Hakikat arayışçısı bir Apocu: Sinan Dersim

Sinan Dersim (Dalokay Şanlı), Dersim’in direngenliğini, Aleviliğin doğru ve hakikat felsefesini, Apoculuğun dünya görüşünü ve onun yaşam tarzını kişiliğinde bütünleştiren, ruhuna ve iç dünyasına yediren bir devrimci olarak hep yaşadı…

En hızlısıydı hepimizin
Hepimizden daha çok çalıştı
Hepimizden daha fazla yoğunlaştı
Hepimizden daha büyük devrime katkı sundu
Ve hepimizden daha önce zafer ipini göğüsledi…

***

Sinan Dersim,
Veya dağ ismiyle Sinan Mirxan,
Muhteşem bir yaşamın,
‘Altın çağ’ diyebileceğimiz bir zamanın,
Sınırsız güzellik ve doğrularla yoğrulmuş ahlaki-politik bir toplumun,
Ortak yaşamın ve ortak çalışmanın devrimcisiydi o…

Onu esas olarak devrimci yapan, ortaklaşmayı sağlayan, kolektif bir toplumun inşacısı yapan derin bir düşünce dünyasına, deryalar gibi zengin bir ruha sahip olmasıydı…

Tereddütsüz bir biçimde şunu söylemek mümkün: ‘Altın çocuk’, yeteneği, algısı, düşünce düzeyi ve adeta zekâ ile yoğrulmuş kişiliği gerçekten de sınırsız ve derindi. Tüm işlere, tüm çalışma alanlarına, her branş ve farklı mücadele kollarına her zaman ve her koşulda hazırdı ve daima da başarılı bir pratiğin sahibiydi. Kalıpçı, dogmatik ve statik değil, adeta akan bir ırmak gibiydi. Fırat kadar hızlı, akışkan ve hırçındı, ama Dicle kadar da sakindi. Yaratıcılığı da bundandı. Bu nedenle asla durgun olmadı ve hep dinmeyen bir akışa sahip oldu. Yaratıcı düşünceleriyle, yoğunlaşma düzeyiyle, pratik zekâsıyla altından çıkamayacağı tek bir çalışma alanı yoktu. Kapsamlı ve derin bir yeteneği vardı. Bu yeteneğini asla kendine saklamazdı. Etrafına, yoldaşlarına da yedirerek onları birer düşünce ve eylem insanı haline getirmek esas uğraşlarından birisiydi…

“Tüm boyutlarıyla kendini yetiştiren bir devrimciydi” diye bir söz var. O da Dersim’in direngenliğini, Aleviliğin doğru ve hakikat felsefesini, Apoculuğun dünya görüşünü ve onun yaşam tarzını kişiliğinde bütünleştiren, ruhuna ve iç dünyasına yediren bir devrimci olarak hep yaşadı ve hareket etti. Koparıcıydı, kafasında tasarlayıp planladığı ve inandığı şeyleri mutlak anlamda yapardı. Başarmadan durmaz, rahatlamazdı. “Her şey odaklanmaya bağlıdır. Odaklanırsan, yoğunlaşırsan, ‘ben bunu başaracağım’ dersen ve buna gerçekten de inanırsan, hani önderliğin dediği gibi ‘zaferi düşüncede kazanırsan’ başarılı olmaman için hiçbir neden yoktur” derdi.

Bir devrimcinin başarısızlığını asla kabullenmezdi. “Egemenlerin bile başardığı şeylerde biz nasıl başarılı olmayız” derken, aslında bir devrimcinin mutlak anlamda yetenekli ve başarılı olması gerektiğini vurgulamak istiyordu. “Mademki sömürücülerin, ezenlerin, hainlerin ve katliamcıların oluşturduğu sisteme karşı mücadele ediyoruz, o zaman bu mücadelemiz kapsamlı, çeşitli ve zengin olmalıdır. Bu mücadele sadece devrimci zor ile olmaz, her konuda üstün olmamız gerek. Beynimizle, zekâmızla, fikirlerimizle, kısacası her konuda üstün olacağız ki zaferi mutlak kılalım” diyen bir devrimci olarak hem büyük düşündü, hem büyük yoğunlaştı, hem fikir ve görüşleriyle gittiği her yerde örgütsel çalışmalarının önünü büyük açtı…

