Karayılan: Soykırım saldırılarının hesabını soracağız

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Lice’de devam eden soykırım saldırıları ve İstanbul’da gerçekleşen DAİŞ saldırılarını değerlendirdi. Karayılan, AKP-DAİŞ ilişkisine ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.

Karayılan, Türk devletinin Lice’deki saldırılarla halkı Kürdistan’dan göçertmek ve yeni Mecburi İskan Kanunu’nu hayata geçirmek istediğini belirtti.

Lice ve Şırnak’taki Kürt annelerinin mesajını aldıklarını belirten Karayılan, ‘’Anaları ahlarını yerde bırakmayacağız. Halkımıza yaptıkları zulmün hesabını soracağız’’ dedi.

İstanbul Atatürk Hava limanına yönelik saldırıyı da değerlendiren Karayılan, AKP-DAİŞ işbirliğine ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. Karayılan, DAİŞ’in merkezi olarak Türkiye’ye karşı savaş ilan etmediğini, AKP-DAİŞ ilişkisinin devam ettiğini ve bu saldırının AKP’yi aklamak üzere yapıldığı tespitinde bulundu.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan’ın Dengê Kürdistan radyosuna verdiği yanıtlar şöyle:

30 Haziran PKK gerillası Zeynep Kınacı’nın (Zilan) şahadet yıl dönümü. Zîlan örgütünüz için nasıl bir anlam taşıyor?

Öncelikle Zîlan yoldaşı ve onun şahsında Sema ve Gulan yoldaşlar ile Haziran ayının tüm fedai şehitlerini anıyor; anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Bundan 20 yıl önce bugün, Zîlan yoldaş, çok önemli bir dönemde tarihi bir eylem yaptı. Apocu fedai ruhu ileri bir düzeyde temsil etti ve bunu herkese gösterdi. Bu eylem birçok açıdan değerlendirilebilir. Anlamı üzerine birçok yorum geliştirilebilir. Ama en önemlisi, her ne kadar Apocu hareketin çıkışında zaten olsa da, Zîlan arkadaşın eylemiyle fedailik bir sistem ve bir yöntem haline gelmiştir. Bugün 20’inci yıldayız. Bakıyoruz; Şehit Zîlan’ın ardılları binlerle ifade ediliyor. Sadece militan saflarda değil, halk içinde de, Kürt siyasetçilerinde, gençlerin arasında da o Apocu fedai ruh ve Zîlan çizgisi gelişmiş. Fedai Zinar yoldaş, fedai Asya yoldaş, fedai Sema yoldaş, fedai Eylem yoldaş, fedai Dîrok yoldaş, fedai Dijwar yoldaş bunun en son örnekleridir.

Yine 10 ay boyunca Kürdistan’da bir şehir savaşı yaşandı. Şehir savaşları tamamen Zîlan ruhuyla gelişmiştir. Sur direnişinin komutanı Çiyager yoldaş bir örnektir. Yine Cizre’de Kürt siyasetçileri, Halk Meclisi Eşbaşkanları Mehmet Tunç ve Asya Yüksel yoldaşlar, yine Silopi’de Pakize Nayır yoldaş, halkın içinden çıkmış siyasetçilerdir. Hepsi bir ruhu temsil ediyor. Bu ruh nedir? Halkı için, davası için kendini feda etmektir. Bu çok kutsal ve değerli bir şeydir. İşte Zîlanlaşmak budur. Zîlan, Apocu gerçekliktir; Apocu ruhun temsil edilmesidir. Zîlan, bunun sembolüdür. Şimdi Kuzey Kürdistan’da bu ruhla dağda ve şehirlerde direniş yürüyor. Özellikle de Sur’dan Cizre, Hezex, Şırnak, Gever, Silopi, Farqîn ve Nusaybin’e kadar Kürdistan şehirlerinde gelişen direniş böyledir. Bazı yerlerde eksiklikler de yaşanmış olabilir ama fedai bir ruh ve çizgi vardır.

Bugün kimi çeşitli, İslam adına hareket eden çevreler de fedai olduklarını iddia etmektedir. Aslında bunların birçoğu fedai ruhu kirletiyorlar: İnsanları kandırıyorlar; hatta ilaçlar veriyorlar; ‘kendinizi öldürürseniz cennete gidersiniz’ diyorlar. Bu şekilde insanları ölüme gönderiyorlar. Bu insanlar da ölürlerse cennete gideceklerini düşünüyorlar ve intihar eylemleri yapıyorlar. Bunun bir sonucu olarak birçok yerde insanlar ölüyor. Suriye’de, Irak’ta her gün bu temelde ölümler yaşanıyor. Son olarak gördük; İstanbul’da da böyle oldu. Yani bu ayrıdır; kandırma ve kirli bir yöntemdir.

