLLİ OLAMADI

Halbuki dinde amaç elbette ki esastır ama o amaca giden araçların da meşru olması lazım. Eğer siz meşru araçlarla o kutsal ulvi amaca gidemiyorsanız siz o hedefe haksızlık yapıyorsunuz. Siz hedefin o ulviyetini düşürüyorsunuz. Bugüne baktığımız zaman günümüz Türkiye’sinde maalesef din ve devlet ilişkileri, din ve siyaset ilişkileri tamamen dinin, inancın inançların aleyhine bugüne kadar süre geldi. Ve son dönem Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütün çabalarına rağmen ve kadro anlamında saha çalışmalarında da aktif hamlelerine rağmen mevcut iktidarın adeta itaatkarı bir çizgi izledikleri için din hizmeti diyemeyecek bir noktaya taşıdı. Sonuçta bunlar bir diyanetin hizmetleri olarak değil, devletin resmi bir kurumunun hizmetleri olarak görülmeye başlandı. Ve genel anlamda da devletten beslenmeyen, sistemden kendisini muhafaza eden kesimler, çevreler veya toplum bu şekildeki ilişkileri gördüğü için temkinli yaklaşıyor. Yani diyanet hizmetlerine din hizmetleri deme kabulünde bulunamıyor. Diyanet İşleri Başkanı’nın pozisyonu ise yani istifa mı etti ettirildi mi basında çok şey söylendi. Ama şunu gördük, 7 yıl boyunca Diyanet İşleri Başkanlığı yapan Mehmet Görmez hocanın yaptığı bütün çabalarının karşılığı buymuş. Herhalde o da yerli ve milli olamadığı için bu sonuçla karşılaştı.

Şu an müftülükler, İlahiyat Fakülteleri harıl harıl AKP politikaları güdümünde hareket ediyor. Camilerde okunan hutbelerde AKP övülüyor. İslam’ın bu noktaya getirilmesi konusunda rahatsızlığınız var mı?

Buna İslamiyet demek için İslam’ın o temel kaynakları dediğimiz esasların kesinlikle hiçbir gölge kabul etmeden mer’i olması lazım. Yani örneğin İslam’ın temel kaynakları deyince ilk akla gelen kitap ve sünnettir. Yani Kuran’ın ve Peygamber efendimizin uygulaması doğrultusunda yapılan herşey elbetteki meşrudur, makbuldür ve kesintisiz kayıtsız saygıya layıktır. Fakat eğer Kuran’ı ve sünneti sözde ifade eden ama özde onun ruhundan onun ahlakından onun topluma sunduğu, kardeşlik, huzur ve bir arada eşit bir şekilde yaşama ruhundan uzaklaşmışsa o zaman bunun İslamiyet olup olmadığı tartışılmalıdır. Yani İslam’ı ayrı bir şekilde, nezih bir şekilde görmek lazım. Müslümanlığı da bu şekilde, yani günümüz Müslümanlığın geldiği nokta şeklinde bunu görmek lazım. Günümüz Müslümanlığının ülkemizde geldiği nokta tamamen devlet güdümlü ve kutsal mekanlar olan camilerde de resmi propagandanın resmi ideolojinin doğrultusunda hizmetlerin verildiğine şahit oluyoruz. Eğer bu hizmetler devlet kontrolünde olursa devlete hizmet eden çabalar olur. Yani devletin kontrolünde yapılan faaliyetler, çabalar, çalışmalar sonuçta devletin hanesine yazılan şeylerdir. Ama dinin ana gayesi hedefi, topluma gidip topluma kendisini anlatmasıdır. Din üzerindeki devlet eli gölgesinin kalkması gerekiyor ki din ve toplum birbirleriyle tanışsın, biraraya gelsin ve o şekilde rızaya dayalı, iknaya dayalı, dini tanıyan, taklit olmayan, belli bir mezhebin istikametinde yürümeyen tamamen doğal bir dinle buluşmanın gerçekleşmesi gerekiyor. Tüm dinlerin tarihinde bu var.

Ama baktığımızda diyanet tamamen iktidarın güdümünde. Bu neyle açıklanabilir?

