Kürtler Clinton’dan açıklama bekliyor

Kenya’daki kaçırmada ABD ve bizzat Bill Clinton’ın şüpheli konumda olduğu açıktır. Massimo D’alema’nın sözleri adeta suç duyurusu ve de belge gibidir. Bunun uluslararası hukuk açısından bir anlamı ve değeri var mıdır? Kuşkusuz bunu hukukçular bilebilir.

ANALİZ

Önder Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlesi’nin etkisiyle olmalı, 9 Ekim 1998 uluslararası komplosunun 26’ncı yıldönümü çok daha duyarlı, yaygın ve eylemli yaşandı. Komploya karşı 27’nci yıl mücadelesine çok daha örgütlü ve güçlü girildi. Başta Avrupa’nın belli başlı kentleri olmak üzere dünyanın dört bir yanında komployu protesto eden, İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı çıkan ve Öder Apo’nun fiziki özgürlüğünü isteyen kitlesel eylemler oldu. Kadınlar ve gençler öncülüğünde Kürt halkı ve dostları her alanda sokakları ve meydanları doldurdu. Kuzey ve Doğu Suriye halkları yediden yetmişe günlerce ayakta oldu. Kuzey Kürdistan ve Türkiye halkları ise net tutumunu ortaya koymak üzere 13 Ekim tarihini seçti.

Kuşkusuz 9 Ekim komplosunu protesto etkinlikleri içinde gerçekleşen en önemli bir olay, Önder Apo’nun 66 günlük Roma yaşamını konu alan belgeselin hazırlanıp yayınlanmasıydı. Bu konuda birçok şey biliniyor olsa da bilinenlerin böyle çarpıcı tekrarlanması bile sanki ilk defa duyuluyormuş gibi ilgi yarattı. Zaten bilinmeyen ve ilk defa duyulan önemli şeyler de vardı. Önder Apo’nun kaldığı evin gösterilmesi, Önder Apo ile son konuşma ve tartışmaları yapmış olanların gözlemlerini aktarmaları izleyen herkes de büyük bir heyecan yarattı. Açık ki söz konusu belgesel çalışmasını ve buna emeği geçen herkesi kutlamak lazım. Komplonun yaşandığı her yerde benzer belgeseller yapmak için özenle çalışmak ve sonuç almak gerekli.

Elbette belgeseldeki tüm konuşmalar çok değerliydi. Bunlar Önder Apo gerçeğini yansıttığı gibi, özeleştirel bir yaklaşımla yeni dersler çıkarmayı da içeriyordu. Belirtilenlerden Önder Apo’nun Roma’daki düşüncelerini, ruh halini ve heyecanını çok büyük ölçüde öğrenmiş olduk. Yine dönemin İtalya Başbakanı Massimo D’alema’nın kısa da olsa açıklama yapmış olması bazı yeni şeyleri duymamızı ve öğrenmemizi sağladı. Gerçi Önder Apo komployu çok yönlü olarak değerlendirip çözümledi, bütün bilgileri verdi ve derinliğine anlaşılır hale getirdi. Bu açıdan, komployu anlayıp değerlendirecek bilgi birikimine hepimiz sahibiz. Fakat yine de İtalya Başbakanı gibi dönemin en önemli aktörlerinden birinin ilk defa böyle bir açıklama yapması da oldukça önemliydi.

Dönemin İtalya Başbakanı Massimo D’alema’nın açıklamalarında doğal olarak biraz kendini savunma öndeydi. ABD’nin bilinen tutumu ve Avrupa’da bir Kürt Konferansı toplama planı karşısında dönemin Almanya ve Fransa yönetimlerinin olumsuz tavrı karşısında İtalya Yönetiminin siyaset yapma alanı iyice daralmıştı. Ancak politikada tekrar değil, yenilik ve yaratıcılık da vardır. Dönemin İtalya Yönetimi böyle bir yaratıcılık gösterebilir ve bunun mücadelesini çok daha etkili verebilirdi. Bunun yerine, sorunu kendi üzerinden atma tutumunu seçmiş olması, sonuçta komploya hizmet ederek onun bir aracına dönüşmeyi getirdi. Nitekim İtalyan siyasetinin ve sol çevrelerinin basiretsizliği ve öngörüsüzlüğü üzerine yapılan özeleştirel değerlendirmeler daha anlamlı ve önemliydi. Nihayetinde İtalya siyaseti ve solu elindeki büyük bir değeri koruyamamış ve de kaybetmiş oldu.

Massimo D’alema’nın, Önder Apo’nun Roma’dan çıkışı üzerine belirttikleri ilgi çekiciydi. Kendisinin dönemin Rusya ve Güney Afrika Yönetimleriyle görüştüğünü ve anlaşma yaptığını, Önder Apo’nun Rusya üzerinden Güney Afrika’ya gideceğini belirtti ki, sonucun bu biçimde olmaması söz konusu bilgileri tartışılır hale getiriyor. D’alema, yaşanan durumu Önder Apo’nun kararına ve Yunanistan İstihbaratındaki kişinin ihanetine bağladı ki, bu bilgiler bir yönüyle doğru olsa da doğru olmayan yanlış yönleri de vardır.

