Karayılan: Faşizm dalgasına karşı birlik olunmalı!

Murat Karayılan: Türkiye’de faşizme karşı olan herkesin faşizm dalgası karşısında birlik olması gerekiyor. Eğer bu dalga durdurulursa, aydınlık ve huzurlu bir Türkiye’ye kavuşabiliriz. Bu dalga kazanırsa, uzun yıllar karanlık hakim olacaktır.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan Kürdistan’ın Sesi (Dengê Kurdistan) Radyosu’na AKP’nin Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni tasfiye planları, savaşın geldiği aşama, Türk devletinin Rojava ve Güney Kürdistan politikaları ve Kürtler arası ulusal birliğin önemine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Murat Karayılan’ın konuşmasından öne çıkan bazı başlıklar şunlar:

AKP-MHP KONSEPTİNİN İÇERİĞİ KÜRT DÜŞMANLIĞIDIR

“Mevcut durumda, AKP rejimi yeni bir konseptte karar kılmış durumda. Bu konsept çerçevesinde AKP, MHP çizgisini kendisine esas almıştır. Zaten böyle olunca MHP’nin de bir anlamı kalmamış, AKP’yle birlikte yürüme durumunda kalmıştır. Bu konseptin içeriği Kürt düşmanlığıdır. AKP, bölgenin yeniden dizaynında Kürt halkının yer almaması için ve de Kürtleri tamamıyla yenebilmek için kendisine bir amaç belirlemiş durumdadır. Rejiminin ve sisteminin varlığı da buna bağlıdır. Erdoğan bu temelde bugün Kürt düşmanlığına öncülük yapmaktadır. Gerçekleşen darbe girişimini bahane ederek devleti tamamen ele geçirdikten sonra, bunlar tamamıyla Kürt halkına ve Kürt halkının kazanımlarına yöneldiler. Bu konsept çerçevesinde bir plan hazırladılar. Bu plana göre;

Birincisi, Önder Apo üzerindeki tecridi derinleştirmek; sesinin duyulmasını engellemek ve bu şekilde geri adım attırarak, ince ve derin bir psikolojik savaş ve işkence siyasetini İmralı’da yürütme temelinde sonuç almayı istediler. Bu siyaseti adım adım tüm Türkiye zindanlarına yaymayı planladılar.

İkincisi, tüm Kürt kurumlarını kapattılar ve Kürt halkının kazanımlarını hedeflediler. Kendi verdikleri rakamlara göre 390 Kürt kurumunu bir seferde kapattılar. Kürt halkının demokratik, kültürel, siyasi, vd. tüm kurumlarını ortadan kaldırdılar.

Üçüncü olarak, Kürt siyasetinin elindeki yüz civarındaki belediyeye el koymayı planladılar. Yalnız, dünya çapında kimsenin tepkisi gelişmesin diye aralıklarla, her seferinde 2-3 tanesine el koyuyorlar. Esasında bir darbe olarak nitelendirilmesi gereken bu uygulamayla, halkın oylarıyla seçilmiş kişileri tutukluyorlar; yerlerine kendi memurlarını, kaymakamlarını kayyum olarak atıyorlar. Bu Kürt halkının iradesine dönük yapılmış büyük bir saldırıdır. Gerçek darbe budur.

Bu konseptin dördüncü ayağı, demokratik Kürt siyasetinin hedeflenmesi ve Kürtleri siyaset sahnesinin dışına çıkartmaktı. Bunun için HDP Eşbaşkanlarını ve 11 milletvekilini tutukladılar; diğer milletvekillerini de her gün gözaltına alıp bırakıyorlar, her gün baskı uyguluyorlar. HDP ve DBP’nin binlerce çalışanı şu an tutukludur. Sadece bu son dönemde 4 bin kişi gözaltına alınmış durumda.

Bu konseptle bağlantılı olarak beşinci olarak halka dönük baskılar yer almaktadır. Özel-psikolojik savaş çerçevesinde kapsamlı bir baskı şu an var. Şu an bir şeker-kamçı siyaseti yürütüyorlar. Yer yer vuruyor; yer yer, ‘ben yardım ederim’ diyor; Kürt halkını ıslah etmeyi ve boyun eğdirmeyi amaçlıyor. Bu temelde şu an Kürdistan’da faşist bir baskı ve zorbalığı geliştiriyorlar. Bunun için Olağanüstü Hal’i sürekli uzatıyorlar.

Altıncı olarak ise, Kürt gençlerine yönelik politikalarından bahsedebiliriz. Kürt gençlerini yoldan çıkarmak istiyorlar. Bugün, Kürt gençlerine dönük çok kapsamlı bir psikolojik savaş ve saldırı vardır. Özgürlük mücadelesine ve kimliklerine sahip çıkmasınlar, hep korksunlar diye gençlere ve kadınlara dönük özel bir zulüm politikası yürütüyorlar.

Yedincisi, şu an Kürdistan Özgürlük Gerillası’na dönük geliştirdikleri kapsamlı operasyonlar vardır. Sonbaharda, ‘gerilla kış üslenmesi yapamasın’ diye saldırıları vardı. Şimdi ise kış üslenme yerlerini tespit etmek ve bu temelde gerillayı tasfiye etmek için saldırıyorlar. Hem şehirlerde, hem de kırsal alanlarda böylesi kapsamlı saldırıları var. Her operasyonda grup grup şahadetler yaratmayı, şehirlere cenazeleri getirerek Kürt toplumunun moralini bozmayı ve halkın özgürlük gerillalarından olan umutlarını kırmak istiyorlar. Bundan dolayı bu kış vakti, daha önce görülmemiş bir şekilde operasyonlar yürütüyorlar.