Apoculukta kişi cennete gitmek için değil, halkına hizmet etmek;  halkı özgür ve demokratik bir yaşamı yaşasın diye kendini feda etmektedir. Bundan daha büyük bir fedakarlık yoktur. Eğer bugün Kürt gençlerinde bu ruh gelişmişse, bu, zaferin işaretidir.

Bugün artık Zîlan ruhu halkın içerisinde de, gençlerin arasında da yayılmıştır. Artık binleri, on binleri bulmuştur. Bu elbette artık zaferin işaretidir. Zîlan zaferdir; Zîlanlaşmak zafer kişiliği haline gelmektir. Bunun için Önder Apo bu kadar sahiplendi; ‘Zîlan bizim komutanımız, bizler de onun emir erleriyiz’ dedi. Çünkü Zîlan zaferin yolunu gösterdi. Yani bu vahşi düşmana karşı bir insan nasıl bir zafer kazanır; nasıl kendini bir güç haline getirir, bunu gösterdi. Tabi bu bir tarzdır. Bu, Kürdistan tarihinde zaferin yolunu açan yeni bir başlangıçtır. Zîlanlaşmak böyle okunmalıdır.

Ayrıca bugün Şêx Seîd’in 47 arkadaşıyla birlikte idam edilişinin 91’inci yıldönümüdür. Bu vesileyle değerli insan Şêx Seîd’i ve beraberinde idam edilen bütün yurtseverleri saygıyla anıyorum. Şêx Seîd’in son söz olarak, ‘inanıyorum ki, ardımızdan gelenler, torunlarımız, bizi utandırmayacaklardır’ demiştir. Bugün Kürdistan’da gerçekleşen Zilanlaşma, Şêx Seîd’in torunlarının onu utandırmadığı, onun açtığı yolda kahramanlık destanı yaratarak sonuca gitmekte olduklarını göstermektedir.

Bir süre önce basına yaptığınız açıklamada, ‘Lice hedef gösteriliyor’ dediniz. Şuanda Lice’de yoğun operasyonlar var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Doğru. Sizin de belirttiğiniz gibi, bundan 10 gün kadar önce biz düşmanın Lice üzerine tehditler savurduğunu ve bazı kalemşorları yoluyla saldırının zeminini oluşturduğunu belirtmiştik. Bu bir plandır; Lice ve Amed halkının yurtseverliği derin olduğu için üzerine gitmek istediklerini, orada Kürt yurtseverliğini hedef haline getireceklerini, ezeceklerini ve ölümler yaşatacaklarını o zaman söyledik. Sömürgeci AKP rejimi şu an Lice’ye dönük her türlü yöntemle bir saldırı içerisindedir. Üstüne üstlük hiç utanmadan ve arlanmadan yalanlar söyleyerek, ‘orada kenevir ekiliyor; bunları temizlemek için gidiyoruz’ diyorlar. Bu büyük bir yalandır. Bu bahsi geçen maddeler savaş uçakları, tank ve top kullanarak, yine Kürdistan’ın coğrafyasını yakarak mı temizleniyor!

Ama Türk devleti Kürdistan’da hep bunu yapmıştır: Öldürmüştür, katletmiştir; bir de üzerine ‘onları yaşatmak için yapıyorum’ diyerek yalan söylemiştir. Bu, onlarda bir sanattır. Kış sürecinde saldırdıkları şehirler için hendekleri gerekçe gösterdiler. Peki Lice’de hendek mi var? O köylerde hendek mi var? O hendekleri gerekçe gösteren kesimler şimdi nerelerdeler? Dünyanın hiçbir yerinde bir şehirde 3 ay, hatta Sur’da olduğu gibi 6 ay sokağa çıkma yasağı görülmemiştir. Bu ne insanlık hukukunda vardır; ne toplumsal ilişkilerde vardır; ne de devlet-köle ilişkisinde vardır. Yine köylerde sokağa çıkma yasağı ilan edildiği ne duyulmuş, ne de görülmüş bir şeydir. Hatta böyle bir kavram bile yoktur. Köyde sokağa çıkmayı yasaklıyorsan, ‘köyde yaşamı öldürdün’ demektir. Çünkü köydeki yaşam, hayvancılığa, tarıma, sulamaya dayanır. Sen bunu yasakladığın zaman, orada yaşam kalmaz. AKP devleti şimdi böyle yapıyor; bir de hiç utanmadan arlanmadan normal bir şeymiş gibi gösteriyor. Açık ki tüm halkımızı Kürdistan’dan göçertmek, yeni Mecburi İskan Kanunu’nu bu biçimde hayata geçirmek istiyor. Soykırımın yeni uygulama biçimi bu tarzda yaşanıyor. Önceden propagandasını yaptılar, zeminini hazırladılar; şimdi de Kürdistan’ın dağlarını ve ormanlarını topa tutuyorlar, bombardıman yapıyorlar, köylerin etrafını çeviriyorlar, halka işkenceler yapıyorlar, insanlarımızı tutukluyorlar. Çünkü bu bölgelerdeki halkımız kimlik sahibi Kürtlerdir. Zaten saldırılarının esas nedeni de budur.

