9 Ekim komplosu Büyük Ortadoğu Projesinin ilk adımıydı
PYD Başkanlık Kurulu Üyesi Salih Muslim, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı hedef alan komplunun başlangıcı olan 9 Ekim'in, Büyük Ortadoğu Projesi'nin ilk adımı olduğunu söyledi.
PYD Başkanlık Kurulu Üyesi Salih Muslim, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı hedef alan komplunun başlangıcı olan 9 Ekim'in, Büyük Ortadoğu Projesi'nin ilk adımı olduğunu söyledi.
Kürdistan’ın askeri işgal saldırılarının yanı sıra büyük siyasi, ekonomik ve diplomatik saldırılarla yüz yüze olduğunu belirten PYD Başkanlık Kurulu Üyesi Salih Muslim, “Tüm saldırılara karşı mücadele hazırlığımız sürüyor. Ne kadar örgütlü olursak o kadar kendimizi koruyabiliriz” dedi.
Salih Muslim, 9 Ekim’in yıl dönümüne ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.
Yeni bir 9 Ekim’e yaklaşırken Kürdistan için birçok olayın yıl dönümü olan bu tarihin seçilmesinden günümüze yansımasına kadar ne söylemek istersiniz?
9 Ekim, kara bir tarih. Belki ilk zamanlarda 9 Ekim’in manasını tam anlamadık, ancak süreç ilerledikçe olaylar yaşandıkça ne olup olmadığı daha açık görülüyor. Bunun için 9 Ekim komplosunun yeni bir sürecin başlangıcı olduğunu söyleyebiliriz. Bildiğimiz gibi öncesinde hegemonik güçler, Büyük Ortadoğu’dan bahsediyorlardı. Görülüyor ki masaların arkasında büyük planlar yapılmış. Şimdi pratiğe geçen bu planlamalar, 9 Ekim'le başlıyor. Öncesindekiler hazırlıktı, 9 Ekim’de komploya başladılar. 9 Ekim’de Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan’a karşı bu komployu başlattılar.
Onu ortadan kaldırmak istediler. İstedikleri gibi olmadı ama sonuç olarak esir alındı ve Türkiye’ye teslim edildi. Bunun planlayıcısı Türkiye değildi ama bir aktördü. Uluslararası güçler bunu yaptı. Bugün bu komplonun amaçları daha net şekilde görülüyor. Komplo, sadece Sayın Öcalan’a karşı değildi, tüm Ortadoğu’ya karşıydı. Bu, Büyük Ortadoğu Projesi’nin ilk adımıydı. Bu adımla birlikte günbegün yeni hazırlıklar ve girişimler oldu. Irak’a saldırı ve dahası bir zincir halinde günümüze kadar geldi. Adana Mutabakatı da bunun bir sonucuydu. Suriye’yi teslim almaya dönüktü.
9 Ekim 2019’da ise Serêkaniyê ve Girê Spî’ye saldırdılar. Bir yıl sonrasında da yeni bir 9 Ekim’de bu kez de Hewlêr’de, Şengal üzerine anlaşma yaptılar. 9 Ekim’i sürekli seçerek bunu ‘sizleri yok ettiğimiz’ tarih olarak yapmak istediler ve buna devam ediyorlar.
Türk devleti ile Rojava arasında daha önce sizin de bizzat içerisinde olduğunuz bazı görüşmeler olmuştu. Ankara, bu görüşmelere ve ardından Rojava’ya dönük bu nefret söylemlerine neden başvurdu?
Karşıdakini yok etmeye cevaz veren tarihi bir mirasları var; ya içeriden ya da dışarıdan sözle, kılıçla, silahla yapıyorlar... 'Arap Baharı', Suriye’ye ulaştığı zaman Kürtleri kendilerine çekmek için birtakım girişimleri oldu. İlk önce bize ‘Merhaba’ demiyorlardı. 2012’ye kadarki süreç. Sonrasında bizim güçlendiğimizi ve kimsenin karşımızda duramadığını görünce bize karşı savaş halinde olmamak için ‘dostluk’ kurmak istediler. Biz de bölge halkının çıkarları için diyaloğa hep açıktık. Bu esasla Türkiye’ye gittik. Gördük ki bizi kendi askerleri yapmak ve kendi hizmetlerine sokmak istiyorlar. Biz bu oyuna gelmedik. Kimliğimizi ve sorunlarımızı kabul edin ve çözün dediğimizde bir sonuç olmayınca DAİŞ’i üzerimize saldılar. Bununla süreç tamamen değişti. Onların istediği gibi olmadı ve bize saldırmaya başladılar.
