1 Haziran ve beyaz işkence - XXIV

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın barış ve çözüm çabaları, Türk devletinin tecritle çürütme ve tasfiye konseptine çarpıyordu. Kürt Özgürlük Hareketi, 2004’ün ortalarına doğru artık bir yol ayırımındaydı.

Türk devleti, İmralı’da kurduğu rejimle tecrit ve izolasyonu kalıcı hala getirip çürütme ve tasfiye konseptlerini devreye soktu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın sunduğu barış ve çözüm önerilerine kulaklarını kapatarak Kürt halkına yönelik imha siyasetinin sürdürdü. Kürt Özgürlük Hareketi, 2004’ün ortalarına doğru artık bir yol ayırımındaydı. Özellikle HPG içinde Şubat’ta başlayan tartışmalar, Mayıs’ın sonlarına doğru ete kemiğe büründü.

HPG Komuta Konseyi, 28 Mayıs 2004’te yayınladığı deklarasyonla 1 Eylül 1998’den bu yana devam eden ateşkes sürecinin sona erdiğini, gerillanın “pasif savunmadan” “aktif meşru savunmaya” geçtiğini açıkladı. HPG bu kararı niçin aldığını şu sözlerle ifade ediyordu: “Gerillamızın imhası için özel savaşın en kirli yöntemleriyle eğitilmiş askerler Bolu Tugayı’ndan gelip Munzurlar’da, Kayseri’den gelip Cudi’de operasyon yapıyorsa, HPG de kaçınılmaz olarak bu güçlere cevap vermek zorunda kalacaktır. Hatta savaşın tüm Türkiye’ye yayılması kaçınılmaz olacaktır.”

Deklarasyonda ayrıca şu talepler sıralanıyordu: "Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit uygulamalarından vazgeçilmeli, Önder Apo’nun Kürt halkının iradi temsili olarak kabul edilmesi, demokratik çözümün önünün açılması, Türk ordu güçlerinin fazlasının Kürdistan’dan çıkarılması, OHAL’in Kürdistan bölgesinde tümden kaldırılması, HPG güçlerine yönelik operasyonların sona erdirilmesi, Kürt halkına karşı şiddetin durdurulması ve koruculuk sisteminin kaldırılması."

1 HAZİRAN HAMLESİ’YLE BAŞLAYAN SÜREÇ

KONGRA GEL’in 2. Kongresi ise 1 Haziran 2004 günü HPG’nin başlattığı hamleyi resmi olarak Kürt Özgürlük Hareketi’nin kararı haline getirdi ve dünya kamuoyuna duyurdu. Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin tarihine “İkinci 15 Ağustos” olarak geçen 1 Haziran 2004 hamlesinin ardından Kuzey Kürdistan’a geçen HPG güçleri, Kürt halkı ve Kürt Halk Önderi’nin üzerindeki tecrit uygulamalarına karşı “Meşru Savunma Hakkı” çerçevesinde eylemler gerçekleştirdi.

Aslında Kürt Özgürlük Hareketi’ne bağlı askeri güçlerin yeniden yapılanma çalışmaları 2001’de başlamıştı. 2003’e kadar yoğun olarak tüm HPG güçleri, askeri ve teknik eğitimlerden geçirilerek, profesyonelleşmeye gitmişti. Yeni dönem için hazırlıklı olan Kürdistan gerillası karşısında Türk ordu güçleri ciddi kayıplar veriyordu. Kuzey Kürdistan’da savaş ve çatışmaların tırmandığı o günlerde, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan da yeni modelinin hazırlığı içindeydi. Kürt Halk Önderi’nin Demokratik Konfederalizm projesi, 21 Mart 2005’te yüz binlerin buluştuğu Amed’deki Newroz kutlamasında ilan edildi.

DEMOKRATİK KONFEDERALİZM’E GEÇİŞ

Demokratik Konfederalizm, Türk devletinin çözümsüzlük stratejisine karşı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği en etkili hamlelerden biri olacaktı. Kürt Halk Önderi’ne göre; ulus-devlet zihniyeti miadını tamamlamış, çözüm bağımsız ulus inşa etmek yerine ulusları demokratikleştirmesinde, yani Demokratik Konfederalizm’de aranmalıydı. KONGRA GEL’in 4 Mayıs-21 Mayıs tarihleri arasında yapılan 3. Genel Kurul Toplantısı’nda ise Demokratik Konfederalizm projesi yoğun şekilde tartışıldı ve Koma Komalen Kurdistan Sözleşmesi’ne dönüştürülerek kabul edildi.

Sözleşmeye göre Kürt halkının konfederal sistemini inşa etmek için siyasi, toplumsal, kültürel ve ekonomik olarak köy ve sokaklardan başlayarak komünler ve meclisler kurulması öngörüldü. KONGRA GEL de Kürdistan Demokratik Konfederalizm sisteminin en yüksek demokratik halk iradesi ve yasama meclisi olarak kabul edildi.