Bugün aldığımız bilgiye göre, Kervas’a bağlı Mehlê Mezraası’nda 2 insanımızı işkenceyle şehit etmişler. Zaten bunların bütün uygulamaları işkencedir; sokağa çıkma yasağının kendisi bile bir işkence çeşididir. Bu 2-3 gündür Çemê Alika Köyü ve etrafındaki köyler, yine Derxust, Cenezur alanlarında bombardıman yapıyorlar. Halkın bağını bahçesini topyekun hedeflemişler. Yine Sîsê’de bir şehitlik var. Hem bombalıyorlar, hem de vahşi yöntemlerle tahrip ediyorlar. Yani bunlar ağaçlarımıza, taşlarımıza, insanlarımıza, hayvanlarımıza düşman oldukları gibi, ölülerimize de düşmandırlar, şehitlerimize de düşmandırlar. Onurlu hiçbir şey bırakmak istemiyorlar. Şimdi Lice’de olan budur.

Amed Kürt siyasetinin merkezidir; onun kalbidir. Lice ise, sadece ilçe olarak değil bölge olarak, Amed’in yaşam motorudur. Eğer ki Amed Kürt siyasetinin kalbiyse, Lice onun atardamarıdır. Bunun için üzerine gitmek istiyorlar. Tarihte de, Şêx Seîd döneminden bugüne kadar Lice halkı her daim kimlik sahibi olmuş, onurlu duruş sergilemiş, bedel ödemiş ama tüm yönelimlere rağmen dik durmayı başarmış, kimliğini korumuş bir halktır. Bugün bu halk Apocu felsefe ile bütünleşmiştir. Apocu felsefe, Lice halkını yenilmez bir halk yapmıştır. Çünkü Zîlanların ruhunu bu halka aşılamıştır. Bundan dolayı AKP devletinin çabaları beyhude çabalardır. Onlar Lice halkını kıramazlar. ‘93’te de her yeri yakıp yıktılar, düz ettiler ama kimseye bir adım geri attıramadılar. İşte son belediye seçim sonuçları ortada! Yani Lice halkı onuruyla bir kimliği temsil ediyor. Bu kimlik Kürt kimliğidir. Bugün AKP faşizminin saldırıları bu kimliğedir; Kürt halkının onurunadır. Bunun için tüm Kürt halkının Lice’ye sahip çıkması gerekiyor. Lice’ye yapılan saldırı yalnızca Lice’ye yapılmamaktadır; saldırı Kürt iradesine dönüktür. Hiçbir Kürdistanlı bu katliama ve saldırganlığa karşı sessiz kalmamalıdır.

Dün Liceli anaların çağrısını dinledim. Mesajlarını aldık. Biz Şırnaklı anaların da mesajını aldık. Bizler bu ülkenin evlatları olarak, o güzel analara layık olacağız. Onların ahlarını yerde bırakmayacağız, çağrılarına cevap olacağız. Elbet bunun hesabı sorulacak. Bugün halkımızın bir direnişi var. Halkımız el ele vermeli ve bu temelde hareket etmeli. Şimdi Amed gerillası direniyor; eylemlerini geliştiriyor. Bizzat Lice ilçesinde yanıtını veriyor. Yine Mardin gerillasının yanıt verme çabası vardır. Her yerde gerilla hareket halinde; yine halkımız da hareket halinde. Yani sömürgeci-faşist-vahşi saldırılara karşı irademizle, insanlığımızla, direnişimizle ve gücümüzle gereken cevabı vereceğiz. Hiçbir hesap yerde kalmayacak ve kazanan mücadelemiz olacaktır.

