GÖRÜNTÜLÜ

Mardinli yazarlar: Açlık grevlerini sahiplenelim, sesimizi yükseltelim

KHK ile kapatılan Kürt Yazarlar Derneği'nin Mardin Temsilciği yönetiminden olan ve Mardin'de yaşayan yazarlardan da açlık grevine giren tutsakların bu iradelerinin daha çok sahiplenip, ses olma çağrısında bulundu

Türkiye'de 20'nin üzerinde cezaevinde 200'e yakın siyasi tutsağın süresiz-dönüşümsüz girdiği açlık grevine toplumun her kesiminden ses olabilmek için tepkiler artıyor. KHK ile kapatılan Kürt Yazarlar Derneği'nin Mardin Temsilciği yönetiminden olan ve Mardin'de yaşayan yazarlardan da açlık grevine giren tutsakların bu iradelerinin daha çok sahiplenip, ses olma çağrısında bulundu.

Mardinli yazarlar cezaevlerindeki açlık grevine ve referanduma dikkat çekmek için ANF'ye konuştular.

‘MAZLUM DOĞAN VE HAYRİ DURMUŞ’TAN GÜNÜMÜZE…’

Ahmet Gezgez: Kürt halkı olarak zor bir süreç geçirdik. OHAL şartlarında gidilen bu referandumu demokratik ve doğru bulmuyorum. Çünkü Kürt halkının üzerinde ciddi baskı ve engeller oluşturulmuş durumda. Bu referandumda ‘Hayır’ diyecek bütün seçmenlere ve kesimlere de her açıdan baskı geliştirilmiş ve engeller oluşturulmaya çalışılıyor. Bu demokratik bir tutum değildir. Referandumun şartları ve koşulları kalmamakla birlikte, anlamını da yitiriyor. Bu duruma dair dillendirecek nice şey var ama her şeyden önce bu devletin Kürtleri tasfiye etme politikasını, zihniyetini artık bırakmalıdır. Artık Kürt halkının haklarının tanınması ve statüye sahip olması gerekiyor. Bildiğimiz gibi cumhuriyet kurulduğu zaman, bu adımla Kürtleri yok etme temelleri üzerinden oluşturuldu. Lakin 2002’den sonra Kürt halkında ‘belki mevcut inkar ve reddin biteceği ve Kürtlerin artık kabul görüleceği bir atmosfer oluşur umudu gelişti. Ama öyle görülüyor ki önceki zihniyet hiç değişmedi, aynı tutumla devam etti. Yani Kürtleri tasfiye etme, yok etme amacı bitmemiş bir şekilde devam ediyor.

Türkiye’de, 12 Eylül darbesinde cezaevlerinde büyük vahşetler yaşatıldı. O dönemde cezaevlerindeki vahşet ve işkencelere karşı Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin, Mazlum Doğan, Hayri Durmuş gibi direnişin ölümsüz sembolleri kendilerini feda etti. Ancak şimdi de 12 Eylül zihniyeti ve anayasaları yine Kürt halkı ve cezaevlerinde tutuklu bulunan siyasi tutsakların üzerinde işkenceyle, katletmekle, şehirlerini yakıp, yıkıp, talan etmekle başlamış ve devam ediyor. Umut ediyoruz ki bu referandumda ‘hayır’ çıkar da gerçek ve dürüst bir demokrasinin temelleri atılır. Çözüm sürecine yeniden başlanılır ve devletin, hükümetin eski zihniyeti ve tutumu biter. Demokrasi için, barış için, halkların kardeşliği için ve başta Kürt halkı ve diğer ezilmiş bütün etnik kimliklerin haklarına kavuşabilmesi için umut ediyoruz ki bu zihniyet artık değişir. Yoksa bu şekilde ne Türkiye için ne Ortadoğu için ne de Kürt halkı için bir fayda sağlar. Artık talan etmek, öldürmek, kadın cinayetleri, köylerin üzerindeki baskı ve ablukaların son bulması için ‘hayır’ diyoruz ve demeliyiz de.