O BİR HAKİKAT YOLCUSUYDU

Dersim’den Türkiye metropollerine, oradan Romanya’ya, Romanya’dan Avrupa merkezine, Avrupa’dan özgür dağlara doğru bıkıp usanmadan yol aldı. Uzun ve engellerle dolu izlediği yol hakikat yolu olduğunu bildiğinden hiçbir zaman “yoruldum, daha nereye kadar” demedi. Tam tersine hakikat yolculuğunun kutsallığına inanarak yürüdü, bıkmadı, usanmadı ve hiçbir zaman hiçbir engele takılıp kalmadı. Zor koşullarda, çetin süreçlerde karamsarlığa düşmedi, muğlaklığı yaşamadığı gibi daha da netleşerek hakikate doğru yol almaya devam etti.

O yürüdükçe yolu açtı, yolu açtıkça daha fazla yoğunlaştı, yoğunlaştıkça hakikate daha fazla bağlandı. Hakikat kapısına ulaşmak ve o kapıdan geçmek için gerçekten de büyük emek sarf etti. O, o kapıya ulaşmanın tek yolunun ancak çalışmak ve büyük emek sarf etmek ile mümkün olduğunu bildiğinden hep çalışmayı esas aldı. Onun dünyası hakikat çalışması için bıkıp usanmadan yoğunlaşmaktı.

HİÇBİR ZAMAN TEREDDÜDE GİRMEDİ

O tasfiyecileri de gördü, onların duruşlarını da izledi. Ancak hiçbir zaman onlara kulak asmadı, onları mücadelede birer sinek misali gördü, sadece şunu söyleyerek geçti: “Onlar basit, sıradan ve zavallı kişiliklerdir. Ancak sinek misali mide bulandıranlardır, o kadar” diyerek, ahlaki politik-toplumun kuruluş sürecine daha fazla sarıldı. Devrimci mücadele yaşamında hep net durdu, yürüyüşü keskin, zor süreçlerde asla yanlış düşünmedi, hep hareketini ve bilge insanı temsil etmesini bildi. Çünkü Kürtlerin ve insanlığın kurtuluşunun orada olduğunu biliyordu, buna tüm kalbiyle inanıyordu. Bu nedenle gece gündüz demeden çalıştı. Nerede bir eksiklik varsa onu gidermeye, nereden bir boşluk varsa orayı doldurmaya, nerede bir eğitim varsa orada, nerede bir yardımlaşma ve ortak çalışma alanı varsa o orada her zaman hazır ve nazırdı. Fedakârlığı ile bilinen bir devrimciydi. Kendini gerçekten de feda eden bir Apocuydu.

Fedakârlığı sadece fiziki olarak kendini feda etmek olarak ele almadı, bunu dar bir yaklaşım olarak görürdü. “Önemli olan yaşarken ve mücadelenin içindeyken tüm gücümüzü kullanmak, kendimizi akan bir ırmak gibi devrimin hizmetine sunmak, nerede bir aksaklık varsa orayı düzeltmek ve nerede bir kavga varsa orada yer almak, yoldaşlarla yoldaş olmak, mücadele azmiyle daima ama daima yürümek ve ağlayıp sızlamadan partili gibi yaşamaktır” diyen çok özel bir devrimci olarak yaşamasını bildi. Ona göre fedakârlık çok çalışmak, sınırsız ve karşılıksız bir biçimde mücadelede yer almak ve doğrular temelinde kavganın en ön saflarına geçmekti. O bunu düşündü ve bunu yaptı…

Onu sevmeyen, ona saygı göstermeyen tek bir kişi yoktu. Herkes onunla aynı ortamda, aynı alanda görev almak isterdi. Çünkü o gerçekten de hem yoldaşlığın ruhuna göre yaşardı, hem çalışkandı, hem sorunları çok kolay çözebilen bir yeteneğe sahipti, hem de onunla çalışmak büyük bir zevkti. Onun yanında, felsefesinde ve çalışma tarzında karamsarlık, çözümsüzlük, tıkanmışlık, olmazlık diye bir şey yoktu, olamazdı.