 YPS 25 Mayıs’ta Şırnak ve Nusaybin’den geri çekildiğini açıkladı fakat sokağa çıkma yasakları devam ediyor. Bu sokağa çıkma yasakları ne zamana kadar sürer?

Daha önceden de belirttiğim gibi AKP’nin Kürdistan’daki sömürgeci-faşist uygulamaların, dünyada bir örneği daha yoktur. “Operasyonlar durdu” dediler ama yasaklar halen devam ediyor. Önceden Sur’da da böyle yaptılar; Cizre’de de böyle yaptılar; en son Gever’de savaştan sonra 42 gün daha sokağa çıkma yasağı devam etti ve o esnada tüm evleri yıktılar. Şimdi de Şırnak ve Nusaybin’de aynı çalışmayı yürütüyorlar. Yani tahribat yapıyorlar. Bunun için yasağı devam ettiriyorlar. Şırnak direnişinden Celal arkadaş ve beraberindeki bir grup yoldaş arkadaşlara ulaşmıştı. Bunlar Şırnak direnişinde baştan sona yer alan insanlardır. Belirttikleri şeyler de gösteriyor ki Şırnak’ta bir kahramanlık destanı yazılmıştır. Bir bu.

İkincisi ise, orada artık evler yıkılıyor. Yani savaşçılar oradan çıkmış ama düşman yine de evleri hedefi olarak görüyor ve evlere yöneliyor. Niye? Çünkü o evlerde YPS savaşçıları kahramanlık destanları yazdı. Onlar tıpkı Kobanê gibi buraların korunmaya alınıp müze haline getirilmesinden korkuyorlar. Bunun için tüm evleri düz etmek istiyorlar. Yoksa onlar da çok iyi biliyorlar ki orada bir şey yok. Bunun için temizlemek istiyorlar. Halkımızın şu an çektiği zorluk bu nedenledir. Şimdi halkımız Şırnak etrafında çardaklardadır. Ramazan ayıdır; bayram yaklaşıyor; insanlarımız perişan haldeler. Eğer bu devlet doğru düzgün bir devlet olsaydı ve bu halkı düşman olarak görmeseydi, bu şekilde devam etmesi mümkün olmazdı. Gözünü aç, Şırnak’ın, Cifana hattına ve Dêrgulê’ye bak; binlerce çadır-çardak açılmış. Oradaki insanlarımız perişandır. Bunlar da onların evlerini yıkıyorlar. Peki bu düşmanlık değil de nedir?

Başta Şırnak ve Nusaybin halkı olmak üzere bu süreçte Kürt halkının nasıl bir mücadele vermesi gerekiyor?

Halkımız daha örgütlü olmalı. Yani iradesini daha fazla meydana koymalı. Hem Lice’yi sahiplenmede, hem de Şırnak ve Nusaybin’de halkımız bunlara karşı iradesini daha fazla ortaya koymalı. Bir de dikkat ederseniz tüm dünya bunu izliyor. Çünkü bunlar basınlarıyla her şeyi ters yüz gösteriyorlar. Yalan söylüyorlar ve böylece hedef güncelleyerek yol açıyorlar; bu insanlık dışı şeylerle, insan haklarını ve evrensel hukuku ayaklar altına alıyorlar. Şimdi olan şey budur. Bu şehirlere sivil giremiyor; insanlar evine gidemiyor. Ancak askeri yöntemlerle gizli bir şekilde belki bir insan girebilir; yoksa halen bir kuşatma altındadırlar. Doğru; kuşatma güçlerinin bir kısmı belki çekilmiştir ama halen insanların şehirlere girmesine izin vermiyorlar.

Bu bir zulümdür. Halkımız bu zulme karşı durmalı. Şimdiye kadar büyük bir fedakarlığa tanıklık edilmiştir. Botan halkı, büyük bir fedakarlık yapmıştır. Nusaybin halkı büyük bir fedakarlık yapmıştır. Şimdi Amed halkı büyük bir fedakarlık yapıyor. Bu büyük fedakarlıkla Şırnak ve Nusaybin’de direnen insanlarımızı özellikle selamlıyorum. Gerçekten orada büyük bir kahramanlık ve fedakarlık gösterilmiştir. AKP devleti buna tahammül edemiyor. Bununla üstünü örtmek istiyorlar. Bu tahripçiliğinin, yalancılığının ve saldırganlığın nedeni budur.