‘BU SESİ SORUMLULARIN DA DUYMASI LAZIM’

Adil Başaran: Her şeyden önce şu an gündemde olan zindanlardaki durumdan bahsetmek istiyorum. Devlet zindanlarda bulunan tutsaklara ciddi bir zulüm yaşatıyor. Özgür düşüncelerinden kaynaklı, aralarında gazeteci, yazar ve eğitmenlerin de olduğu 9 binin üzerinde tutsak var. Maruz kaldıkları zulüm ve hak ihlallerinden kaynaklı Türkiye’deki onlarca cezaevinde 50 günün üzerindedir açlık grevine giren tutsaklar var. Hem tutsakların üzerindeki baskıların ve antidemokratik uygulamaların son bulması, hem de dışarıdaki halkın maruz kaldığı devlet baskılarının da artık bitmesi için tutsaklar açlık grevi eylemine giriştiler. Bütün halkımızın talep ettikleri şartların sağlanması için açlık grevine giren tutsakların sağlık durumlarının daha çok tehlikeye girmemesi için ses olması, sesini yükseltmesi gerekir. Devlet yöneticilerin de bu sesi duyması ve artık diyalog kanalının oluşturulmasına zemin sağlaması lazım. Mevcut sistemin baskılarına, zulümlerine karşı zindanlarda açlık grevine giren tutsakların birçoğu, başka zindanlara sürgün ediliyor. Şırnak, Amed ve Mardin’deki cezaevlerinde greve giren tutsaklar başka, uzak cezaevlerine sürgün edildi. Bu tutumla hem tutsak hem de ailesi ve yakınları cezalandırılmaya çalışılıyor.

Açlık grevi direnişinin olduğu bu süreçte referandum gerçeği de var önümüzde. OHAL ortamında seçim durumu söz konusu. Bana göre bu şartlarda gidilen seçimler adil değildir. Ayrıca halkın oylamasına sunulan anayasa değişikliğinin maddelerini mevcut iktidar kendi çıkarlarına göre dizayn etmiştir. Referanduma sunulan anayasa maddelerinin hiçbiri başta Kürtler olmak üzere diğer halkların haklarına hitap etmiyor. Bu yüzden bütün vicdan sahibiyim diyenlerin, halkların refahı ve kardeşliğini sağlanması bilinciyle sandıklara gidip oyunu kullanması gerekir.

Bugün Ortadoğu bir kazan gibi ateş üstünde kaynar durumdadır. Bu ateş veya ateşin çıkardığı bu dumandan etkilenmemek için de bu referandumda sağlıklı düşünmek lazım. Görüyoruz ki yasak olmasına rağmen kimyevi silahlar Kürt halkının üzerinde kullanılıyor. Daha dün kullanılan kimyasala karşı kimsenin sesi çıkmadı bile. Bu yüzden Kürt halkının Ortadoğu’daki kazanımlarını kalıcı tutabilmek için birlik ve beraberliğini sağlamalı, sağlam tutmalıdır. Eğer Kürt halkı bunu sağlamaz ve tedbirlerini almaz ise Qazi Muhammed’in yaşadığı sonucu yaşayacağız. Ortadoğu’dan Rojava gibi gerçek bir örnek var. Rojava’da DAİŞ gibi soysuz çetelerden arınan her yerleşimde bütün ırk ve kimlikler bir arada yaşıyorlar. Dikkat ederseniz bütün ülkelerden bu mücadeleye katılım gerçekleşiyor. Çünkü orada demokrasi ve eşitlik sistemi yaşanıyor, yaşatılıyor. İşte böylesi bir yaşam için bu referandumda, bu bilinçle oy kullanılması gerekiyor. Sadece oy kullanmak yetmiyor, oy kullanıldıktan sonra sandıklarına da sahip çıkılması gerekiyor.