Sekizinci olarak, Kürt halkının dostlarına dönük yapılan saldırılara değinebiliriz. Özellikle de Türkiye devrimci-demokratik hareketine dönük yapılan saldırılar söz konusudur. Bugün Erdoğan’a boyun eğmeyen herkes, şu veya bu şekilde AKP-MHP rejiminin hedefi durumundadır. Bu bağlamda birçok kişiye yöneldiler; tutukladılar ve sessizleştirdiler. Yani sadece Kürtler değil, Kürtlerle dostluk yapan, sol, sosyalist ve Türkiye’de demokrasi isteyen veya AKP-MHP siyasetine karşı çıkan herkes bugün hedef olmuş durumdadır.

Bu konseptin dokuzuncu ve son ayağı olarak, bütün bu baskıcı, faşist ve zorba uygulamalarının yanı sıra bir tek seslilik yaratma amaçlarının olduğunu belirtebiliriz. Bunun için basın üzerinde çok kapsamlı duruyorlar. Birçok basın-yayın organını kapattılar. Şu an tutuklamış olduğu 150 gazeteci nedeniyle, Türkiye bugün dünyada en çok gazetecinin tutuklu olduğu ülkeler sıralamasında ikinci sıradadır. Hatta öyle ki, ‘şu anda Türkiye’de bir tek kanal vardır’ diye tespit yapsak, bu yanlış olmaz. Her ne kadar ayrı ayrı isimleri taşıyan birçok kanal söz konusu olsa da, Erdoğan veya bir AKP’li yönetici konuştuğu vakit hepsi mecburen bu konuşmaları canlı veriyorlar. Onlar neyi gündemleştiriyorlarsa, Erdoğan konuşmasında neden bahsediyorsa, o sözler Türkiye’nin gündemi oluyor. Yani gündemi ele geçirmek, toplumda algı oluşturmak, toplumu kendisine göre yönetmek, Türkiye toplumunu bir psikolojik savaş aracı haline getirmek istiyorlar. Bunun için zaten Kürt basınını kökten hedeflediler ama Türk basınına da sert yöneldiler. Bu biçimde bir korku imparatorluğu kurmak ve tek sesliliği geliştirmeyi amaçladılar.

SADECE KUZEY DEĞİL, ROJAVA VE GÜNEY DE HEDEF

Bütün bunların yanı sıra, Rojava Kürdistanı’na ve Güney Kürdistan’a dönük de bir politikaları vardı. Rojava’da adına, ‘Fırat Kalkanı’ dedikleri bir operasyon yaptılar. Erdoğan, “hızla Bab’ı alacağız; ardından Minbic’i alacağız; sonra yönümüzü Rakka’ya döneceğiz” dedi; bunun yanı sıra Efrîn’in de hedef olduğunu belirtti. Yani Suriye’nin iç işlerine böyle bir müdahalede bulunmak, böylece Rojava Devrimi’ni darbelemek, özellikle askeri-diplomatik saldırılarla uluslararası ilişkilerini bozarak PYD/YPG’yi terör örgütleri listesine aldırmak ve bu şekilde Rojava Devrimi’ni boğmak istediler. Güney Kürdistan’a dönük ise yaptıkları hava saldırılarını güçlendirmek, Medya Savunma Alanları’nın yanı sıra Şengal’e de saldırmak ve en önemlisi Kürt güçleri arasına fitne sokarak bir iç savaş geliştirmek istediler.

Onlar bu biçimde Mart ayına kadar sonuç almayı planladılar. Bunun için o Süleyman Soylu denilen kişi, “Mart’a kadar kimse PKK’nin adını ağzına almayacak” dedi. Çünkü onlar bu şekilde Kuzey’i yenmek, Rojava’yı boğmak, Güney’i ezmek ve eğer kalan bir şey olursa da Nisan ayında temizlemeyi planladılar.

AKP-MHP KONSEPTİ SONUÇSUZ KALMIŞTIR

Mart ayına girmemize bir ay kaldı. Şimdiye kadar bu planlarının herhangi birinde başarılı olabilmiş değiller. Kürt Halk Önderi, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi, Kürt siyasetçileri, Kürt halkı ve her dört parçada Kürdistan devrimcileri, AKP-MHP ittifakının bu saldırılarına karşı durmuş, direnmiş ve hiçbir yerde bu konsept amacına ulaşamamıştır. Her ne kadar, halen kış bitmemiş olsa da, şu ana kadar bunlar herhangi bir sonuç alabilmiş değiller. Bunun için de şimdiden bu planlarının çöktüğü söylenebilir. Yani ortada, o soysuz adamın belirttiği gibi, Mart ayında kimsenin PKK’nin adını ağzına almayacağı değil; tam tersine, PKK’nin adının Mart ayında daha fazla anılacağı, PKK’nin direnişinin tüm Kürdistan’da ve Ortadoğu’da yayılacağı ve kazanacağı bir durum vardır. Tabi devam eden bir süreç olarak, bu kış ortamında düşmanın saldırılarının sürdüğünün ve halkımız ile hareketimizin direnişinin de buna karşı her gittikçe yükselmekte olduğunun altını bir kez daha çizmekte fayda var.

İMRALI’DA ÖZGÜR İRADE DİRENMEKTEDİR

Uluslararası Komplo’nun 18’inci yıldönümü yaklaştı. Öncelikle Önder Apo’ya ve Kürt halkına karşı bu komploda yer alan tüm güçleri kınıyorum. 18 yıldır Önderliğimiz İmralı’da psikolojik işkence altındadır. Orada büyük bir zulüm ve şiddet vardır. Kürt halkına karşı yürütülen soykırım savaşı esas olarak orada yürütülmektedir. Bunu herkesin bilmesi gerekir. Şu an İmralı’da devrede olan hiçbir uygulamanın herhangi bir kanunda yeri yoktur. Orada vahşi bir şekilde yürütülen, ahlaksız bir saldırı söz konusudur. Her tutuklu insanın bazı hakları vardır ama İmralı’da bu hakların hiçbirisinden bir iz bile yoktur. AKP’nin ve Türk devletinin kanunu budur. Bu, Türk sömürgeciliğinin Kürdistan üzerindeki siyasetinin rengini ortaya koymaktadır.

