Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik 9 Ekim Uluslararası Komplosu’nun 26. yıldönümünde ANF’ye konuşan İHD Eş Genel Başkanı Hüseyin Küçükbalaban, komplonun en önemli ayaklarından birinin İmralı tecridi olduğunu vurguladı. İmralı Yüksek Güvenlikli Hapishanesi’nde Öcalan’a uygulanan özel tecrit sisteminin gelinen noktada yeni inşa edilen kuyu tipi hapishanelerle yayıldığını kaydeden Küçükbalaban, “Bu sürdürebilir bir politika değil. Çünkü Kürt meselesi aynı zamanda bir insan hakları meselesi. Abdullah Öcalan’ın durumu da hem mahpus hakları hem de Kürt meselesinde en önemli aktörlerden biri olması boyutuyla, bir insan hakları meselesi ve demokrasi sorunudur” diye konuştu.
‘ABDULLAH ÖCALAN’IN TECRİT İLE ENGELLENMEYE ÇALIŞILAN FİKRİYATI DÜNYADA KARŞILIK BULDU!’
9 Ekim Uluslararası Komplosu ile Kürt meselesinin demokratik yollardan çözülmesinin önüne geçilmek istendiğini belirten Küçükbalaban, bunu karakterize eden kişilik Abdullah Öcalan olduğu için onun şahsına dönük bir komployla bu amaca ulaşılmaya çalışıldığını söyledi. Ancak komplonun başarılı olmadığını vurgulayan Küçükbalaban, Abdullah Öcalan’ın paradigması ve fikriyatı tecritle engellenmeye çalışılsa da, bugün bu fikriyatın sadece Ortadoğu’da değil, dünyanın pek çok yerinde karşılık bulduğunu hatırlattı. Bu anlamda Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye verilmesiyle Kürt meselesinin biteceğini düşünenlerin yanıldığını kaydeden Küçükbalaban, gelinen noktada Kürt meselesinin Türkiye ve Türklük meselesi olmaktan çıktığını ve uluslararası bir boyut kazandığını dile getirdi. Abdullah Öcalan’ın 1992’den bu yana defaatle çözüm süreçleri yürütmeye çalıştığını belirten Küçükbalaban, ancak Türkiye’nin meseleyi hep güvenlikçi ve savaş yanlısı bir perspektifle ele aldığını hatırlattı.
‘İMRALI’DA BAŞLAYAN TECRİT İŞKENCESİ SİSTEMİ BÜTÜN SİYASİ MAHPUSLARA UYGULANIYOR!’
Bu komplonun önemli diğer bir ayağı olan tecridin ise 1999’dan bu yana ağırlaşarak sürdüğünü vurgulayan Küçükbalaban, bu yaklaşımla iktidarın Kürt meselesini kendi dayattığı şekilde manipüle etmeye çalıştığına işaret etti. Bugün gelinen noktada İmralı tecrit sisteminin yayıldığına işaret eden Küçükbalaban, şunları kaydetti: “Bugün bu tecrit bütün siyasi mahpuslara uygulanan bir işkence yöntemi haline dönüştü. Yeni inşa edilen Yüksek Güvenlikli Hapishaneler F Tiplerini aratır duruma geldi. Bugün siyasi mahpuslar, kimseye seslerini duyuramadıkları kuyu tipi hapishane dediğimiz Y, S, R Tipi hapishanelerden F Tipi hapishanelere sevk edilmek için açlık grevi yapmak zorunda kalıyorlar. Tecrit ve hak ihlalleri o kadar ağırlaşmış durumda. Yine tahliye edilmediği için birçok hasta mahpus hayatını kaybetti. İdam cezasının, Türkiye’de kaldırılmış olmasına rağmen, Abdullah Öcalan’ın üzerinde kurulan ve her yere yayılan tecrit sistemiyle fiilen uygulandığını görüyoruz. Özellikle siyasi Kürt mahpuslara yönelik ciddi bir ayrımcılık var. Hapishanelerdeki İdare Gözlem Kurulları yargının da önüne geçerek, tahliye edilmesi gereken insanların infazlarını keyfi bir biçimde yakıyorlar. Adli mahpusların kullandığı pek çok hakları siyasi mahpuslar kullanamıyor. Siyasi mahpuslar zorla sürgün edildikleri uzak hapishanelerde yıllarca ailelerini göremiyor. İmralı’yı resmen bir laboratuvar olarak kullanıyorlar ve bu uygulamayı daha sonra tüm hapishanelere yayıyorlar. Bunun üzerinden Kürt meselesini görünmez kılmak istiyorlar ama dediğim gibi Kürt meselesi bugün artık bölgesel ve uluslararası aktörlerin de dahil olduğu bir sürece dönüştü. Bunun nedeni de Türkiye’nin meseleye yaklaşımı.”
