KDP ekonomisi AKP’nin kontrolünde

KDP, siyasi ve ekonomik olarak Türk devletinin kontrolünde. Bunun için Kürdistan'daki işgaline sessiz kalıyor. KDP'yi bir kolu olarak gören AKP, KDP'nin ekonomisini de kontrol ediyor.

Merkezi Washington’da olan Tahrir Ortadoğu Politikası Enstitüsü’nden araştırmacı Kamal Chomani, KDP’nin siyasi ve ekonomik olarak AKP’nin kontrolünde olduğu görüşünde. Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın KDP'yi AKP’nin bir kolu olarak gördüğünü ifade eden Chomani, KDP'nin ekonomisini de Türk devletince kontrol eldiğini söyledi. Chomani’ye göre Güney Kürdistan’ın yeni bir paradigmaya, yeni bir lider ve siyaset tarzına ihtiyacı var.

Yeni Özgür Politika gazetesine konuşan Kamal Chomani  sorularımıza şu yanıtları verdi.

 

Goran Hareketi Kerkük'ün teslim edilmesi ardından bütün hükümet kurumlarının lağvedilmesini istedi. Ulusal geçiş hükümetinin kurulması çağrısında bulundu… Goran nasıl bir pozisyon alacak?

Goran Hareketi ortaya çıkan krizi, imkana dönüştürme arayışında. Hükümetin değişmesi için Irak, Türkiye, İran ve özellikle Amerika'nın desteğini almaya çalışacaktır. Fakat şu an Goran'ın yaşadığı iki sorun var. Birincisi; Berhem Salih ve diğer örgütlerle hala ortak bir cephe oluşturabilmiş değil. Birlikte hareket edebileceği ortaklarını belirlememesi zorluk yaratacaktır. İkincisi; Goran Hareketi'nin başkanlığını yürüten Ömer Seyit Ali kötü bir insan olmasa da bazı konularda karar alması kolay olmayacak. Son günlerde Goran Hareketi içinde Behrem Salih ile ittifak kurulması yönünde bir baskı var. Hükümetin değişmesi için bir kesim YNK'li, Komala İslami ve Shasuwar Abdulwahid, aydınlar ve demokrasi, özgürlük yanlısı kesimlerle ortak hareket edilmesi yönünde talepler artıyor. Amerika, Irak ve İran'la hükümette değişikliğe gidilmesi, YNK ve KDP karşısında başarı sağlamak için seçimlerin yapılması yönünde görüşmelerini sürdüreceklerdir. Sorunların çözümü için Irak ve Amerika'nın da buna sıcak bakacaklarını düşünüyorum.

 

Güney yönetimi neden referanduma gitti? Referandum ile amaç neydi?

Güney Kürdistan'da gerçekleştirilen referandumun başlıca iki amacı vardı. Öncelikle, Mesud Barzani son yıllarda yaşamış olduğu kırılmayı tamir etmek istedi. Ayrıca ulusalcı bir tablo ortaya çıkarmak istedi, halk içinde kendisini bir ulusal bağımsızlık önderi olarak yansıtmak istedi. Oysa Abdullah Öcalan gibi diğer Kürt önderleriyle karşılaştırıldığında bu konuda oldukça alt düzeyde seyrediyor. Öcalan sadece Kürt Halk Önderi değil, artık ulusal bir önder düzeyine ulaşmış bulunuyor. Öcalan, büyük bir dünya devrimcisi olarak görülüyor. İdeolojisi, siyaseti ve dünyaya bakış açısı Kürdistan ve dünya nezdinde destek buluyor.

Celal Talabani de bir Kürt lideri olarak kabul gördü. Neçirewan Mistefa yaşamını yitirdiğinde reform yanlısı büyük bir Kürt lideri olarak uğurlandı; Kürtlerin tarihinde bu özelliğiyle yer edindi. Mesud Barzani 2005 yılından bu yana devam eden 12 yıllık iktidarı boyunca yanlışlıklarıyla biliniyor ve kayda değer bir adım atmadı. Bu imajını düzeltebilmek için referanduma başvurdu. Prestij kazanma çabasıyla birlikte yaşanan krizi çözme, Güney Kürdistan'daki başkanlık krizini unutturmak ve halk içinde yeniden meşruiyet kazanmayı amaçladı.