“Bu saldırganlığa ve zulme karşı ise, orada Önderliğimizin sergilediği gerçek bir özgür insan duruşu vardır. Bu duruş, olağanüstü bir duruştur. Önder Apo, tüm saldırılara rağmen, 18 yıldır orada özgür ve bağımsız iradesini korumuştur. Bu, çok büyük ve anlamlı bir şeydir. AKP’nin orada Önder Apo’ya tüm geri adım attırma çabalarına karşın, Önder Apo bir duruş ve tutum olarak, “ben çözüme varım; Kürt halkının haklarının tanınması ve demokratik bir Türkiye’nin kuruluşu temelinde çözüme varım; bunun için hazırım. Ama ‘teslim ol ve kendini inkar et’ diyorsanız, o zaman ben yokum” demektedir. Bu tutum, çok anlamlı bir insanlık duruşudur.

Bunun için bugün Önder Apo üzerinde büyük bir tehlikeden, ağır bir tecrit ve izolasyondan bahsediyoruz. Önderliğimiz hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Ama halkımız ve herkes bilmeli ki, eğer biz hepimiz bugün Kürdistan Devrimi’nin bir cephesinde olduğumuzu varsayarsak, Önder Apo bu cephede en ön mevzidedir. Yani Önder Apo, hepimizden önce tehlikelerle karşı karşıyadır. Bunu hepimizin bilmesi gerekir. Önder Apo’nun üzerindeki bu tehdidin ortadan kaldırılması ise kendimizi daha fazla güçlendirmekten, doğru katılmaktan ve dönem görevlerine yanıt olmaktan geçmektedir. Biz ne kadar doğru bir biçimde elimizi taşın altına koyarsak, Önderliğin üzerindeki tehlikeyi de o kadar ortadan kaldırırız. Yani bu konu tamamıyla bize bağlıdır.

MEHMET TUNÇ’UN SÖZÜ BUGÜN HER YERDE YAŞAM BULUYOR

“Türkiye’de var olan kanunlar, sömürgeciliğin kanunlardır. Bugün sömürgeciliğe ve Erdoğan’ın diktatörlüğüne karşı olan herkese, ‘suç işlemişsin’ deniliyor ve onun yeri zindan olarak görülüyor. Bunun dışında bir kanun yoktur ve aslında bu da bir kanunsuzluktur. Bunun için bugün birçok Kürt siyasetçisi; kimliğine, onuruna ve şerefine sahip çıkmış olan; toplum içinde ‘ben de varım’ diyen; kendisini kimsenin kölesi haline getirmemiş olan; paraya, pula ve tehditlere teslim olmamış insan şu anda zindandadır. Bu anlamda başta Önder Apo olmak üzere tüm esir yoldaşları ve şu anda rehin alınmış olan tüm Kürt siyasetçilerini canı gönülden selamlıyorum; saygılarımı sunuyorum. Gerçekten direnişleri ve duruşları çok anlamlıdır. Onlara layık olmak için biz de çabalıyoruz; bu konuda üzerimize düşen görevlerin farkındayız.

AKP-MHP rejimi, Kürdistan Devrimi’ni ve tabii ki Kürt siyasetini tasfiye etmek istiyor. Bunun için zaten 40 yıldır hep zindan yapıyor. Ancak onların bu uygulamalarına karşı bir direniş de yürütülüyor. Bu direnişin bir tarihi vardır. Mazlum Doğanlardan; Kemal Pir, Hayri Durmuş ve Ferhat Kurtaylardan bugünlere süren direniş, tarihi bir direniştir. Zindanlar bizler için her daim bir direniş cephesi olmuştur. Aynı zamanda büyük çıkışların zemini de olmuştur.

Bildiğiniz gibi Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin en büyük çıkışının temelleri Amed Zindanı’nda atılmıştır. Bugün de, Kürt siyasetçilerini ve yurtsever insanların hepsini tutuklayan; baskıyla üzerlerine giderek onları teslim almak isteyen bir yönelim vardır. Bu anlamda zindanlarda rehin olarak tutulan siyasetçiler de Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin direniş geleneğinin birer eseri olarak şu an farklı bir kulvarda direniyorlar. HDP Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, yine yaşına ve hastalığına rağmen iradesine, şerefine ve onuruna sahip çıkan Ahmet Türk şahsında tüm tutuklu milletvekillerini, belediye eşbaşkanlarını ve demokratik Kürt siyasetçilerini selamlıyorum. Kürt siyaseti bugün gerçekleştirdiği direnişle, AKP’nin saldırı, korkutma ve tehdit politikalarına boyun eğmemiştir. Mehmet Tunç’un, “biz sömürgeciliğin saldırılarına boyun eğmedik, diz çökmedik; ardımızdan gelenler bizimle gurur duysunlar” sözü bugün zindanlarda, sokaklarda ve her yerde yaşam bulmaktadır.  

