Madende hikâyeler de ortak: Taşeron ve yoksulluk

Şirvan'da Ciner Grubu'na ait maden şirketinde meydana gelen toprak kaymasında 16 işçinin tonlarca toprağın altında kalmasının üstünden 360 saat geçti. İşçilerden Yavuz Yıldız, Halil Başer, İbrahim Kılınç ve Nusret Beyza Alma hâlâ toprak altında.

Arama kurtarma çalışmaları iş makineleri ve gönüllü işçilerle devam ediyor. Bir evladın toprak altından çıkması kaç gün beklenir, nasıl dayanılır bu acıya? Bir anlığına ailelerin yerine kendimizi koymak bile ürpertiyor bizi.
Akraba, eş, dost göçük haberini alan koşup gelmiş maden önüne. Uzakta yürütülen çalışmayı izlemek için elden ele dolaşan dürbünün dili olsa da hangi tarifsiz duygulara tanıklık ettiğini anlatabilse keşke.
Maden sahasına girişler sıkı bir kontrolle başlıyor. Hatta ilçenin girişinde bile arama noktaları kurulmuş. Yaşamını yitirenlerin ailelerinin beklediği çadır ve alanlar asker markajına alınmış. Kim ne söylüyor, ne yapıyor; her şey kontrol altına alınmak isteniyor.

Bugün diğer günlere göre daha soğuk. Toprak altındaki 4 işçinin cansız bedenini arama çalışmaları devam ediyor. Öğleden sonra başlayan yağmur, çalışmaları etkileyecek korkusu yaratıyor ailelerde.
Etrafta onlarca 'güvenlik görevlisi', röportaj ve haber yapılmasını engellemek için elinden geleni yapıyor. "Ölenlerden biri senin akraban olsaydı ne yapardın" diye soruyorum, bize engel olmak isteyene. "Amcamın oğlu hâlâ göçük altında” cevabını duyunca sadece gözlerine bakabiliyorum. Bu kadar mı acımasız oldu insan, nasıl bir vicdansızlıktır bu...

Toprak altındaki işçilerden, 6 aylık evli 22 yaşındaki İbrahim Kılınç’ın ailesi, ateş etrafında karşı dağın yamacındaki arama kurtarma çalışmalarını izliyor. Annesi ve eşi artık yorgun düşmüş beklemekten; Şirvan’daki akrabalarının evine göndermişler. "Umudumuz da kalmadı" diyor amcası ve ekliyor: "Günlerdir buradayız artık gücümüz kalmadı. Canlı çıkma şansı kalmadı, bu kadar toprağın altında nasıl yaşayabilir ki? Eşi ve annesinin canlı çıkma umudu kırılmasın diye eve gönderdik. Dozerler her toprak kaldırdığında bizim parçamızı kaldırıyor sanki. Daha yeni evliydi, günlerdir bekliyoruz. Medya hepsi kurtarılmış diye haber geçmiş. Yalan söylüyorlar, bari siz gerçekleri yazın.”
Varillerin içinde yakılan ateşle ısınmaya çalışıyor aileler. Herkeste sessiz bir bekleyiş var. Mutlu olmaya utanıyor insan. Anlamaya çalışınca da ağır geliyor bu yük. Neredeyse herkes akraba bu şirkette. Arama kurtarma çalışmalarına “tehlikeli olduğu için” AFAD katılmıyor. Çalışmalar tamamen gönüllü işçilerden oluşuyor.

Aileler yabancı gördüklerine hemen sokulup dertlerini anlatmaya çalışıyor. Medyanın bu olaya çok sessiz kaldığı genel bir şikayet konusu. 'Kürdün kaderinin' bu olduğunu da ekliyorlar hemen. "Tabii ki Soma’daki gibi ilgi görmeyeceğiz" diyor, Muhlis Acar: “Burası Siirt. Ölüler burada sayıyla ifade edilir. Kürt ne zaman insan yerine konulmuş! Günlerdir toprak altında çocuklarımız. Yine kendi kendimize derman oluyoruz. Kendi kepçemizle yeğenimizi arıyoruz. Bir tane bile devlete ait iş makinesi yok burada. Bol bol asker polis yığmışlar. Ara sıra da takım elbiseliler gelip gidiyor. Bize verdikleri tek şey, huzursuzluk.”

Herkesin gözyaşı dökülmeye hazır. Eğer konuşmaya cesaret edebilirseniz size anlatacak çok şeyleri var. Umutlar bitmiş aslında Maden köyünde. İşçiler artık dağa bakamadıklarını anlatıyor. En iyi sırdaşları yine sigara ve çay olmuş. Daha önce içmeyenler de sigaraya başlamış. Nasıl çalışacaklarını artık bilmiyorlar. Bilinen ise; mecbur oldukları. Evde bekleyenler var çünkü.

Tüm gün karşıdaki koca bir dağ seyrediliyor. Kulaklar gelecek bir haberde. Aslında hepsinin hikâyesi ortak; yoksulluk ve taşeronluk... Hangisinin hikâyesini dinlesek bir diğerine ne kadar da benzediğini görüyoruz...