‘KÜRT MESELESİ DE ABDULLAH ÖCALAN’IN DURUMU DA BİR İNSAN HAKLARI MESELESİ!’
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin (AK BK), 17-19 Eylül tarihli toplantılarında Abdullah Öcalan’ın “Umut hakkı” konusunu ele alıp karar açıkladığını anımsatan Küçükbalaban, ancak Türkiye’nin 10 yılı aşkın zamandır adım atmayarak kendi hukuku gibi uluslararası hukuku da tanımadığını kaydetti. Birleşmiş Milletler (BM) İşkenceye Karşı Komitesi’nin önünde dört dosya olduğuna işaret eden Küçükbalaban, “Bu dosyaların dördü de İmralı’da tutulan mahpuslarla ilgili, bir tanesi de Abdullah Öcalan dosyası. Şimdi uluslararası hukuk, aile ve avukat görüşü yasaklarının sürdüğünü ve bunun bir işkence olduğunu ifade ediyor. Ama devlet, iktidar bunu görmezden geliyor. Çünkü Kürt meselesini güvenlik meselesi olarak görüyor. Bu sürdürülebilir bir politika değil. Çünkü Kürt meselesi aynı zamanda bir insan hakları meselesi. Abdullah Öcalan’ın durumu da hem mahpus hakları açısından hem de Kürt meselesinde en önemli aktörlerden biri olması boyutuyla da bir insan hakları meselesi ve demokrasi sorunudur” dedi.
‘EMEKÇİNİN EMEĞİNDEN KESİLEN BÜTÇEYİ SAVAŞA VE SİLAHLARA YATIRIYORLAR’
Türkiye’nin acilen bu yoldan dönmesi gerektiğinin altını çizen Küçükbalaban, Kürt meselesinde çözümsüzlükteki ısrarın herkese kaybettireceğini vurguladı. Bugün bu çözümsüz yaklaşımın faturasını halkın ödediğini kaydeden Küçükbalaban, şöyle konuştu: “Uluslararası hukuk mercilerinden herhangi bir yaptırım olmaması Türkiye'yi yönetenlerin işine geliyor. Türkiye kamuoyunu, ‘terörle mücadele veya güvenlik sorunu var’ diyerek aldatabiliyorlar. Emekçilerin emeklerinden kesilen vergilerle oluşan bütçeyi savaşa ve silahlara yatırıyorlar. Ortadoğu'da savaşın bu kadar yayıldığı, ülkelerin bu kadar savaş alanı haline geldiği bir yerde, Türkiye'nin artık bunu sürdürme şansı olmadığını söylemek isterim. Türkiye, Kürdistan Bölgesel yönetiminde zaten savaş yürütüyor. Uzun süredir orada asker bulunduruyor. 2016 yılından bu yana da Suriye’nin kuzeyinde Rojava’da, Efrîn’de, Azez’de de asker bulunduruyor. Bunu uzun süre sürdürme durumu yok. Her savaşın, çatışmanın bir barışı olmak zorunda. Bu açıdan Abdullah Öcalan üzerindeki bu tecrit ve iletişimsizlik hali tüm Türkiye'nin demokrasisine ve insan haklarına vurulmuş bir darbedir. Bu tecridin bir an önce kaldırılması gerekiyor.”