 

O zaman referandum Bağdat'a karşı bir bölöf müydü?

Barzani referandumun sonuçlarından yararlanarak iktidarını devam ettirmeyi hedefledi. Diğer yandan Irak hükümetiyle yaşanan sorunlar vardı ve Barzani bu sorunların çözümünde daha çok kazanç elde etmek için referandum sonuçlarını Irak hükümetine karşı bir koz olarak kullanmak istedi. Bunun için Barzani'nin en çok ihtiyaç duyduğu şey, Kerkük'ün petrolüydü. Barzani Irak hükümetiyle olan görüşmelerde referandum sonuçları ve Kürdistan bağımsızlığından vazgeçerek, karşılığında ekonomik olarak bağımsız olmayı talep etmeyi planlıyordu. Çünkü 2014 yılından sonra Mesud Barzani, Neçirvan ve kendilerine destek veren diğer kesimlerle birlikte ekonomik bağımsızlık talep ederek, petrol satışının Irak hükümetinin değil, kendi kontrolleriyle olacağını belirttiler. Kürdistan petrolünün satışıyla birlikte bu durum, dünya piyasasında petrol fiyatlarının düşmesini de beraberinde getirdi. Bununla birlikte dış ülkelere doğal gaz satıldı. Öte yandan Güney Kürdistan'daki iktidarın daha çok ellerinde kalacağını planlıyorlardı. Referandum ardından Kerkük petrol satışının kendi kontrollerinde olmasını talep ettiklerinde Amerika'nın buna destek vereceğini umuyorlardı. Fakat ne Irak ne de Amerika'nın bunu kabul etmesi mümkün değildi. Referandum ile hedeflediği her şeyi yitirdiği için yaşadığı kırılma daha büyük oldu.

 

ABD ve diğer Batılı güçler referandumu niye desteklemedi?

ABD ve Batı'nın Kürdistan'ın bağımsızlık referandumunu desteklememesinin birden fazla sebebi var. ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri, Irak hükümetiyle referandum ya da başka bir konuda tartışmak için DAİŞ savaşının sonuçlanmasını istiyorlardı. Ayrıca referandum kararı tek taraflı olarak alındığı için ABD bu kararı desteklemekten kaçındı. 2003 yılında Irak'ta yeni oluşuma öncülük eden ABD'nin bugün Irak'ın ikiye bölünmesine öncülük etmesi imajını zedelerdi ve bu tabloda yer almak istemedi. Irak da bunu kabul etmeyecekti. Amerika ve Avrupa referandumun Irak devletini zayıflatacağını, istikrarsızlığı artıracağını biliyorlardı. ABD her ne kadar sahip olduğu yer altı kaynaklarını önemsese de Kürdistan'a sonsuza kadar koruma sağlayabilecek durumda değil. ABD ve Batı çıkarları için buradaki petrolün Irak hükümeti çatısı altında işletilmesinden yanaydı.

Son yıllarda Kürdistan petrollerinin büyük bölümü Türkiye şirketlerine satıldı ve Rusya ile de anlaşmalar yapıldı. Ayrıca ABD, Irak anayasasını destekliyor ve anayasada de referandum henüz çözüm bulunmamış bir konu. Irak anayasasına karşıt bir karara onay vermeleri mümkün değildi. Ayrıca Irak, DAİŞ'in 2014'teki işgali ardından DAİŞ'ten alınarak peşmerge tarafından kurtarılan bölgelerin yeniden kendilerine devredilmesini istiyordu. Referandumun bu bölgelerde de yapılmış olması Irak'ın tepkisini büyüttü. Yine Avrupa devletleri Kürdistan'daki referandum ardından buradaki petrolün Rusya'nın denetimi altına gireceğinden endişe ediyordu. Zaten Rusya ile petrol konusunda anlaşma imzalanmıştı. Kürdistan bölgesinde çok sayıda sorun vardı; ABD bu sorunların çözümü ardından referandumun yapılmasını teklif etti, çünkü bu sorunlar varken Kürdistan bölgesinin hiçbir konuda adım atamayacağını biliyordu.

 

Güney'in sorunu bir önderlik sorunu mudur?