KÜRT HALKININ SİYASİ TUTUMU AKP’Yİ ZİNDANLARDA DA YENMİŞTİR

Dikkat edin; Fethullahçılar da tutuklandılar. Şimdi o Fethullahçılar itirafçı olmak için sıraya girmişler. Öyle olmuş ki, itirafçılara bile artık inanmıyorlar, itiraflarını kabul etmiyorlar. Çünkü hepsi itirafçı olmak istiyor. Ama Kürt siyasetinden tek bir itirafçı bile çıkmamıştır ve hiç çıkmayacağı görülüyor. Burada geriye bir adım bile atılmamış olması, bu mücadelenin büyüklüğünü gösteriyor. Bu, ideolojideki sağlamlığı ve Kürt halkının da özgürlük gerçeğini gösteriyor. Artık kimse sömürgeciliğin zulmüne boyun eğmemektedir. Tüm zindanlarda da bu direniş şu an devam etmektedir. Kürt halkının, Kürt siyasetinin ve Kürdistan

AKP bugün halka dönük sınırsız bir zulüm politikası yürütüyor. Tek yaşam seçeneği olarak teslim olmayı dayatıyor. Kimliğine sahip çıkana ise, göç, açlık ve fakirliği sunuyor. Halkımız AKP-MHP’nin bu faşizmine karşı bugün gerçekten büyük ve saygıyı hak eden bir direniş gösteriyor. Kürt halkı artık Türkiye sömürgeciliğine karşı derin bir bilinçle direniyor. Ama biliyoruz ki, bu direniş yöntemi artık yeterli değildir. Daha örgütlü yöntemleri öne çıkarmalıyız. Düşman, önce halkımızın köylerini yıktı; onları zorla göçe tabii tuttu, şehirlere sürdü. Şimdi ise şehirleri yıkıyorlar ve yok olmayı, teslim olmayı dayatıyorlar. Bir de hiç utanmadan arlanmadan, “bu şehirleri PKK yıktı; biz de yapacağız” diyorlar. Bütün dünyanın gözü önünde tanklarla, toplarla, hatta savaş uçaklarıyla o güzelim Kürdistan şehirlerini yerle bir ettiler. Savaşçılar çıkmasına rağmen bu yıkıma devam ettiler ve halen de yıkıyorlar.

Bunlar Kürdistan şehirlerini yıkarak, her yere karakol yapacaklar. Yeniden yapıyoruz adı altında şehrin her yerini denetim altına alacak şekilde bir yapılanmayı geliştiriyorlar. Bu şehirleri birer açık ceza evi gibi yapıyorlar. Bu mahallelerin yurtsever olduğunu bildiği için, buralarda yaşayan insanları göz hapsine almak istiyor. Bunu da reklam yapıyor, ‘güzel ve kaliteli evler yapıyoruz’ diyerek adeta insan aklıyla dalga geçiyorlar. Bu biçimde alçakça bir oyun oynuyorlar. Şehirlerimizi ve mahallelerimizi yıktılar; şimdi de, ‘size iyilik yapıyoruz, size para veriyoruz, ev yapıyoruz’ diyorlar.

Türk devleti bu halkın düşmanıdır; yabancı ve sömürgeci bir devlettir. Gelmiş; bu toprakları zorla zapt etmiş; halk biraz hakkını isteyince, bu sefer de tüm askeri güçlerini saldırtıyor. Madem bu milletin bir devleti olarak kendini görüyorsun; o zaman neden Kürdistan’da bir tek zırhlı araçların içinde ve kale gibi yapılmış karakollarda ancak var olabiliyorsun. Çünkü yabancı, sömürgeci bir güçtür ve Kürt düşmanlığını kendisine yöntem olarak bellemiştir. Halkımız da bu gerçeği görüyor ve hiçbir Kürt -Kürdistan bireyi bu gerçekliği unutmamalıdır. AKP devleti, bu halk için neyi iyi yapıyorum diyorsa, bilinmeli ki orada mutlaka bir oyun ve kandırmaca vardır. Bu düşman bizi kölesi yapmak istiyor. Bir maaş verip seni çalıştırabilir; bekçi yapabilir, korucu yapabilir, ajanlaştırabilir ve kölesi haline getirir. Bu yüzden insan kendisini bu düşmandan korumalı.

HALKIMIZ ÖRGÜTLÜLÜĞÜNÜ GÜÇLENDİRMELİ

Halkımız kendisine yapılan bu zulmü unutmamalı, hepsini hatırlamalı ve ona göre yaklaşmalıdır. Halkımız düşmanın gerçekliğine karşı artık uyanmıştır ama bir örgütsüzlük vardır. Bunun aşılması için birbirine inanan insanlar birlik olmalı, halkımız kendi kendisini örgütleyebilmeli, kendini güç haline getirebilmeli ve birbirlerine yardımcı olmalı. Fakirlere yardım etmeliler. Hiç kimse beş parasız kalmamalı, ekmek için kendini satmaya mecbur kalmamalı. Özellikle ister kadın olsun, ister erkek; gençler kendi üzerine oynanan oyunları bilince çıkarmalı; onları uyuşturucu maddelere alıştırmak, toplum dışı ahlaksız şeylere alıştırmak ve düşürmek, gerçekliklerinden uzaklaştırmak isteyenlere karşı uyanık olmalı, kendini savunmalı ve örgütlülüğünü geliştirmelidir.

TÜRK DEVLETİNİN OPERASYONLARI SONUÇ ALAMAMIŞTIR

Gerillaya dönük operasyonlar sonbahardan bu yana durmadan sürüyor. Şimdiye kadar, hiçbir kış mevsiminde, böylesi zor şartlara rağmen bu tür operasyonlar gerçekleşmemişti. Ama bu yıl, işaret ettiğimiz konsept temelinde Türk devleti operasyonlarına kışın da devam etti. Şimdiye kadar herhangi bir sonuç alabilmiş değildir. Gabar’da, Garzan’da, Amed’de, Mardin’de, Dersim’de, Serhat’ta ve Kürdistan’ın birçok yerinde kapsamlı girişimleri oldu ama hepsi boşa çıktı. Yine Medya Savunma Alanları’na dönük havadan yaptıkları bombardımanlardan bekledikleri ve kamuoyuna yansıttıkları sonuçları elde edemediler.