Saf, temiz, duru ve güzel yaşadı, doğru oturup doğru konuştu. Yoldaşlarına yoldaş, dostlarına dost, düşmanlarına düşman oldu. Doğru düşünce ve doğru bilinciyle gerçekten de dolu dolu yaşayan bir devrimci olarak Kürdistan devrim tarihinin en özge yerinde taht kurmayı başaran ender devrimcilerden birisi oldu.

O Dersim’in büyük komutanı, Özgürlük Hareketi’nin yetiştirdiği büyük erdemli kişiliği ve yeteneğiyle halkın gönlünde taht kuran komutan Atakan’ın öteki yüzüydü. Atakan gibi düşündü, konuştu, yoğunlaştı ve şahadete ulaştı. Eleştirileriyle, düşünceleriyle yorum ve değerlendirmeleriyle Kürdistan ve Türkiye devrimine büyük katkılar sundu. Aslında o kirli olan kapitalist sistemin içinde asla lekeye, kire bulaşmadı, tıpkı bir lotus çiçeği gibi yaşamasını bildi…

KAPİTALİST SİSTEMİN MERKEZİNDE ONA KARŞI MÜCADELE YÜRÜTTÜ

Yıllarca Avrupa çalışmasını yürüttü. Kapitalist sistemin anayurdu, onun beyni ve ruhu olan Avrupa onu zerre kadar bozamadı. İşte burada, bu merkezde, bu sistemin orta yerinde yıllarca faaliyet yürütmesine rağmen ondan etkilenmedi, burada bir lotus çiçeği olarak özgür mekânlara, kekik kokulu dağlara, Atakanların, Delillerin, Beritanların, Ape Hüslerin, Demhatların, Azêlerin ve daha nice kahramanlarının ayak izlerinin hala belirgin bir biçimde var olduğu dağlara mekan kurdu. “Benim mekânım dağlardır” dercesine tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi burada da büyük düşünerek, büyük çalışarak, büyük yoğunlaşarak ve büyük sorumluluklar alarak, Kürdistan ve Türkiye devriminin kaderini belirleyecek kadar büyük bir emeğin sahibi oldu...

Dersim’de katledilen binlerce erkek ve kadının keskin kılıcı olarak yetiştirdi kendini. Dilden dile dolaşan Dersim soykırımının anlatımlarıyla büyüdü. Nereye gittiyse Dersim soykırımını duydu, dinledi ve hepsini, ama hepsini hafızasına kazıdı. TC askerlerinin eline geçmemek için saçlarını birbirilerine bağlayarak kendilerini uçurumlardan atan Dersimli kızların trajedilerini, hamile kadınların karınları deşildiğine dair anlatımları, çocukların mağaralarda zehirli gaz ve dumanla acılar içinde boğulduklarına ilişkin anlatımları duyduğunda daha çocuk yaşta olmasına rağmen büyük öfke duydu. Ve bu kanlı, trajedi, vahşet ve soykırım dolu anılar ile büyüyerek devrimcileşti. Bu bilinçle, bu öfkeyle, bu ruhla Apocu oldu, Özgürlük Hareketi’nde büyük sorumluluklar aldı ve Koçgiri’nin, Şeyh Seyid’in, Ağrı’nın, Dersim’in ve daha onlarca soykırımın intikamını almak için kendini büyük bir intikam kılıcı haline getirdi. O son nefesini vermedi, hala bizimle, hala keskin bir kılıç, hala büyük bir komutan ve büyük bir devrimci olarak, Atakan’ın arkadaşı, yoldaşı olarak hep bizimle birlikte olacaktır…

Söz onurdur onuru asla çiğnetmeyeceğiz…

Kaynak: Yeni Özgür Politika