Dağ’dan gerilla notları...-İZLENİM

Güney Kürdistan’daki birkaç günün ardından dağlara doğru yol alıyorum. Dağın renklerinin en güzel mevsimi sonbaharın daha ilk günleri.

Dağ yolundayız.

Yazdan arta kalan sıcaklık sararmış otlar ve köy evleri önündeki meyve bahçeleri, köy çocuklarının yolun kıyısında koşuşturmalarına bakınıyorum. Gök tozlu mavi. Toprak sararmış otların renginde...

Güneşin kasıp kavurduğu ılık nefesi içime çekiyorum.

Dağların eteklerinden doruklarına meşe ağaçları, kayalıklara gözüm değiyor. Kürdistan’ın köyleri... Çocukları, yaşlı erkek ve kadınları. Köyler...Ve dağlardan coşku ile akan ama kurumuş otlar ve çatlamış topraklar içinden sızı ile akarında olan ırmaklardan geçiyoruz...

‘Unutursak kalbimiz kurur’ sözünü anımsıyorum. Acı ile başımı arabanın camına yaslıyorum.

Yazın sisi... Sonbaharın renkleri...

Dağa varacağım. Kentin duygularından film şeridi gibi bir hatıra topluluğu...

Siyasetin dar alana sıkıştırılmış gündemi, insanların merak ettikleri sorular, o sorulara yanıtlar, gerillalar, onların yaşamı, onları sözleri...

Düşünüp duruyorum. Sonra duraksıyorum. Düşünüyorum...

Dağa, dağlara vardığımda ilk kimi göreceğim, hangi hatıralar kendini hangi mekanda gösterecek merakı belleğimde şekilleniyor.

Arabamız Kandil eteklerine tırmanıyor. Rojava devriminin efsanevi savaşçılarından Ebu Leyla ve her ezgisini dinlediğimizde dağın duygusunu içimizde hissettiğimiz o kutlu sesin sahibi savaşçı Delila’nın posterleri bizi karşılıyor. ‘Bu posterler dağların kadir kıymet bilen duygusu’ diyorum içimden.

Ve Solin Bebek ile ailesi... Dağ unutturmuyor. Unutursak kalbimizin kuruyacağını bize hatırlatıyor...

HPG Asayiş noktasında genç gerillalar, sıcak selamlarıyla içimizi serinletiyor. Kaç hava saldırısına, kaç yüz uçağın bombardımanına maruz kalan bu mekanın, dağın en direngen yeri olduğuna defalarca tanıklık etmiştim. O kadar bombardımana rağmen dimdik duruyor dağın bu parçası... Ve Solin Bebek... Yaşasaydı kaç yaşında olurdu... Annesi onu nasıl severdi, o annesini nasıl severdi... İçimi acı bir duygu kaplıyor. Bu dağlara Solin bebeğin de kanı karışmıştı. Solin gibi Ceylan’ı, Uğur Kaymaz’ı, Berkin Elvan’ı, Roboskili çocukları ve diğerlerini anımsıyorum.

Gerilla selamı ile kendime geliyorum. Elinde silahı, belinde ömrünün uzunluğundaki kuşağına cephanesini saran Kürdistani genç gerilla gözümde Solin bebek, Ceylan, Uğur ve Berkin oluyor... O genç gerillalar çocukların dağdaki çığlığı oluyor...

Ve Kandil eteklerindeki köyler... Ki o köyler ki her acıya ve her direnişe tanıklık etmiş... Mekanın da bir ruhu var. Dağın ruhu... Nar bahçeleri, üzüm bağları, incir ağaçları, çeşmeler, çeşmelerin önünde nane, reyhan kokusu... Ve hala doğallığını koruyan köy hayatı. Bizi kendi kökümüzle barışık kılan o duyguyu veriyor. Anavatan Kürdistan’ın cennet köşesi köyler.