DIRÊJ YOLDAŞ, AMED’İN MEHMET TUNÇ’UDUR

Bu saldırıların tamamını ele aldığımızda toplam olarak tek tük kayıpların yaşandığı belirtilebilir. Burada özel olarak vurgulamamız gereken, Amed’de gerçekleşen operasyonlarda, değerli kahraman bir yoldaşımız olan, Dirêj (Hüsamettin Akdemir) arkadaş şehit düştü. Bu arkadaş Amed’in bağrından çıkmış, halktan, ev bark sahibi, çocukları olan bir insandı ama doğrusu tıpkı Mehmet Tunç gibi bir kahramandır. Hatta Amed’in Mehmet Tunç’u denilebilir kendisine. Bölgede ne kadar eylem varsa katılmış ve bu eylemlerde büyük kahramanlık ve fedakarlıklar göstermiş bir insanımızdı. Operasyonda düşmanla karşılaşıyorlar; son mermisine kadar çarpışıyor ve son mermisini kendisi için kullanarak şahadete gidiyor. Mehmet Tunç’un vasiyetini yerine getiren bir insan. “Boyun eğmeyeceğiz; diz çökmeyeceğiz; direneceğiz” diyor ve son nefesine kadar da bunu esas alıyor. Bu şüphesiz bizim için önemli bir kayıptır. Bu vesileyle Dirêj arkadaşın ailesine ve Lice-Kulp-Hani bölgesi başta olmak üzere tüm Amed halkına başsağlığı diliyorum.

YPS TOPLUMU KORUMALI

“YPS’li arkadaşlar şehirlerde çalışma yürütüyorlar. Zaman zaman şehir zemininde bazı eksikliklerin yaşandığı ve darbe yenildiği görülüyor. Önce Amed’de, sonra iki sefer Siirt’te, Van’da ve son olarak Kızıltepe’de, 1 ya da 2 kişinin yaşamını yitirdiği şahadetler yaşandı. Burada YPS’li arkadaşların yöntemlerinde biraz boşluk olduğu görülüyor. Bu arkadaşların geçen yılın koşullarına göre yaklaştıkları anlaşılıyor. Geçen yıl belli oranda imkanlar vardı ve halk içinde daha açık çalışma koşulları daha fazlaydı. Bugün ise şartlar değişmiştir. Düşmanın şehirler üzerine olan etkileri daha fazladır; ister teknik olarak olsun, isterse de ajanlaştırma ağı olarak, eskiye oranla bir değişim vardır. Dolayısıyla bunu bilip ona göre hareket etmek gerekir. Bugün devrimci çalışmaları yürütme iddiasında olan bir militan, telefon, internet, vb. iletişim araçlarından kendisini mutlak surette uzak tutmalı. Bu konuda kimse kendini kandırmamalı ve amatör yaklaşımlardan uzak durmalı. Yine hareket tarzı ve gizlilik konusunda detaylarda büyük bir derinleşme yaşanmalı. Kendini koruma esas alınmalı. Deşifre yerler kullanılmamalı. Unutulmamalı ki bu tür yanlışlıklar yapanlar darbe yerler. Yani ister şehirde ol, ister dağda kurallara göre hareket etmen gerekir. Gerekirse birkaç ay boyunca hiçbir hareket etmemeli, tek yerde beklemelisin. Kendini böyle derin bir gizliliğe kavuşturursan sonuca ulaşabilirsin.''

Yine bu şehir birliklerine bakıyorsun; sanki dağdaymış gibi yaklaşıyorlar. Büyük hedeflerle uğraşıyorlar. Zor işlere giriyorlar. Madem onlar Sivil Savunma Birlikleri’dir ve sivilleri korumak temel amaçlarıdır; o zaman her şeyden önce birebir toplumun içinde toplumu düşürmeye dönük çalışma yapanlara dönük bir çalışmaları olmalıdır. Ajanlaştırma, fuhuş, uyuşturucu, vb. faaliyet yürütenlere yönelerek toplumu koruyabilirler. İlla gidip büyük işler yapmaya gerek yok. O tür şeyler zorlayıcı olur. Önce toplumu korumalısın; toplumu düşürmeye dönük olan saldırılara karşı tedbirler almalısın. Halka dönük yapılan bir saldırı varsa, sen de gidip kim saldırıyorsa, ona dönük yapılması gerekeni yaparsın. Kısacası bu tür birliklerin hayalci değil, gerçekçi olması gerekiyor. Yine rastgele olmamalı, örgütlü olmalı, gizli olmalı ve bilinçli hareket etmelidirler.

DÜNYA ALEM TÜRK DEVLETİNİN SAVAŞ KABİLİYETİNİ GÖRDÜ

Bab meselesi önemli bir konu olarak gündeme girdi. Önceden de dile getirmiştik; Türk sömürgeciliği bununla esas olarak Rojava Devrimi’ne müdahale etmek istedi. Zaten Cerablus ve Dabik bölgelerine anlaşmalı girmişti. Bu 158 gündür Bab’ı almak istiyor; sonrasında ise Minbic, Rakka ve Efrîn’i almayı hesaplıyordu. Türkiye devletinin bu konudaki amaçları büyüktü. Ama Bab, hem Türkiye devletinin kendini görebilmesi, hem de dünyanın onları görebilmesi açısından bir ayna oldu. Şimdi dünya alem Türkiye ordusunun savaş düzeyinin ne kadar olduğunu gördü. Yine herkes, Türk ordusunun, DAİŞ’e karşı YPG gibi savaşamayacağını da gördü. Çünkü 5 ay 8 gündür hala bir ilçeyi bile alamamışlar, oraya giremiyorlar. Yalnızca şehrin girişinde olan Cebel Eqil isimli bir mahalleye girdiler; orada da büyük bir darbe yediler. Bu mahalleye tanklarla girdiler ama orada büyük bir hezimet ile karşılaştılar, büyük bir darbe aldılar. Tam olarak 12 zırhlı araçlarını orada bırakarak kaçtılar. 8’i imha edildi. Şimdi iki leopard tank ile iki panzerleri DAİŞ’in elindedir ve Türklere karşı kullanıyorlar.