Kürdistan'daki tüm sorunlar kaynağını iktidar ve liderlik krizinden alıyor. Var olan iktidar ideolojik bir birikime sahip değil, ulusal bilinçten yoksun, siyasi ahlak ve iradeye sahip değil. Daha önce de birçok yerde dile getirdim, Güney'de PKK, Öcalan gibi bize önderlik edecek bir liderlik olsaydı, Nawşirwan Mustafa'nın demokratik değişim ve reform konusundaki önerilerine kulak verselerdi ya da Nawşirwan Mustafa Güney Kürdistan'ın liderliğini sürdürseydi şu an yaşadığımız sorunların hiçbiri bu düzeyde olmayacaktı. Yeni bir lidere, yeni bir paradigmaya, yeni bir felsefe ve bakış açısına; yeni bir siyaset tarzına ihtiyacımız var. Bu parçalı siyasi sistem miadını doldurdu. Bu siyasette yer alanlar ya suçlu ya da bu sorumluluğu kaldıramayacak düzeyde hasta. Dolayısıyla bu durumda hasta olanlar bu psikoloji ve hastalıklarının tedavisi için hastaneye yatırılmalı, suçlu olanlar da cezaevine gönderilmeli. Kürt halkını her yönüyle sömüren bu kesimler iktidarda oldukça Kürt halkının rahat yüzü görmesi mümkün değil.

 

Reqa özgürleştirildi. Artık DAİŞ’in sonu görünüyor. DAİŞ’ten sonra bölgeyi ve Kürdistan'ı neler bekliyor?

Reqa'nın özgürleştirilmesi çok büyük bir zafer. Özellikle Güney Kürdistan Hükümeti'nin yenilgisi ardından yaşanan bu zafer, bir nebze de olsa atmosferi değiştirdi. Güney'deki siyasetçilere yönelik Kürt halkı ve dünyada gelişen olumsuz bakış açısı olsa da Reqa’nın Kürt savaşçılar, özelikle de Kürt kadın savaşçıları (YPJ) eliyle kurtarılması büyük bir zaferdir. Bence, bu sadece bir gücün diğer güç üzerindeki zaferi değil; Öcalan'ın öncülük ettiği ideolojinin diğeri üzerindeki zaferidir. Halkların kardeşliği, demokratik konfederalizm, demokratik ulus ideolojisi, Kürtlere ve diğer halklara yönelik faşizm karşısında zafer kazandı.

Kerkük'ün teslim edilmesi ve Heşdi Şabi ve Irak Hükümeti'nin devralması da Kürt milliyetçiliğindeki yenilgidir. Bölgedeki sorunlara çözüm bulmak ve bölgede halklar arasında bir savaşın ortaya çıkmaması için Reqa zaferinin sonuçları ve burada yaşam bulan ideolojiden yararlanılması gerekiyor. DAİŞ ile birlikte Irak ve Suriye'nin tüm kentlerine yayılan savaş herkeste bir yorgunluk ve yıpranma yarattı. Amerika, Rusya bu savaşa büyük bir para yatırdı. Şimdi harcamak değil, bu zaferin sonuçlarından kazanımlar elde etmenin zamanı geldi. Bütün gruplar bir düzeyde güçlerini tanıyor ve bölgenin demokratikleşmesi sürecine başlayacaklarını düşünüyorum. Suriye'nin merkezi, totaliter bir hükümetten federal bir hükümete bir adım atacağına inanıyorum.