‘BU TARİHİ DİRENİŞE SES OLMALIYIZ’

Eyüp Güven: Bugün çok hassas ve önemli bir süreçten geçiyoruz. Öyle ki ülkenin gündeminde referandum ve zindanlardaki direniş var. Ancak asıl önemli olan konu zindanlardaki açlık grevine giren tutsakların direnişi ve durumudur. Demokratik bir yaşam uğruna neredeyse iki aya yakındır süren bir eylemdir bu ve greve giren tutsakların sağlığı açısından tehlike arz ediyor. Bu tarihi direnişe bir sessizlik hakim ve Kürt halkının bu sessizliğini kırıp, greve giren tutsakların biran önce taleplerine kavuşması ve can kayıpları yaşanmadan son bulması için adımlar atması gerekiyor. Burada Alman bir rahibin yaşadığı durum aklıma geliyor: ‘Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim. Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudiler için geldiler, sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi değildim. Benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.’ Bu örnekte olduğu gibi, eğer ki bizler şimdi zindanda açlık grevine bedenini yatıran direnişçilere ses olmaz isek, sahip çıkmaz isek, yarın hepimize de ses olabilecek kimseler kalmaz. Bu yüzden kendi ve Kürt halkının hakkı için açlık grevine giren tutsaklara güçlü bir şekilde ses olmalıyız.

Bundan 400 yıl önce Kürt Filozofu Ehmedê Xanî şöyle demişti: “Ger dê hebûya me îttîfaqek / Vêkra bikira me înqiyadek / Rom û Ereb û Ecem temamî / Hem'yan ji me re dikir xulamî”-“Kürtler birlik olsaydı, Rum, Arap ve Acemler bize baş eğerdi”

Eğer biz Kürtler arasında birliktelik olsaydı, şimdiye kadar Ortadoğu’da, Mezopotamya’da Kürt halkının kendine özel ve bağımsız bir yaşamı olmuştu. Belki şu ana kadar şartlar oluşmadı ama bu referandum seçimi Kürt halkı için bir fırsattır. Bu fırsatı iyi değerlendirmek lazım. Ben oy kullanmazsam ne kaybedilir ki denilmemeli, bir oy bile bütün kaderi değiştirebilir. Herkes sandıklara gitmeli, oyunu kullanmalı ve oyunu kullandıktan sonra da sandığına seçim sonuçlanana kadar sahip çıkmalıdır.

‘80 DÖNEMİNİN RUHUYLA BİRBİRİMİZE KENETLENELİM’

Ramazan Kaya: Sırat köprüsü misali çok hassas bir süreçten geçiyoruz. Tarihe baktığımız zaman, anlıyoruz ki çoğu zaman sanki tekerrür ediyor. Bu içinde olduğumuz sürecin bir tarafında referandum konusu var, diğer bir önemli olan konu da siyasi tutsakların özgürlük için bedenlerini açlık grevine yatırmaları. Her ne kadar ikisinin de önemine vakıf olmak gerekir ise de önceliği zindanlarda gelişen bu soruna vermek lazım. Çünkü seçimler yaşamda daima vardır, referandumlar da olacaktır ve bu dünyadaki son referandum da olmayacaktır. Fakat diğer tarafta vicdan arayışı bizleri bekliyor. Nasıl ki 80’lerde zindanlarda asit kuyularına atarcasına ve üzerlerini betonla örerekten iradeleri eritmek, yok etmeye çalışmışlar ise de nasıl ki 30 yılı aşkındır o özgür tutsaklar direnip iradelerini milyonlarca bir halka enjekte etmişler ise, bugün de halk o 80 dönemi ruhunun aşıladığı özgür iradeye sahip çıktığı gibi, tekrardan dışarıya çıkartmalı ve güçlü bir duruşla mücadele vermelidir. Biz dışarıdaki halk olarak zindanlardaki çığlıkları değil, zindanlardaki sesleri duymak ve pratikte destek vermek ve ses olmak lazım. Vicdan arayışımıza illa tabutları sırtladığımız zaman mı gireceğiz? Özgürlük yolcularının tabutlarını görmeden, bir an önce vicdanımızı hakikat arayışına çevirmemiz ve bu direnişin sesini hissetmemiz lazım.