Biz insanlarımızın iradeli olduklarını biliyoruz; her zaman gerekli fedakarlığı gösterebilirler. Burada ister halk olsun, isterse de savaşçılar olsun, kendi aralarındaki birliklerini ve iradelerini güçlendirmeli; umutlarını büyütmeli ve tek bir yöntemle değil, zengin yöntemlerle mücadele etmelidirler. Eğer böyle olursa inanıyoruz ki bir irade ortaya çıkaracak, düze çıkacak ve düşmana karşı kazanacaklar. Çünkü bugün bunun imkanları vardır. Halkımız bugün Önder Apo’nun perspektifleri ışığında ne yapacağı veya yapmayacağı hususunda netleşmiştir. Nasıl demokratik-özerk sistemini kuracak; nasıl kendi arasında ulusal-demokratik birlik ruhunu ve kolektivizmi geliştirecek; nasıl yaratıcılığı geliştirecek ve başaracak; bunların hepsi aslında belirlenmiş ve halkımız da bunların farkında. Hele hele bu kadar emeğin verildiği, direnişin yürütüldüğü ve tarihin yazıldığı merkezlerde inanıyoruz ki el ele verilirse başarılamayacak hiç bir şey yoktur.

İstanbul Atatürk Havalimanı’nın dış hatları terminalinde yaşanan patlamanın faili DAİŞ olarak görülüyor. Fakat halen resmi bir açıklama gelmedi. Neden DAİŞ Türkiye’de yaptığı eylemleri üstlenmiyor?

Çünkü DAİŞ, merkezi bir şekilde Türkiye’ye karşı bir savaş kararı almamış. Bu eylemleri de merkezi kararla yapmıyor. Onun için merkezi olarak üstlenmiyor. Burada oyun içinde oyun var. Bu derin bir plandır. Öyle göründüğü gibi değil. Bakın, bu 2 gündür CIA Başkanı’ndan uzman-danışmanlara ve birçok tecrübeli gazeteciye kadar bu olayı yorumlayan herkes, ‘bu AKP’nin suçudur; AKP önce bunları güçlendirdi, onlara yol verdi, Kürtlere karşı kullandı; şimdi de AKP bunlara karşı tutumunu değiştirdi; bu yüzden de bunlar Türkiye’ye karşı eylemlere başladılar” diyor. Bu doğru bir yorum değildir. Bu eylemler, DAİŞ’in merkezi olarak Türkiye’ye karşı savaş açması temelinde gelişmiyor. Zaten DAİŞ bunun için Türkiye içindeki eylemleri üstlenmiyor. Bu eylemleri DAİŞ’in içinde bulunan bir kol yapıyor. Bir tür özgün durumda olan bu kol daha çok Türk Özel Harp Dairesi’nin etkisi altında olan bir koldur.

Bunlar Türkiye’de önce, AKP’ye karşı olan güçlere dönük eylemler yaptılar. Amed’de, Suruç’ta, Ankara’da sol kesimlere, HDP’ye, Kürtlere ve hareketimize dönük saldırılarda bulundular. Ardından İstanbul’da Yahudilere ve Almanlara karşı saldırıda bulundular. Fakat bunların ardından Antep’te polise karşı bir eylem yaptılar. Şimdi de İstanbul’da hava limanında, özellikle de dış hatlar terminalinde yaptılar. Hep yabancıların bulunduğu yerlerde yapmaları ilginçtir. Bu yüzden dış hatlar terminali bilinçli seçilmiştir.

Doğru; bu İstanbul’daki eylemle birlikte DAİŞ eylemlerinde bir karakter değişikliği gözlenmektedir. Fakat sonuç önemlidir. Sonuç olarak bu eylemler AKP rejimine hizmet etmektedir. Başlangıçta DAİŞ, HDP, vb. güçlere dönük yaptığı eylemlerle, AKP’nin 1 Kasım seçimlerinde yüksek bir oy oranıyla yeniden iktidara gelmesini sağlamıştır. Öyle ki HDP’yi miting yapamaz duruma getirdiler; insanlarda korku yarattılar. Bugüne kadar binlerce örnekle ispatlandı ki, AKP’nin ve Suudi Arabistan’ın desteğiyle DAİŞ güçlendi ve bu düzeye geldi. Yani bu devletlerin politikalarından yararlanan DAİŞ, bugün dünyanın başına bela olacak bir düzeye gelmiş bulunuyor.

