İki şehidin babası

Sonbaharın keskin rüzgarları dağların kayalıklarında uğuldamaya başlamıştı yine. Uzaktan kulaklarımıza değen mermi sesleri, rüzgar sesleriyle karışıyor ve bir ıslık sesi gibi yüreklerimizin umudunu sıyırıp geçiyor...

Her yerde çatışma izleri, taşlara dokunan, kayalıklarda resmedilen hatıraların, yaşanmışlıkların örtüsü. Hava soğuk, patikalardan ilerliyoruz bir grup arkadaşla. Rüzgarın keskinliği yüzümüzü soğukla birlikte kırmızının her tonuna dönüştürüyor. Güneş tepelerin ardından kaybolmaya başladığında günün gölgesi düşüyor yollarımıza. Karanlık basmadan bir noktaya ulaşmanın telaşındayız.

Yıldızlar yavaş yavaş karanlığı delmeye başladıklarında artık bir noktaya yetişebildik. Gittiğimiz noktada birkaç erkek arkadaş ve iki eski milis vardı. Hepsiyle tek tek selamlaştıktan sonra, büyük bir çadıra aldılar bizi, 'Alaattin' dedikleri soba zar zor etrafında oturanları ısıtıyordu. Biz çadıra girince arkadaşlar yüzümüzdeki soğuğun kızıl tonlarını görünce bizi sobanın yanına oturttular. Orada bulunan arkadaşları tanıyorduk. Devrim mücadelesinin farklı alanlarında daha önce birlikte kaldığımız arkadaşlardı. Diğer iki milis arkadaşı ise tanımıyordum. İkisi de Maxmur’dan arkadaşları ziyaret için gelmişti.

Arkadaşlarla sıcak bir sohbetin orta yerinde bulduk kendimizi. Milis arkadaşlar da gelip yanımıza oturmuştu. Onlar bu mücadelede yaşamış oldukları zorlukları acı bir tebessümle bize anlatmaya çalışıyordu. Bizler de bu mücadelenin yürüyüşçüleriydik ve kendimizi adamıştık, onlar da bu mücadeleye bedel vermişlerdi ve çocuklarını, kendi hayatlarını adamışlardı. Daha birçoğumuz dünyaya gelmeden önce bu mücadelenin içinde yer almışlardı. Onlar, bu mücadelenin birer tarihiydi. Her sözleri bizi Botan’a, '80’li yıllara götürüyordu.

Sohbet gece ilerlerken daha bir koyulaşıyordu ve birbirimizi daha çok tanımaya başlıyorduk. Bir ara gözüm kısa boylu, esmer ama saçlarına aklar düşmüş Erdal isimli milisin yüzüne takıldı. Yüzüne aşinaydım sanki. Ama daha önce onunla hiç karşılaşmadığımdan da emindim. Neden bu kadar sıcak ve tanıdık geliyordu bana? O kadar çok bakmışım ki yüzüne, Erdal arkadaşın dikkatini çekti; “Heval, bir şey mi oldu" diye sordu sonunda. “Heval, kusura bakma, seninle karşılaşmamışız hiç ama yüzün bana hiç yabancı gelmiyor, o yüzden baktım” dedim. Birden gözleri nemlendi. “Oğlum bana çok benziyordu, belki ona benzetmişsindir” dedi. Oğlunun adı Zindan’dı. Zindan arkadaşı tanıdığımı hatırladım. Erdal arkadaş onun babasıydı, o yüzden bu kadar dikkatimi çekiyordu.