Diğer taraftan da birkaç gün sonra gerçekleştirilecek olan referandum da hakikat arayışında önemli bir yer edinmiş gibidir. Bütün halkaların son iki yıldır hem Kürdistan hem de Türkiye’deki şehirlerin yaşadıklarını takip etmiş ve kıyaslamışlardır. Bundan yola çıkarak zaten ülkede yaşayanların nasıl bir seçim yapacakları belli oluyor. Eğer ki halk bu son iki yıldır yaşadıklarından memnun ise, zaten bu durum aynen devam edecektir. Lakin buna inanıyorum ki Kürt ve Türk halkı son iki yılda yaşadıklarından razı değiller. Bunun için umutluyuz ki bu referandum seçiminde doğruluk, gerçeklik ortaya çıkacaktır. Ancak yine de zindanlardaki sese kulak verip, ona göre adım atmak lazım. Aksi halde insanlığımızın hiçbir anlamı kalmayacak, insanlığımıza dair soru işaretleri oluşacak ve bu soru işaretleriyle yaşadığımızı sanacağız.

‘İNSANLIK SUÇU İŞLENMEDEN TALEPLER YERİNE GETİRİLMELİ’

Ahmet Çelik: Şimdi Türkiye ve Kürdistan’ın gündeminde iki önemli konu vardır. İlki cezaevlerindeki açlık grevine giren tutsakların ulaştıkları gün sayısının 50 günü aşmış ve yaşamlarının tehlikeye girmiş olmasıdır. Diğeri de 16 Nisan’da gerçekleşecek olan referandumdur. Açlık grevine giren tutsakların talep ettikleri haklarına kavuşmak ve insanca bir yaşam içindir ve bunu sorgulamak için eyleme girdiler. Bu duruma karşı Türkiye çok büyük bir sessizlik içerisindedir. Hem Türkiye hem Avrupa hem de Kürt halkı bu duruma karşı hala yeteri kadar ses çıkartmış değildir. Kürt halkı ve Avrupa’daki kurumların acil bir şekilde sesini yükseltmesi gerekir. Çünkü varılan gün açısından greve giren tutsakların canları tehlikeye girmiş durumdadır. İnsanlarımız ölmeden, insanlık suçu gerçekleşmeden önce müdahale edilmesi gerekiyor.

Eğer ki ‘tek dil, tek devlet, tek şahıs’ diyecek isek oyumuzu ‘evet’ olarak kullanacağız. Fakat referandumdaki Kürt halkının oyu kuşkusuz ‘Hayır’ olacaktır. Çünkü bizler tek dil, tek devlet, tek renkliliği istemiyoruz ve tek şahsa da oyumuzu vermeyeceğiz. Biz Kürt halkı çok dillilik, çok renklilik ve bütün etnik kimliklerin kendi haklarıyla yaşamasını istiyoruz. Bundan önceki seçimlerdeki kirli oyunları ve hileleri bildiğimizden, buradan bütün halkımıza sandıklara muhakkak gidip oylarını ‘hayır’ olarak kullanması ve kullandıktan sonra da sandıklarına, oylarına sahip çıkması çağrısında bulunuyoruz.

Ben bir emekçi olarak KESK bir üyesiyim. Darbe girişiminden sonra KHK ile işimden ihraç edildim. Benim ki binlerce arkadaşım da hukuksuz bir şekilde işinden atıldı. Bundan kaynaklı KESK olarak da bu seçimde tavrımız nettir ve hakkımızı savunmak adına mücadelemizi de sürdüreceğiz.