Bu durum örtülü bir biçimde, bir şekilde devam ediyor. Güçler birbirine karşı savaşıyor gibi görünse de, birbirlerini kollama durumu da vardır. Mesela, DAİŞ’in Cerablus’ta Türkiye sınırında 90 kilometrelik bir alanda iktidar olmasını kim sağlıyor? AKP. AKP rejimi engel olmasa, Rojava Devrim Güçleri DAİŞ’i buralardan atacak ama AKP rejimi kıyameti koparıyor, ‘Kobanê’den Fırat Suyu’nun batısına geçilmesin’ diyor. Fırat Suyu’nun batısında kim var? DAİŞ egemenliği var. Yani bunlar açıkça DAİŞ’i koruyorlar. DAİŞ şimdi Türkiye’yle olan bu 90 kilometrelik sınırı hem İstanbul’a gitmekte, hem de orası üzeri Avrupa’ya geçmekte kullanıyor. Yani eylem kanalları açıktır. Bunun nedeni de Erdoğan’dır, AKP’dir. ABD ve diğer uluslararası güçler ise, ‘Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate alıyoruz’ adı altında bu tür şeylere göz yumuyorlar. Bizce bu yanlıştır. Bunların Türkiye ile sınırları kesilmeden zayıflatılmaları mümkün değildir. Türkiye bu şekilde DAİŞ’e nefes veriyor. Rojava Devrimi’ne ve hareketimize DAİŞ’ten yararlanma ve kullanma adı altında bütün bunlar yapılıyor. Erdoğan ısrarlı bir biçimde bu çizgisinden vazgeçmiyor. Yöntem değiştiriyor, dil değiştiriyor ama aynı çizgiyi bir biçimde sürdürüyor. Bunlar, özel ve derin bir daire tarafından yürütülüyor. Bunun bilinmesi lazım.

Yani karşılıklı bir çıkar ilişkisi var...

AKP Kürtlere karşı DAİŞ’i kullandı ama DAİŞ de AKP’yi fazlasıyla kullandı. Bu gizli ilişkileri uluslararası düzeyde Erdoğan ve AKP üzerinde ciddi bir gölge yarattı. Şimdi bu gölgeyi kaldırmak istiyorlar. Çünkü mevcut durumda bütün dünyada DAİŞ’e yakın duran tek bir devlet kaldı; o da AKP devletidir. Öyle ki artık kimse Erdoğan’ı kabul etmiyor, adını da DAİŞ ile birlikte anıyorlar. İşte bu durumdan kurtulmak ve üzerindeki bu gölgeyi kaldırmak üzere bir plan devrededir. Bu eylemler bu çerçevede okunursa, daha erken sonuca ulaşılabilir. Diktatörlük ve iktidarcılık acımasızdır. Erdoğan iktidarını kalıcı kılmak isterken, 44 sıradan insan ölmüşse, bunun onun için pek de bir önemi yoktur. Bir talimatla Cizre’de bir anda 200 sivil insanın benzinle yakılarak öldürülmesi emrini veren bir anlayış, çıkarları için havaalanında 44 kişiyi de öldürür. Bunu bu çerçevede ele almalı. Bu gerçekliği doğrulayacak daha birçok şey vardır. Yani demek istediğim AKP tutum değiştirdiği için DAİŞ de AKP’ye karşı savaş ilan etmedi; DAİŞ böyle bir şey ilan etmemiş. Ortada DAİŞ içerisindeki derin yerlere bağlı özel görevli bir grup ile bir projenin yürütülmesi söz konusu.