Ve ahde vefa duygusu ile Mehmet Karasungur Şehitliği’ne gözüm ilişiyor. Dört parçadan, dağların doruklarından, Kobane, Kerkük, Şengal, Rojhilat ve diğer parçalardan yaşamlarını yitirenler, uğruna öldükleri toprağın örtüsü altından mavi göğe ve yıldızlara bakıyorlar...

Tepelere ilişiyor gözlerim. Dört mevsim farklı güzellikte olan tepelere.

Ay ışığı ve şenlik ateşlerinin etrafındaki devrim ve en güzel sevgi şarkılarını anımsatıyor o tepeler...

Halil Uysal’ın ‘Kani Cenge’ yazısını, devrimin karşı devrim ile kavgasını ve amansız bir yol yürüyüşünü.

Dağın duygusu... İçime çekiyorum. Bademler ve üzüm bağları. Bir gerillanın yoldaşından ayrıldığında o patikada bıraktığı duyguyu. Dönünce, gelince gördüğü göremediği her şeyin tanıklığını bu dağlar yapar.

Gerillalar, bir halkın özgürlük duygusu olmanın ötesinde geniş bir coğrafyaya yayılmış halkların umudu olduğunu biliyorlar. Tabii ki, bağımsız, özgür ve demokratik Kürdistan için dağlara çıkan gerillalar, nerede halk üzerinde bir tehlike görseler oradaydılar ve yine orada olacaklarını biliyorlar. ‘Bağımsızlığı’ tek bir partinin dar siyasi taktiklerine kurban etme durumunda değiller. Kürdistan’ı ve halkı korurken Şengal, Kerkük, Kobane, Rakka, Dersim, Botan, Karadeniz, Amanoslar ve kentlere uzanan direnişlerinin insanlık direnişi olduğunun farkındalar. Artık sadece bir ülkenin, bir halkın özgürlük umudu olduğunu biliyorlar. Ve zaten gerilla birliklerine girdiğinizde Kürt, Alman, Türk, Arap gençlerle karşılaşır ve onlarla kısa sohbetinizde her şeyi bütün çıplaklığı ile anlarsınız.

Ve herkesin her zaman merak ettiği, ‘O kadar hava saldırısı, insansız keşif uçakları, ajan sürülerine rağmen gerillanın durumu nedir?’ sorusuna yanıt, genç gerillaların gülümsemesi oluyor. Devletin yalanı ile hayatın gerçeğini dağlarda görürsünüz. İçinizde taşıdığınız korkuyu gördüğünüz, dokunduğunuz ve konuştuğunuz ilk gerilla siler atar. Ve gerçekten de ‘Halkın umudu’ gerilla sözünün bir ezgiden ibaret olmadığını orada, dağda öğrenirsiniz. Cesaretiniz büyür ve direnciniz artar.

Siz bakmayın 7 gün 24 saat devletin medyasında atıp tutanlara. Gerilla, 2017 yılını da büyük bir direniş ve eylemle atlattı. Devlet kaybetti... Böyle diyor gerillalar. Savaşçılar ve komutanlar örnekleri ile anlatıyor olup biteni.

Soysuz Süleyman Soylu’nun ‘bitti bitecek’ sözleri gerilla için alay konusu. Soysuz Süleyman da önceki içişleri bakanları gibi tarihin çöp sepetine girdi. Zaten dağlardaki patikalarda yürüdüğünüzde, gerillaların mevzilerini gördüğünüzde kentlerdeki huzursuzluğunuz biter, içinizde güzel bir huzur ve özgüven gelişir.

Ve belki de en önemli bir farklılık, gerilla artık Kürdistan’ın sınırlarını aşan büyük bir devrimci güç olduğunun farkında. Gerillanın öncülük ettiği direniş ve devrime Kanada’dan, Avusturalya’ya, İngiltere’den Almanya’ya, ABD’ye, Portekiz ve İspanya’ya kadar birçok ülkeden katılan gençlerin gerçekliği de bunu gösteriyor.