Bu süreçte, Türkiye ordusunun DAİŞ ile göğüs göğse savaşacak yeteneğinin olmadığı ortaya çıkmıştır. Aslında aynı şey Şırnak ve Nusaybin’de de görüldü. Ne zaman ki Şırnak ve Nusaybin güçleri şehirden çekildi; bunlar o zaman şehre girdiler. Cizre ve Sur’da, ne zaman ki savaşçıların cephaneleri ve zırhlı araçlara yönelik kullanacakları roketleri kalmadı; bunlar o zaman oralara girdiler. Yani bu ordunun ne kadar takati var; bu süreçte belli oldu. Fakat bize karşı savaşta her şey çok net olarak dışarıya yansıtılamıyordu. Biz bu durumu ne kadar izah etmek istesek de, insanlar bizim Türk ordusuna karşı savaştığımızdan dolayı propaganda amaçlı bunları söylediğimizi düşünüyorlardı. Ama bugün Halep’te, Şehba’da, yine Bab’ın çevresinde dünya alem Türk devletinin savaş kabiliyetini gördü. Şimdi ortalığı velveleye vermiş, herkesi yardıma çağırıyor. Amerika’dan, İngiltere’den, Rusya’dan ve herkesten yardım istiyor. Rusya, ABD ve Koalisyon yardımlarda bulunuyorlar. Bu iki aydır Bab’ı uçaklarla vuruyorlar; birçok bölgeyi yerle bir ettiler ama Türkiye ordusu hala bir tane ev bile ele geçirebilmiş değil. Bunlar ancak Türkiye’de sivillerle Kürt halkıyla karşı karşıya gelince çok yetenekli oluyorlar; ancak halkın evlerini yerle bir ediyorlar. Ama savaşma konusunda öyle değildirler. Kısaca Türk ordusu orada hezimete uğramıştır. Dersini almıştır.

ERDOĞAN ‘U’ DÖNÜŞLERİNDE ÇOK BAŞARILI

Eskiden Erdoğan herhalde bu durumun çok farkında değildi. Kendine çok güveniyordu. Sürekli, “inşallah Bab’ı kısa sürede halledeceğiz. Ardından da yönümüzü Minbic’e ve Rakka’ya döneceğiz; içlere doğru gireceğiz” diyordu. Şimdi ise, “inşallah Bab hallolursa, daha içlere gitmeyeceğiz” diyor. Meşhur ‘U’ dönüşlerinden birini burada da gösterdi. Zaten ‘U’ dönüşü yapmada Erdoğan çok başarılıdır. Nasıl döndüğünü hiç belli bile etmez. Şimdi Bab konusunda da böyle bir dönüş yaptı. Tamam; madem o kadar iddialısın; neden Bab’ı almıyorsun ve sonra da ilerlemiyorsun! Daha Bab’ı alamıyorlar; bir de, ‘daha içeri girmeyeceğiz’ diyorlar. Şimdi oradan kurtulmak için Rusya’nın arkasına sığınmış durumda. Çünkü onları o bataklıktan ancak Rusya’nın çıkarabileceğini düşünüyorlar. Başka da onlar orada hareket edemezler.

Bunların tek derdi Kürt düşmanlığıdır; bu bağlamda Efrîn ve Kobanê’nin birleşmemesidir. O kadar büyük bir devlettir ama bu kadar çok korkmuş. Korku olur da bu kadar olmaz; düşmanlık olur da bu kadar olmaz. Bunlarınki bir hastalık gibi. Bu yüzden Türk ordusu Bab’ta kırıldı. Bab’a gelmeleri iyi oldu; çünkü herkes onları tanıdı. Herhalde bundan sonra onlar da çok gürültü çıkarmazlar.

KESİN OLAN TÜRK ORDUSUNUN BAB’TA YENİLDİĞİDİR

Ama bu gerçeği Türkiye kamuoyundan gizliyorlar. Kendini ister sağcı olarak tanımlasın, isterse de solcu, şu anda bütün basın, Türk askerinin Bab’taki kahramanlığından bahsediyor. Tabii bu arada verdikleri kayıpları da gizliyorlar. Örneğin; sadece Cebel Eqil Mahallesi’nde 85 ölüleri vardır. 50’si onlarla beraber olan çetelerdendir; 35’i de kendi askerleridir. Ancak onlar 16 kayıp verdiklerini belirttiler. Toplum tepki duymasın diye ölülerini gizliyorlar. Bu konuda da hepsinin mutabık olduğu anlaşılıyor. Zaten kimse de onlara, ‘Siz 158 gün boyunca Bab’ta ne yapıyorsunuz; bir ev bile alamadınız’ diye sormuyor. Bunlar da her gün, ‘tanklarımız, uçaklarımız böyle vurdu; şu kadar DAİŞ’çiyi öldürdük’ diyorlar. Zaten bunların verdiği ölü sayısına göre şimdiye kadar Bab’ta DAİŞ’çi kalmamalıydı. Son birkaç gündür, ‘aldığımız bilgilere göre DAİŞ Bab’tan karargahlarını çıkaracak’ diyorlar. Zaten DAİŞ orada çok kaldı, direndi ve sizi yıprattı. Kullanılan teknik de göz önünde bulundurulduğunda bir kenara çekilmesi mümkündür. Ayrıca DAİŞ’in Bab’ta önemli bir üslenmesi yoktu; onların büyük karargahı Minbic’deydi. Onlar Minbic’de kırıldıktan sonra, Bab rahat bir lokmaydı. Bıraksalardı Suriye Demokratik Güçleri birkaç haftada orayı alırdı. Ama bırakmadılar. Tabi biz DAİŞ’in çekilip çekilmediğini bilemiyoruz. Ancak sonuç ne olursa olsun, kesin olan Türkiye ordusunun orada yenildiğidir.