HEDEFLERİ SADECE ROJAVA DEĞİL
Nasıl Kürdistan sorununun birbiriyle bağlantılı olduğunu ve etkili olduğunu düşünüyorsak onların planı da sadece Rojava’ya karşı değil, tüm Kurdistan’a dönüktür. Bir Kürt nerede hakkını alıyorsa ona karşı düşmanlığını yapıyor. Kürt Halk Önderi'nin Demokratik Ulus ve demokratik toplum birliği projelerine karşılar. Türk hükümetinin, özellikle 2014’te belirlediği planlamalarının esas amacı Kürtleri yok etmek, Kürdistan Özgürlük Mücadelesini bitirmektir. Rojava’da olanlar da bu planlamanın bir parçası olarak gerçekleşiyor. Nasıl Kürdistan’ın her yerindeki kazanımların tüm Kürdistan için kazanım olduğunu söylüyorsak, onlar da Kürtlerin hiçbir yerde kazanım elde etmemesini istediklerinden düşmanlıklarını bu esasla sergiliyorlar.
Bu saldırıların bir politik karşılığının olduğu söylenebilir mi?
Doğru, evet. Bugün coğrafik olarak yapılan tüm saldırılar ve politikalar siyasi hedeflerine ulaşmak içindir. Zaten mesele de burada. Bu siyaseti yapanlar siyasi tedbirlerini de alıyorlar. Avrupa güçleri vb. Suriye sorunuyla ilgilenen tüm güçlere, ‘Bunlar teröristtir, onlara yaklaşmayın’ demişti. Bizimle iletişimi kapatmaları için her türlü şeyi yaptılar. Nereye gidiyorsak o kapı bize kapalı. Buna karşı mücadelemiz de halkımızı örgütlemektir, kendimizi ve demokratik projemizi herkese tanıtmaktır. Bizim güçlü mücadelelerimizin sonuç almaması için de ‘Aman kimseyle iletişime geçmesinler, diplomasi çalışmaları yürütmesinler, siyasi kazanım elde etmesinler’ amacıyla engel olmaya çalışıyorlar. Avrupa’da şimdiye kadar da orada kurulan kurumlarımızdan faaliyetlerimize kadar hepsi onların eliyle engelleniyor, yasaklanıyor. Tabii demokratik güçlerle iletişimlerimiz güçlü. Siyasetimizi bu doğrultuda yürütüyoruz. Devletler, çıkarları için bize yaklaşmıyor, çünkü Türkler onlara şantaj yapıyorlar. Rojava’yla ilgili çalışma yapan herkesi engelliyorlar. Mesela, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Parlamentosu orada resmi oturmamızı kabul etmiyorlar. Doğru, kurumlar olarak toplantılar yapıyoruz ama siyasi engel de yaratıyorlar. PYD olarak biz de Sosyalist Enternasyonal’in bir üyesiyiz ama bize ait ve Kürt sorununu anlatan bildirilerin çıkmasını engelliyorlar. Birleşmiş Milletler ve Suriye Temsilciliği gibi birçok kuruluşun bizi kabul etmemesi, Türk devletinin siyasi saldırılarının bir sonucudur.
Ankara’nın Şam ile görüşeceği iddiaları sürekli gündeme getiriliyor. Saldırılarla bir bağlantısı olabilir mi?
Türk faşizminin saldırılarının çok yönlü olumsuz etkileri var. Bu saldırılar kanunlara aykırıdır. Yasaklı silahlar kullanıyorlar, savaş suçu işliyorlar, insanlığa karşı soykırım suçu işliyorlar. Bunlar dışında da yaptıkları vahşi saldırıları var. Tüm bunlar toplumu etkiliyor. Uyuşturucu ticareti, demografik değişim için yaptıkları insan kaçakçılığı gibi tüm suçlar insanlığa karşı işlenen suçlardır. Türk devleti, hem kendi elleriyle hem de çeteleri aracılığıyla tüm bunları dünyanın gözü önünde açık açık yapıyor. Saldırıları sadece askeri noktalara karşı yapmıyorlar. Geçen yıl hastane, elektrik ve su istasyonları, petrol kuyuları gibi bölgenin alt yapılarına dönük gerçekleştirdikleri saldırıyla büyük maddi hasar yarattılar. Bize karşı böylesi bir vahşette bulundular. Şüphesiz bu saldırılar olmasaydı bölgenin durumu çok daha farklı olabilirdi. Bugün zorlandığımız konuları yaşamamış olabilirdik. Hem siyasi hem askeri hem diplomatik hem de ekonomik alanda vahşi saldırılarda bulunuyorlar. Son süreçte de rejimle görüşme girişimlerinde bulunarak bize karşı ortak bir saldırı başlatmayı amaçlıyorlar.
Tüm bunlara karşı Rojava yönetimi nasıl bir yol izliyor?
Rojava olarak tüm saldırılara karşı mücadele hazırlıkları içerisindeyiz. Askeri güçlerimiz savaşı yürütüp Asayiş güçleri uyuşturucu ticareti ve insan kaçakçılığı gibi işlenen suçlara karşı mücadele ederken halkımız da daha örgütlü bir şekilde güçlerine yardım edebilmeli. Halkımız ne kadar örgütlü olursa ekonomik, fikri, özel savaş gibi her türlü saldırıya karşı kendini koruyabilir. Bizim için önemli olan halkın örgütlülüğüdür. Düşman tarihten bu yana inançlar ve etnisiteler arasında çelişki yaratmak için çalışıyor, buna karşı duyarlı olmalıyız. Tüm halklar olarak birlikte yaşamaya ihtiyacımız var.