Sohbet derinleştikçe Zindan arkadaşı da yeniden anıyor ve sanki hiç şehit düşmemiş gibi ondan bahsetmeye başlıyoruz. Zindan arkadaşla 2008-2009 yıllarında Behdinan alanlarında birlikte kalmıştık. Çok fedakar ve emekçi bir arkadaştı. Yoldaşlığa olan bağlılığı onu Kuzey'e yöneltmişti. Kuzey’de büyük bir direniş sergilemişti ve 2016’da Botan’da şehit düşmüştü. Ondan bahsederken bazen gülümsüyoruz, bazen hüzün buğulanmış fotoğrafıyla gözümüzde canlanıyor. O arada Viyan adındaki yanımdaki diğer kadın arkadaş kalkıp çay getirmeye gitti. Erdal arkadaş onun arkasından bakarken dalıp gitti. Viyan arkadaş karşımızda gülümseyerek çay doldururken, “Kızıma çok benziyor” dedi, Erdal arkadaş. Orada anladım ki, kızı da şehit düşmüş. Zindan arkadaş geçtiğimiz yıl Kuzey'de şehit düşmüştü, kızı Sarina ise Şengal’de şehitler kervanına katılmıştı.

Bütün gece Sarina ve Zindan arkadaşlar sohbetlerimize konu olmuştu. Erdal arkadaş bütün gece, Viyan arkadaşa her baktığında kızına olan özlemiyle gözlerindeki buğuyu akıtmadan konuşmaya çalışıyordu. Gece ilerliyordu ama bir türlü sohbetimizi kesip yatmaya gidemedik. Savaş uçakları üzerimizden geçip alanda vuruş yapmaya başlamıştı. Uçak sesleri ile vuruş sesleri kulaklarımızı uğuldatıyordu. Uçak sesi her geldiğinde Erdal arkadaş, Viyan arkadaşı arkasına almaya çalışıyordu korumak için. Biz de acaba arkadaşlara bir şey olmuş mudur kaygısıyla hangi alanları vurduğunu görmek için dışarıya bakmaya ve tahminler yürütmeye çalışıyorduk. Fakat Erdal arkadaş, “Heval, ne olur kendinizi koruyun. Siz biliyor musunuz, her gün televizyonda şehit arkadaşların fotoğrafları verildiğinde biz ne hale geliyoruz... Her gün bizim evlerimize, o fotoğrafları gördüğümüzde ateş düşüyor” dedi. Onun o acıyla dolu sözlerini duyunca hepimiz gelip yanına oturduk. “Heval, sizler bizim hevalimizsiniz ama diğer yandan benim kızlarım, oğullarımsınız. Benim Zindan’ım da Sarina’m da sizsiniz. Bana bir evlat acısı daha yaşatmayın" deyince, savaşın gürültüsü kulaklarımızdan silinmişti. Sadece Erdal arkadaşın acıyan yaraları kalmıştı yüreklerimizde. Oğul tadında, kızı tadında yoldaşlıklar yapmak isterdik onunla. Viyan arkadaş, Erdal arkadaşın yanına oturup, “Sizler için savaşıyoruz, sizleri üzmemek için elimizden geleni yapacağız” dedi. Erdal arkadaş da yanıt verdi: "Yoldaşlarımsınız, çocuklarımızsınız. Kendinizi koruyun ki, yarın çocuklarımızın, bizlerin ödedikleri bedellerle devrime analarınızla, babalarınızla yürüyelim. Bu devrim hepimiz için."

Uçaklar gittikten sonra hepimiz yerlerimize geçtik. Hepimizin aklında Zindan, Sarina ve bu devrimde mücadele edip bedel veren insanlarımız vardı.

Sabah olduğunda, Bager arkadaşın 'rojbaş' sesiyle uyandık. Hep birlikte kahvaltı yaptıktan sonra yola çıkma zamanıydı. Bütün arkadaşlarla vedalaştıktan sonra sıranın sonunda duran Erdal üçümüze de baba gibi, yoldaş gibi sımsıkı sarıldı.

Artık ayrılma vaktiydi. Biz o sisli patikadan adımlarken o ise hâlâ uzaktan bize el sallıyordu.

Devrim mücadelesinde bir daha karşılaşır mıyız Erdal arkadaşla bilmiyorum ama, hepimizin tek isteği, özgür yarınlarda çocukların, anne, babaların umudu olan hakikati yaşatabilmektir.