TÜRK DEVLETİ GÜNEY KÜRDİSTAN’DA DA İSTEDİĞİ SONUCU ELDE EDEMEDİ

AKP devletinin Güney Kürdistan’a dönük de planları vardı. Ancak bugüne kadar gerçekleştirme fırsatı bulamadılar. Güney’de de başarılı olamadıklarını belirtebiliriz. Onlar Şengal’de savaşmak ve bu savaş vesilesiyle Kürt güçleri arasında çatışma yaratmak istediler. Yani KDP’yi savaşa çekmek istediler ama şimdiye kadar bir sonuca ulaşamadılar. Bunun yanı sıra diplomatik bir hamle de yapmak istediler; kapsamlı bir heyetle Bağdat’a gittiler. Oradan da istedikleri sonucu elde edemediler. Yani bunların Güney politikasında da herhangi bir sonuç alamadıkları görülüyor. Medya Savunma Alanları’na dönük hava saldırıları vardır. Onda da her saldırı yaptıklarında bir sürü rakam vererek bizi öldürdüklerini söylüyorlar. En son Türk ordusu açıklama yapmış, ‘13-14 Ocak’ta Medya Savunma Alanları’na yaptığımız saldırıda 57 kişiyi öldürdük’ diyorlar. Bu haberi nasıl yapmışlar bilmiyoruz. Halkı inandırmak için günlerce bekliyorlar sonra sanki tespit yapmışlar gibi masa başında oturup bu tür şeylerin kurgusunu yapıyorlar; ondan sonra haberleştiriyorlar. Yani saldırdıkları doğrudur ama bu belirtilen saldırılarda bizim hiçbir kaybımız yoktur.

Genelde görülen, Türk devleti ya planladığı şeyleri gerçekleştirememiştir ya da gerçekleştirdiğinde ise sonuç alamamıştır. Güney için de bunları söyleyebiliriz. Onlar en çok Kürt siyaseti arasına fitne koyarak bir iç savaşa yol açmayı hedefliyorlardı. Bu konuda çok net bir durum olmasa da sonuç olarak Türk devleti başarılı olamamıştır.

PKK İÇİN ULUSAL BİRLİK STRATEJİKTİR

KCK Eşbaşkanlığı tarafından ulusal birliğe dönük yapılan çağrının büyük bir etkisinin olduğu görülüyor. Bildiğimiz kadarıyla bu çerçevede yapılan birçok görüşme var. Ulusal birlik konusunda daha farklı gelişmelerin yaşanma ihtimali de vardır. Bu konuda ciddi bir çaba söz konusu. Bugün Kürt Özgürlük Mücadelesi çok önemli bir dönemden geçmektedir. Kürt halkının özgürlüğüne kavuşma imkanları doğmuştur. Ancak Kürt halkının bu kutsal topraklarda bütün komşuları gibi özgür yaşayabilmesi için elde olan bu imkanların doğru kullanılması ve özgürlük yürüyüşüne zemin olabilecek siyasi, diplomatik, ulusal ve askeri bir birliktelik yaratılmalıdır. Biz PKK olarak bu konuyu stratejik olarak görüyoruz. Belki bazı güçler bizim bu çağrı ve çabalarımızı farklı yorumluyorlar. Biz birilerinden korktuğumuz için bu çağrıları yapmıyoruz. Biz halk olarak dört parçada da çok büyük emekler verdiğimizi, şehitler verdiğimizi görüyoruz. Ama bugün sonuca ulaşabilmek için gerekli imkanlar doğmuştur. Bu imkanları değerlendirebilmemiz için birlik olmamız gerekiyor. Düşman sürekli buna karşı çalışıyor. Dikkat edin; AKP ve Erdoğan Türkiye’de iktidarlarını korumak için Kürt düşmanlığını kendilerine strateji haline getirmişler. Onlar her ne kadar PKK karşıtlığı gibi gösterseler de, gerçekler böyle değildir.

TÜRK DEVLETİ, KÜRTLER STATÜ ELDE ETMESİN DİYE HERŞEYİ YAPIYOR

Türk devleti, Kürtlerin hiçbir yerde haklarına kavuşmaması ve statü kazanmaması için ellerinden ne geliyorsa yapıyor. Bakın, Kürtler Rojava’da statü sahibi olmasın diye Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütün imkanları devrededir. Kürtlerin statü talebi kabul edilmesin diye, her yere gidiyorlar. Yani Kürtlerin Suriye’de kimliksiz olmasını istiyorlar. Bütün çabaları bunun içindir.

Mesela birkaç gün önce Rusya tarafından Suriye’deki sorunların çözümü için bir program taslağı yayınlanıyor ve orada Kürtlerin özerkliğinden bahsediyor. Şimdi tüm Türkiye paniğe girmiş; ‘bu nasıl olur’, ‘Rusya nasıl böyle bir şeye yer verir’, ‘acaba gerçekten var mı’ diyorlar. Tabi Türk devleti PYD ve YPG’nin Astana’ya çağrılmaması için çok çaba göstermişti. Ancak sonrasında Moskova’da gerçekleşen bir toplantıya Rusya, PYD’yi de çağırdı. Ardından bu belgeler ortaya çıktı. Yaşanan panik bunun içindir ve şu an Rusya’nın ne yaptığını anlamaya çalışıyorlar. Zaten bu duruma anlam vermediklerini söylüyorlar. Yine Erdoğan Rojava’daki kantonların arasını kapatmak için 5-6 yıldır Suriye’de güvenli bir bölge oluşturulmasını istiyordu. Şimdi Amerika’nın yeni başkanı Donald Trump Suriye’de güvenli bir bölge oluşturulması gerektiğini söyledi. Bunlar bunun için de paniğe girmişler. ‘Acaba bununla neyi kast ediyor; acaba bu Kürt bölgesi için mi söyleniyor; sakın Güney Kürdistan’daki gibi olmasın’ biçiminde kaygılara girmişler. Eminim şu an Türkiye, gizli bir biçimde hem ABD ile hem de Rusya ile Kürtlerin Suriye’nin geleceğinde yer sahibi olmaması için bir diplomasi hareketliliği içindedir.