Hangi ilahi dine bakarsak peygamberler o mesajı aldıkları zaman devlet yetkililerine gitmemişlerdir. Eğer gitmişlerse de onları uyarmak üzere gitmişlerdir. Mesela Hz. Musa, Firavun’a gittiği zaman ‘Allah beni peygamber olarak gönderdi, sen bana kendi sarayında ayrı bir yer tahsis et. Ben de bu sarayın herhangi bir odasında seninle beraber bu odada çalışayım’ dememiştir. Tam tersine elinde asasıyla Firavun’un sarayına gidip itirazda bulunmuştur. Zulmüne itiraz etmiştir. Bu noktadan hareketle eğer bir yerde İslamiyet varsa orada adalet ve ahlak vardır diyoruz. Eğer bir yerde ahlak ve adalet yoksa oradaki Müslümanlık da tartışılır. Çünkü dinle zulmü, dinle ahlaksızlığı bir araya getirmek mümkün değil. Eğer onların hepsini sen buluşturursan o zaman dinden bahsetmek çok zor olur. Bugün de bizim itirazımız bu noktadadır. Yani eğer adaletten ve ahlaktan bahsedemiyorsak o zaman mevcut Müslümanlığımızı topyekun hep beraber gözden geçirmemiz gerekiyor. Fakat eğer böyle bir sorunumuz yoksa tamamen tarihi bir Müslümanlık anlayışımız varsa bunun İslamiyet'in özüyle ruhuyla bağdaşması mümkün değil.

AKP müftülere nikah kıyma yetkisi getirmeye hazırlanıyor? Konu hakkında farklı görüşler var. Halihazırda zaten insanlar resmi nikahın yanı sıra imam nikahını da kıyabiliyor. Ancak hükümet bir tasarıyla müftülere de nikah kıyma yetkisi vermeye hazırlanıyor. Sizce AKP buna neden ihtiyaç duydu?

Şimdi toplumun nezdinde müftülük deyince akla daha meşru, daha dini ve o insanoğlunun en hassas anlaşması, sözleşmesi, ahitleşmesi olan nikah esnasında da o maneviyatı o hissisyatı toplumun taşıdığını biliyor mevcut iktidar. O duygulardan yararlanmak istiyor. Aslında müftülükler de bir devlet kurumudur. Yani devlete bağlı çalışırlar. Hatta belediyeler bu anlamda baktığınız zaman halkın seçimiyle geldikleri için belki de müftülüklerden daha meşrudur. Fakat dini bir takım şeyler katarak, kutsallıklar da kazandırarak bunun üzerinden toplumun o duygularından istifade ediliyor. Bana göre refleksler de çok doğru değil. Yani hükümetin şu andaki bu gündemi oluşturup, bu tartışmalar üzerinden bir takım politikalar ortaya koyması nasıl yanlışsa verilen refleksler de doğru değil. Çünkü hemen 'Şeriat mı geliyor?' deniyor. Şimdi müftülükle şeriatın ne alakası var? Şeriat dediğimiz şey eğer inançsa, Allah’a imansa, eğer kitaba bağlılıksa, eğer İslam’da ahlaksa müftülükle ne alakası var? Yok eğer şeriattan biz tarihteki Emevilerden beri gelen sultanlıkların, saltanatlıkların ideolojisini anlıyorsak bunun adına şeriat demek zaten hakarettir. Şeriat ulvi bir şeydir, kutsaldır. İnsanlar bunu benimsememiş olsa bile o kutsallığından dolayı saygı göstermelidir. Yani şeriata karşı en minimum tutum saygıdır. Onun dışında hiçbir şey kabul edilemez. Çünkü tamamen kutsallığı çağrıştıran bir kavramdır. Fakat bunu örfle, tarihteki bir takım uygulamalarla dediğimiz gibi o şekilde birleştirerek söylersek ona şeriat denmez. Onun için verilen tepki de yanlış. Sonuçta bunun üzerinden yeni bir siyaset inşa ediliyor. ‘Bakınız demek ki biz asıl davamız din, dine hizmet, dindarlara hizmetken başkaları da buna karşı çıkıyor’ sonucunu doğurtuyorlar.

O zaman bu AKP'nin bir oyunu diyorsunuz.?

Bakınız aslında tuzak gibi bir şey de var. Müftülüklerin yarın nikah kıyıp kıymamaları çok da bu amaca hizmet etmeyecekse bence toplumun ilgilendiği bir konu değil. Zaten bizdeki örfte de bu var. Yani sonuçta belediyede de gidip nikahını kıyabilir, dini duasını da ehil olan hocalarımıza yaptırıyor ve o vicdani rahatlığını da bu şekilde temin etmiş oluyor. Ama sistem, devlet, iktidar bu tür şeyler üzerinden de siyaset yapıyor. Asıl incitici olan da budur. Buna çok dikkat etmek lazım. Yoksa bunun bu toplumda getireceği götüreceği hiçbir şey yok. Yani yarın müftüler nikah kıyarsa ne şeriat gelir ne de toplumun bu nikahla ilgili bir problemi çözülmüş olur.

AKP bugüne kadar her zaman muhafazakar yönüne vurgu yapan, buradan elde ettiği mağduriyetler eliyle oy toplayan bir parti profilindeydi. Ancak şimdiki politikalarına baktığımızda mazlumları ezen, sorgusuz sualsiz kul hakkına giren, farklılıklara tahammül edemeyen bir konumda. AKP için İslami hassasiyetleri olan bir parti denilebilir mi?