Bu tür eylemler AKP’yi güçlendirmektedir. Zaten AKP de, Kürdistan’da yürüttüğü vahşetin üzerini örtmek için böyle bir şey arıyor. AB Bakanı’yla ilgili Türk bakanı hemen, ‘Avrupa bize yardım etmeli; bazı maddelerde gevşeme yapamayız, DAİŞ-PKK-PYD terörü”, bilmem ne diyor ve hepsini birbirine karıştırıyor. AKP rejimi, bu tür şeylerle kendisini DAİŞ’ten uzak göstermeye çalışmakta ve Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ne karşı da elini güçlendirmek istemekte. Bu derin odaklar bunu gerçekleştirmek istiyorlar. Çünkü bunu gerçekleştiremezlerse, ‘büyük bir Kürdistan kurulur’ diyorlar. “Büyük Kürdistan Küçük bir Türkiye anlamına geliyor. Bunun için önünü almak lazım; uluslararası alanda haklı çıkmamız gerekiyor” diyorlar. Bu onların kurgusudur. “DAİŞ 44 insan öldürdü (ki bunların önemli bir kısmı yabancıdır); siz de teröre karşı bize destek olun ki biz Rojava Devrimi’ni boğalım ve Kürt halkının devrimini tasfiye edelim“ demek istiyorlar. Aslında Kürdistan’da yaptıkları ve yapacakları katliamların üstünü örtme çabası içindedirler. Amaçları budur. Hatta Rusya ve İsrail’in peşinde koşmaları ve U dönüşü yaparak yaltaklanmalarının temel nedeni de budur. Bunların hepsinin nedeni Kürdistan ve Türkiyeli sol güçlere karşı destek toplamaktır. Şimdi Erdoğan, AKP rejimi ve derin devletin bütün korkusu Kürdistan Devrimi’dir. Kürdistan Devrimi’ni engelleyebilmek için bunların satmayacağı şey yoktur. Her şeylerini satarlar, namuslarını bile satarlar. Yeter ki Kürt devrimi dursun. Kürt devrimi demek, aslında Türkiye’nin de dönüşmesi, demokratikleşmesi ve iktidarlarının da sonu demektir.

Bakın; şimdi Minbic’de Suriye Demokratik Güçleri tarafından DAİŞ’e karşı geliştirilmiş bir kuşatma var. Ama AKP devleti gizli kanallardan, Cerablus sınırı üzerinden DAİŞ’i destekliyor. Bu şekilde Suriye Demokratik Güçleri’nin Minbic üzerindeki hamlesinin yenilmesini istiyorlar. Nasıl ki DAİŞ Kobanê’de yenildiyse ve onunla AKP de yenildiyse; şimdi onlar da Minbic’de Suriye Demokratik Güçleri’nin yenilmesini sağlayıp AKP’nin kazanmasını istiyorlar. Yani burada AKP’nin gizli ve çok derin bir planı vardır. Bu bir komplo teorisi değildir. Pratik çabaları ortadadır:

Birincisi, DAİİ ile Suriye muhalefeti arasında bir savaş vardı; bu savaş sert bir savaştı; DAİŞ Marê’yi kuşatmış Ezaz hattında ilerliyordu. Ama Türkiye araya girdi; Suriye muhalefeti ile DAİŞ arasındaki savaşı durdurdu; DAİŞ, Minbic üzerindeki kuşatmayı kırmak için oradaki tüm gücünü Minbic hattına çekti. Şimdi o güçler Minbic üzerindeki kuşatmayı kaldırmak için sürekli saldırılar yapıyorlar.

İkincisi, daha çok Türkiye’ye bağlı olarak hareket eden ve ÖSO adını kullanan El Nusra, Ehrar El Şam, İslam Ordusu gibi yapılanmalar var. Bunlar, Türkiye nasıl isterse öyle hareket eden güçlerdir. CIA’nın da bu kesimlerle belli bir ilişkisi vardır; fakat bunlar daha çok Türkiye’yi esas alıyor. Bu güçler, Türkiye’nin araya girmesiyle DAİŞ’le olan çatışmalarını bırakıp yönlerini YPG güçlerine çevirdiler. Şimdi bunlar Efrîn’de, Halep’te YPG’ye dönük saldırılar yapıyorlar ki, bu güçler Minbic hamlesine destek sunamasınlar. Şimdi her gün Şêx Meqsud’a dönük bombardımanlar yapıyorlar. Bugün de yapmışlar; 6’sı çocuk 12 sivil insan yaralanmış. Yine her gün Efrîn’de Cindirêsê hattına saldırıyorlar. Amaçları Efrîn ve Halep’teki güçleri oyalamak ve Daiş üzerindeki yükü hafifletmektir. Tüm bunlar Türkiye’nin talimatıyla oluyor.

Üçüncüsü ise, Türk devleti kendisi, şimdi her gün Kobanê ve Grê Spî sınır hattı boyunca orada bulunan Rojava Devrim güçlerine saldırı gerçekleştiriyor. Atışlar yapıyor, insanları yaralıyor. Bununla karşı tarafın da ateş açmasını ve yeni bir savaşın zeminini oluşturmayı amaçlıyor. En azından Rojava Devrim güçlerinin sınırı terk etmeyip Minbic’e gidememesini hedefliyor. Bunun tek bir amacı var: Daiş’e destek sunmaktır.

Şimdi Türkiye, DAİŞ’e resmi olarak bu yardımları veriyor. Bunlar sadece Minbic’de DAİŞ’in direnebilmesi içindir. Ayrıca geceleri tonlarca cephane geçiriyorlar. Daha ne yapsın!