Yani böyle bir düşmanlık içerisinde olan bir devlet var ortada. Sömürgeciliğin hepsi Kürtlere karşı bu tür bir hareketliliğin içerisindedir. Artık biz Kürtler de halk olarak kendimizi düşünmeliyiz. Bu düşmanın niyetini artık anlamalıyız ve kendi içimizde birliğimizi sağlamalıyız. Ortak bir stratejiye sahip olmalıyız. Belki bazı şartlar ve imkanlar her anlamıyla birlik olmamıza elvermeyebilir ama birçok konuda ortak noktalar belirleyebiliriz. Kürt halkının başarısı için bunun bir ihtiyaç olduğunu ve bu çerçeve de de bazı adımların atılacağını düşünüyoruz.

ERDOĞAN, FAŞİZMİ YASALLAŞTIRMAK İSTİYOR

2017 yılı Kürdistan Özgürlük Mücadelesi açısından büyük bir yıl olacak. Bunu hem Ortadoğu’daki gelişmeler hem de Kürdistan’daki gelişmeleri göz önünde bulundurarak belirtiyorum. Bu, sadece Kürt halkı açısından değil, bütün bölge halkları açısından da geçerlidir. Bu yıl içerisinde yaratılacak gelişmeler, geleceğin yönünü de tayin edecektir. Şüphesiz bir yılda her şey gerçekleşmeyebilir ama bu yıl içerisinde yaşanacak gelişmeler, geleceğin yönünü tayin edecektir.

Bu dönemde Erdoğan’ın da planları vardır. Erdoğan, Kuzey’deki operasyonlarını devam ettirmek ve baharla birlikte bir sınır ötesi harekat yapmak istiyor. Türkiye’de bir beka sorunu olduğunu, askerlerini bunun için Güney ve Rojava Kürdistan’ına gönderdiğini, böylesi önemli bir süreçte güçlü bir başkana ihtiyaç olduğunu belirterek referanduma böylesi bir fotoğrafla gitmek istiyor. Erdoğan’ın planı budur. Yani saldırıları sınır ötesine taşımak istiyor. Zaten asker ölmüş, ölmemiş onun umurunda değil. Onun umurunda olan tek şey, referandumu bu karmaşa içerisinde yaparak, 12 yıl boyunca Türkiye’nin başkanı olmaktır. Tüm hesapları da bu eksendedir. Tek kişi olmak ve her şeyi kendisi belirlemek istiyor. Bahsettiği meclis de zaten Erdoğan ne derse onu kanunlaştırıyor. Yani bir kraldan daha çok tekliği esas alıyor. Bazı yumuşak ve demokratik yönleri olsaydı, belki insanlar buna anlam verebilirdi. Yine birçok ülkenin demokratik yanları olan başkanlık sistemleri var; eğer böylesi bir sistemi getirmek isteseydi, insanlar yine anlam verebilirdi. Ama bu sistem öyle değildir. Şu an Meclis’ten geçen sistem, tam olarak tekçi ve faşist bir sistemdir. MHP zihniyeti hakimdir. Resmen diktatörlük üzerine kurulu bir faşizmi yasallaştırmak istiyor. Böyle bir çabaları var.

ÇARE: FAŞİZME KARŞI BİRLİK

Türkiye’de faşizme karşı olan herkesin bu faşizm dalgası karşısında birlik olması gerekiyor. Eğer bu dalga durdurulursa, aydınlık ve huzurlu bir Türkiye’ye kavuşabiliriz. Ama yok, bu dalga kazanırsa, Türkiye’de uzun yıllar boyu karanlık hakim olacaktır. Bu konuda Kürdistan Özgürlük Mücadelesi önemli bir rol oynamaktadır. Çünkü Erdoğan herkesi hizaya çekti. Şimdi Erdoğan’ın, AKP’nin ve MHP’nin faşist saldırılarına karşı duran temel güç, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’dir. Bu yüzden eğer bizim karşımızda başarılı olursa, Türkiye’de faşist bir sistem hakim olacaktır. Ama eğer bizim karşımızda kaybederse, kendi sistemini oturtamaz. Bu yüzden yürüttüğümüz mücadele, sadece Kürt halkının geleceği açısından önemli değildir; bütün Türkiye için önemlidir. Hatta Ortadoğu açısından da çok önemlidir. Çünkü Önder Apo’nun paradigması temelinde hareket eden Kürdistan Özgürlük Mücadelesi, Türkiye’de değişim yaratmak, Türkiye’yi demokratik bir ülke haline getirmek istiyor. Suriye’yi demokratik bir ülke haline getirmek istiyor. Ortadoğu’da yeni bir devrimin kapısını aralamak istiyor. Bu yüzden bugün Kürtlerin, İmralı’da, zindanlarda, dağlarda, sokaklarda, şehirlerde, her dört parça Kürdistan’da yürüttüğü özgürlük mücadelesi, esas olarak bütün halkların özgürlük mücadelesini geliştiriyor. Bu yüzden gerçekleştirilen mücadele bütün halklar açısından önemlidir. Özellikle Türkiye açısından çok çok önemlidir. Onlar PKK’nin Türkiye’yi bölmek istediğini, Türkiye’nin beka sorunu olduğunu, vb. şeyleri söylüyorlar. Bunların hepsi yalandır. Herkes de biliyor ki, PKK, Türkiye’yi demokratik bir ülke haline getirmek istiyor. Gönülden bir Kürt-Türk kardeşliği yaratmak istiyor. Önder Apo’nun projesi budur ve PKK de bu proje çerçevesinde hareket etmektedir. Herkes bunu çok iyi bilmelidir.”