Şimdi bu cumhuriyetin temeli zaten bir Türkçülük üzerinden inşa edildi. Hatta öyle dönemler geldi ki sloganlarla bile ‘Bir Türk dünyaya bedeldir’ şeklinde afaki, inanılmaz ve hayalin de kabul etmeyeceği duygular sürekli insanlara aşılandı. Bugün mevcut iktidar ‘Bir Türk dünyaya bedel’ ırkçı zihniyetine bir de kutsallığı giydirdi. Yani şu anda o dünyaya bedel zihniyeti kutsal oldu. Bu çok tehlikeli bir şeydir. Bir yandan dini iktidar için araçsallaştırmak olurken, diğer yandan da toplumun inanç dünyasına da müthiş müdahaleler var. Sadece iktidar mevcut hükümranlığını sürdürmeyi din üzerinden yürütmüyor. Manevi alanda da büyük mağduriyetler, sömürmeler yapıyor. Sömürülen sadece mazlumlar değil, sömürülen sadece Kürtler değil, sömürülen bir de 'din'lerdir. Aslında bu nokta gerçekten çok tehlikelidir. Pervasız bir şekilde insanların inançları, dinleri bu şekilde sömürülüyor. Dininin o zaman ana gayesi nerde kalıyor? Din dediğiniz tahakküme karşı olandır. Mevcut iktidarın politikası tahakküm üzerinedir. Demokrasi yok, kuralları işlemiyor, evrensel değerler yok, hukuk diye bir şey yok. Tamamen tahakküm üzerinden yürüyen bir iktidardır. Bu tahakkümünü de dini bir takım argümanlarla destekleyerek, toplumda bunu yürütmeye çalışıyor. Dinin peki amacı nedir? Dinin amacı tahakküme karşı durmaktır. Hatta çok net şunu söyleyebiliriz, bir yerde tahakküm varsa tevhit yoktur. Dinin temelini tevhit oluşturur. Tevhidin olmadığı yerde de şirk hüküm sürer. O zaman mevcut iktidar, bu anlayışını tamamen şirk üzerinden yürütüyor desek, bu tehlikeye onların da dikkatini çeksek onlar için de bir kapı oluşur.

Kurban Bayramı'na az bir süre kaldı. Ama hem Kürdistan hem Ortadoğu'da ölümün ve zulmün olmadığı gün yok. İslam coğrafyasının kan gölüne dönmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bugünler çok önemlidir. Bayramların, insanları bir araya getiren, onları buluşturan, kaynaştıran günler olması gerekir. Kimileri duasıyla, kimileri düşünceleriyle, kimileri bunu icraatıyla yapar ama Kurban Bayramı'na giderken, hiçbir manevi atmosferde değişiklik görebiliyor muyuz? Tam tersine sanki ölüm kalım savaşına, seferberliğe, yedi düvelle savaşa gidiyormuş gibi bir hava var ülkede. Bakın bu kurban ibadetinin temelinde aslında gençlerin, insanların ölümünü engelleme düşüncesi, gerçeği var. Bunu nerden çıkarıyoruz Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmesinden çıkarıyoruz. Yani sonuçta Hz. İsmail’i kurban etmeye hazırlanan Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmediğini, bunun karşılığında bir koçu kurban ettiğini kabul ediyoruz. Neden? Yani orada artık insanların ölmemesini, insanların kurban edilmemesi gerektiğini, insanların kanına karşılık bir hayvanın kanının akıtılarak önlenmesi şeklinde kurbanlar kesiliyor. Peki bugün bizim ülkemizde Kurban Bayramı'na giderken, gençlerimizle ilgili böyle bir şey söyleyebilir miyiz? Yani bir gencimiz ölmesin, onun karşılığında kurbanımız olsun desek herkes böyle bir kurban için can atar. Yeter ki bu ülkede hiçbir genç, hiçbir insan düşmanca maksatlı bir şekilde ölüme sevk edilmesin. Şuanda ülkede bütün siyasi çabalar bunun üzerinden, düşmanlıklar, kin ve garez üzerinden yürütülüyor. Ümidimiz o dur ki bu Kurban Bayramı, o amaçla kesilen kurbanlar, gençlerimizin ölümüne engel olsun. Aksi taktirde bizim kurban ibadetimiz de kasaplıktan öte bir anlam ifade etmeyecektir. Esas olan bu amaca hizmet eden bir kurban anlayışının olmasıdır. Eğer o şuur olursa insanlar 'Niçin bu gençlerimiz ölsün?' diye düşünecek.