Bu uygulamalar DAİŞ ve AKP devletinin ilişkilerini tamamıyla kesmediklerini gösteriyor. Bunun için de DAİŞ’in Erdoğan, AKP ve Türkiye’ye karşı savaş açtığı yönünde karar aldığı belirtilemez. Bu aşamaya ulaşmamıştır. Belki kendi aralarında bir sorunları var olabilir ama halen o düzeye ulaşmamış. Uluslararası güçler de bu gerçeği görmeli, uluslararası gözlemciler daha derin yaklaşmalıdır. Oyun derindir; bu oyunun derinliğini görmeliler.

Yine de kim yapmış olursa olsun; DAİŞ mi yapmış, DAİŞ içinde bir grup mu yapmış, AKP buna göz mü yummuş, her ne olursa olsun, orada savaşla hiçbir alakası olmayan masum insanlar öldürüldü. İnsan üzülüyor. Bu vahşi saldırıda yaşamını yitiren insanların ailelerine başsağlığı diliyorum. O insanlar suçsuzdular, orada bu faşist saldırganlar karşısında savunmasızdılar ve bu kirli savaşla alakası olmayan kişilerdir. Faşist zihniyete sahip kimseler böyle katliamcı ve ucuz yöntemlerle sonuç almak istiyorlar. Kan döküyorlar ve o kan üzerinden iktidarlarını kurmak istiyorlar. Kahrolsun, kirli iktidarları uğruna bu katliamı reva görenler! Bu gerçekten kirli bir şeydir. Biz bu eylemi sert bir şekilde kınıyoruz. İnanıyoruz ki er ya da geç gerçekler açığa çıkacaktır.

Son olarak vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Kürt Özgürlük Mücadelesi bugün önemli bir aşamaya girmiş bulunuyor. Bu dönem fedakarlık dönemidir. Bütün Kürt yurtseverleri bunun farkında olmalı ve buna göre çok daha fazla görevlerine sahip çıkmalıdırlar. Her yerde örgütlülüklerini geliştirmelidirler. Özellikle de metropollerdeki Kürtler hem kendilerini savunmalı, hem de sessiz kalmamalı, örgütlenmeliler. Eğer bugün Lice’de böylesi bir zulüm yaşanıyorsa, bu zulmü kendilerine yapılmış olarak görmeliler. Yani herkes gerçekten bu dönemi doğru okumalı.

Bu dönem artık kazanma dönemidir. Bu dönem özgürlük yürüyüşünü zafer yürüyüşü yapma dönemidir. Bunun için de özellikle Kürt kadınları, Kürt gençleri bu dönemde kendilerini çok daha sorumlu görmeliler. Bu temelde Zîlanların çizgisinde hareket etmeli, mücadeleye daha aktif katılmalı, gerillayı ve YPS’yi daha da güçlendirmelidirler. Artık dönem, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin Türkiye demokrasi mücadelesiyle birlik olması ve kazanması dönemidir. Tüm Kürdistan halkı bu dönemin farkında olarak hareket etmeli, uyanık olmalı ve mücadele saflarında bir şekilde mutlaka yerini almalıdır. O kadar şehrimiz yıkılmış. Birbirimize yardımcı olalım. Kürdistanlılar olarak yekvücut olmalıyız. Herkes birbirine sahip çıkmalı. İmkanı olan maddi yardım sunmalı, imkanı olan katılım yapmalı, imkanı olan çevresini örgütlemeli ve ikna etmeli ama herkes mutlaka bu dönemde ülkesi, dili ve onuru için bir görevi mutlaka yerine getirmelidir.

Bilinmeli ki, AKP devletinin halkımıza karşı geliştirdiği topyekun savaş ve tüm entrikalarının amacı, özgürlük mücadelesinin yükselişinin önüne geçmektir. Çünkü onlar yenilmekten korkuyorlar. Ama Kürt ve Kürdistan gerçekliği karşısında, Kürdistan Özgürlük Davası’nın gerçekliği karşısında bunlar ne yaparlarsa yapsınlar başaramayacaklar. Bugün Lice, Şırnak, Nusaybin halkımızın yürütmüş olduğu direniş gösteriyor ki Kürt halkı artık yolunu biliyor; yolu doğrudur, mücadelesi haklıdır ve kazanacaktır. Bu inançla tüm halkımızı sevgi ve saygıyla selamlıyorum, başarılar diliyorum.