Örneğin, Önder Apo ikinci defa kendi isteğiyle Yunanistan’a gitmemiş, aslında buraya yönlendirilmiş ve de götürülmüştür. Yine Rusya-Tacikistan’da iken Ermenistan ve İran üzerinden Kürdistan’a gelmek istemiş, söz konusu üç devletin yönetimleri tarafından bu durum engellenmiştir. Önder Apo, şu iki hususu net olarak belirtmiştir: Roma’dan Rusya’ya geri dönerken, bunu Rusya Devleti adına verilen sözler temelinde yapmıştır. Yine Kenya’ya gitmeyi de Yunanistan Devleti adına verilen söz temelinde kabul etmiştir. Denebilir ki, iki durumda da verilen sözler hilelidir, dolayısıyla ciddiye alınamazlar! Ancak böyle olsa da D’alema’nın belirttikleri açısından dikkate alınmayı gerektirir. Gerçek olan, Roma’dan yola çıkıp Moskova’ya girerken Önder Apo’nun eski ilişkilerinden ve yaşamından kopartıldığı ve istihbaratın denetimine alındığıdır. Böyle olunca, D’alema dönemin Rusya Yönetimiyle anlaşma yapmış olsa bile, söz konusu anlaşmanın Rusya Yönetimi tarafından ve de daha Moskova’ya girilirken uygulanmamış olduğu açıktır. Bu da Massimo D’alema’nın ‘Anlaşma yaptığı’ sözlerini anlamsız kılmaktadır. Çünkü hayata geçmemiştir.

Massimo D’alema’nın kayda değer en önemli sözlerinden biri, dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’ın kendisini telefonla arayarak Önder Apo’yu Türkiye’ye vermelerini istediğine ilişkin söyledikleridir. Gerçi komploda ABD’nin belirleyici rolü bilinmektedir. Yine komployu bizzat ABD Başkanlığının kararlaştırıp yürüttüğü de bilinen bir gerçektir. Bu temelde, komplocu saldırı planının altında dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’ın imzası vardır. Planı Başkanlık danışmanları hazırlamış, Başkan imzalamış ve uygulamayı yönetmiştir. Planın uygulaması Dış İşleri Bakanlığı ve CIA tarafından olmuştur. Fakat herkes tarafından bilinen bu hususlar, mevcut haliyle resmiyette hala gizlilik kapsamındadır. Dönemin İtalya Başbakanı D’alema’nın 9 Ekim günü TV ekranlarında yayınlanan sözleri işte bu gizliliği ortadan kaldırması bakımından önemlidir.

Zira Önder Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999 günü Kenya’dan kaçırılmış ve Türkiye’ye götürülmüştür. Massimo D’alema, bu kaçırma eylemini yapanların Türkler olmadığına inandığını belirtmekte, açıkça söylemese de ABD’yi ve CIA’yi işaret etmektedir. Zaten Önder Apo da Kenya’da kendisini kaçıranların Türkler olmadığını, başkaları tarafından kaçırılarak Türk timine teslim edildiğini belirtmiştir. Açık ki burada görüşler çakışmaktadır. Önder Apo’yu Kenya’da kaçıranların Türkler olmaması ve kaçırılıp Türkiye’ye verilmiş olması, bu kaçırma olayında ABD’nin ve Bill Clinton’ın rolünü öne çıkarmaktadır. Çünkü ABD Başkanı Clinton’ın İtalya Başbakanı D’alema’dan istediği şey, Kenya’da kaçırma olayı ile gerçekleştirilmiştir. Bu durum, söz konusu kaçırma olayında ABD’yi ve dönemin Başkanı Clinton’ı şaibeli hale getirmektedir.

Kısaca Kenya’daki kaçırmada ABD ve bizzat Bill Clinton’ın şüpheli konumda olduğu açıktır. Massimo D’alema’nın sözleri adeta suç duyurusu ve de belge gibidir. Bunun uluslararası hukuk açısından bir anlamı ve değeri var mıdır? Kuşkusuz bunu hukukçular bilebilir ve sorumlu hukukçular üzerinde de durur. Burada bizim açımızdan önemli olan ise, D’alema’nın sözleri ardından Kürtlerin, dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’dan bir açıklama beklediğidir. Elbette bu açıklamanın da 26 yıldır yaşanan acıları sona erdirici mahiyette olmasını istemektedir. Nitekim günlerdir dünyanın dört bir yanında kitleler bunun için meydanlardadır ve bugün 13 Ekim’de de Kürdistan’ın merkezi Amed’de yüzbinler sokaklarda bu mesajı vermektedir.

Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’ın, 26 yıl önce imzaladığı Önder Apo’ya karşı komplo planı Kürt halkına çok büyük acılar yaşatmış, 26 yıldır Kürdistan’ı kan gölüne çevirmiştir. Kürtleri özgürlüksüz ve Türkiye’yi de demokrasisiz kılmıştır. Türkiye’yi faşist MHP tarafından yönetilir hale getirmiştir. Öyle ki, bugün görüldüğü gibi, Kürtler demokratik bir kitle eylemi bile yapamamakta, her şeyleri TC devletinin saldırılarına maruz kalmaktadır. Komplo sadece Kürtleri de değil, tüm Ortadoğu halklarını ve insanlığı da olumsuz etkilemiştir. Bu nedenle, günümüzde dünyanın dört bir yanında insanlar, kadınlar ve gençler, her renkten ve cinsten insanlar, sokaklara çıkıp Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü istemektedir.

Belli ki Önder Apo’ya saldırı kararıyla ABD siyaseti çok büyük bir haksızlık ve hata yapmıştır. Bugün Ortadoğu’da yaşanan çıkmaz da bunun ürünüdür. Bundan ABD’nin de faydası olduğu düşünülemez. O halde, bu duruma bir son vermek gerekir. Eski Başkan Clinton hala hayattayken ABD siyasetinin bu duruma bir çözüm getirmesi yerinde olur. Kürtlere yapılan haksızlığı düzeltecek bir çözümün herkese fayda getireceği açıktır. Kürtlerin de tüm insanlığın da beklentisi budur ve mücadelesi de bunun içindir.

Kaynak: Yeni Özgür Politika