Irak'ta da Sunniler bir kez daha Irak sistemi içinde yer alıp, bölgelerindeki konumlarını korumaya çalışacaklar. Ayrıca Kürdistan bölgesi de referandum yenilgisi ardından referandum tartışmaları ve bağımsız devlet tartışmalarına son verip, Bağdat'a geri dönerek Irak anayasası konusunda anlaşmaya çalışacaktır. Irak hükümeti de artık Şiilere yönelik tartışmalar, milliyetçilik ve mezhepçiliğe dayalı bir siyasetle iktidarını devam ettiremez. Halkın reform ve daha iyi bir yaşam beklentisi var. Bölgedeki eski iktidarlar büyük bir kriz yaşıyor ve uluslararası güçler bile artık bu şekilde kalmalarını kabul etmiyor. Bu nedenle barışçıl çözümleri uygulamak, demokrasi ve özgürlük konusunda adımlar atarak gelişme sağlamanın zamanı geldi. Ayrıca Türkiye ve İran'da büyük değişiklikler olacağına inanıyorum; DAİŞ’ten sonra değişim ihtiyacını bulacaklardır. İran'da da Kürt sorunu gündeme gelerek, çözümü konusunda tartışmaların olacağını umuyorum. Kürtlerin elde ettiği hakları artacak, Kürtlerin anadilde eğitim ve diğer halklar konusundaki talepleri artacak. Rojava'daki Kürtlerin kazanımları ve koalisyonun bu gelişmeleri desteklemesiyle birlikte Türkiye'de de Kürt sorununa yönelik çözümün ve bu konudaki tartışmaların yeniden gündeme geleceğine inanıyorum. Erdoğan da gelecek seçimlerde şu an yürüttüğü politikayla başarı elde edemeyeceğinin farkında. Bölgedeki gelişmeler konusunda umutluyum.

Türkiye'nin tüm tehditlere rağmen hala 18 üssü Güney Kürdistan'da bulunuyor? Bu üsler neden duruyor?

Türkiye'nin Güney Kürdistan'daki bulunan 18 askeri üssü konusunda KDP ile PKK'ye karşı yapılan bir anlaşma olduğunu düşünüyorum. KDP'nin kendi savunmasına yönelik de yaşadığı kaygılar var. Bu nedenlerle son yıllarda Türk devletiyle yaptığı işbirliğini derinleştirdi. Türkiye ve KDP arasındaki bu ittifak, Türkiye'nin 18 askeri üssü kurması düzeyine kadar ulaştı. PKK ve Kuzey Kürdistan'daki özgürlük taleplerine yönelik bu karşıtlık günümüz politikalarıyla sınırlı değil ve tarihi eskilere dayanıyor.

Bu üslere sessiz kalınmasının da iki nedeni var; Kürdistan bölgesinde Kürt yönetimi diyebileceğimiz bir şey bırakılmadı. Kürt yönetimi denilebilmesi için YNK ve KDP arasında ortak bir siyasi iradenin olması ve birlikte karar vermeleri gerekiyor. Bu sağlanamadığı için ulusal bir siyaset geliştiremiyor. KDP, siyasi ve ekonomik olarak Türk devleti ve AKP'nin kontrolünde bulunduğu için Türk devletinin Kürdistan'daki işgaline sessiz kalıyor. AKP, KDP'yi bir kolu olarak görüyor. Dolayısıyla partinin bir kolu asla liderine karşıt bir siyaset yürütemez, karşı çıkamaz, karar veremez. Türkiye KDP'nin ekonomisini kontrol ediyor. KDP, Türk devletinin askeri varlığına izin vermezse ekonomik ve askeri olarak baskıyla karşı karşıya kalacağını biliyor. Yılların işbirliğinin ardından Türk devleti Kürdistan'dan atılırsa, KDP ekonomik hayallerini kaybetmekle kalmaz, Barzani ailesi de yok edilir. Bu nedenle KDP, Türkiye'nin Kürdistan'daki varlığına bağlıdır.

KDP, Türkiye'nin Güney Kürdistan'daki askeri güçlerinin çıkması durumunda PKK'nin de daha çok güçleneceğini düşünüyor ve bunu kendi iktidarı için bir tehlike olarak görüyor. Rojava'da da Kuzey Kürdistan'da da PKK'nin güç kazanmasından endişe duyuyor. KDP, bölgedeki tek rakibinin PKK olduğunu düşünüyor. Çünkü PKK ideolojisi, siyaseti ve dünyaya bakış açısıyla KDP'nin klasik politikasından çok farklı bir güce sahip. Aynı zamanda parlamentoda da Türk üslerine karşı sessiz kalınmadı ve bazı tartışmalar yapıldı. Fakat KDP bunların kaldırılmasını reddetti. Geçmişte Irak hükümeti de bu üslerin kaldırılmasını istedi ve bu konuda imkanlar ortaya çıktı. Ancak şu an Irak ve Türkiye arasındaki işbirliğinin gelişmesi nedeniyle bu üslerin kalacağını düşünüyorum.