KÜRT HALK ÖNDERİ ÖCALAN İNİSİYATİF VERDİ

Kürt Halk Önderi, 11 Mayıs 2005’te avukatlarıyla yaptığı görüşmede aldığı tarihi kararı aktardı. Abdullah Öcalan aradan çekildiğini, savaş veya barış tercihini Kürt Özgürlük Hareketi’ne bıraktığını şu sözlerle ifade ediyordu: “Altı yıl önce rica ettim barışın gelişmesi için. Bunu gerçekleştirdiler, durun dedim belki devlet bir adım atar, gerçekten de buna inandım. Arkadaşlar Güney’e çekildiler. Disiplinli, onurlu bir davranış sergilediler, kendilerini tebrik ederim. Devletten beklediğim gibi olmadı. Devlet ABD’yi bekliyor, imha siyaseti halen gündemde. Bizim arkadaşlara onurluca ve yoldaşça davrandıkları için teşekkür ediyorum, minnettarım. Bundan sonra kendilerinden herhangi bir talebim yok. Ne savaşın ne savaşmayın diyorum. Kendi strateji ve taktiklerini kendileri belirlerler. Benim adıma, ‘Başkan şöyle söyledi, böyle emrediyor’ demesinler. Savaş gruplarına özenle şunu belirtiyorum; aktif savunmalarınızı demokratik gereklilikler için kararları kendilerine bırakıyorum. İster Güney’e çekilirler ister sivil hayata katılırlar, isterse savaşırlar her şey iradelerine bağlı. Ben değil, iradeniz belirleyicidir diyorum. Yeteneğiniz varsa, kahramanlıklar yaparım diyorsanız yaparsınız karışmıyorum. Kendinizi koruyamıyorsanız yapmayın. Yok, yapacağım diyorsanız yaparsınız.”

1 HAZİRAN 2005 YASALARI DEVREDE

Kürdistan’daki savaşta ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın fikirleri karşısında zorlanan Türk devleti ise 1 Haziran Hamlesi’nin tam birinci yılında İmralı’da hayata geçirdiği yeni konseptle “Ağırlaştırılmış Yüksek Güvenlikli İnfaz Rejimi”ni kurdu. Bunun için de dönemin AKP iktidarı yıllardır yürürlükte olan mevzuatları tepeden tırnağa değiştirmek zorunda kaldı. 765 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK), yerini 5237 sayılı yeni TCK’ya; Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ve 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunu, yerini yeni yasalara bıraktı.

Türk hukuk tarihine “Öcalan yasaları” olarak geçen bu yeni yönetmelikler jet hızıyla yürürlüğe girerken, İmralı’da da yeni bir dönem başlıyordu. Kürt Halk Önderi’ne uygulanan tecrit ve izolasyon sertleştirildi, o güne kadar kısıtlı da olsa verilen bazı haklar geri alındı. Yeni yasalarla Kürt Halk Önderi Öcalan’ın 12 avukatına görüş yasağı konulurken, İmralı’da yapılan avukat görüşmelerine izlenme ve kayıt uygulaması getirildi. Artık görüşmelerde hazır bulunan bir görevli, görüşme masasının ortasına bir teyp koyarak görüşmeleri kayıt altına alıyor, avukatların görüşmelerde tuttuğu notlara el konuluyordu.

FİZİKİ VE İRADİ BOĞMA GİRİŞİMİ

Kısıtlama ve her türlü haktan mahrum bırakılma İmralı’da artık günlük hayatın parçası olacaktı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ise kendisine dayatılan yeni konsepti şöyle ifade ediyordu: “Üzerimizdeki uygulama hem fiziken hem de iradi olarak boğma girişimidir. Bu bir konsept olarak geliştiriliyor. Bu uygulama barış ve demokratik çözümün önünü kapatmaktır. İmha siyasetinin devamıdır. Görüşme bu koşullarda yapılamaz. Görüşme bitmiştir. Bu uygulamayı protesto ediyorum. Bu bir yargısız infazdır. Bu son görüşmemiz olabilir.”

İmralı’da devreye sokulan yeni konseptin bir devlet projesi olduğu, dönemin AKP hükümetinin açıklamalarında açıkça ifade ediliyordu. Türk Başbakan Erdoğan, “Öcalan artık avukatları ile görüşme yapamaz” sözlerini sarf ederken, Adalet Bakanı Cemil Çiçek “Öcalan’ın davaları bitti. Artık görüş yapmasına gerek yok” diyordu. Türk devlet yetkililerinin bu sözleri tecrit içindeki tecride kılıf arama çabasından başka bir şey değildi. Zira Abdullah Öcalan’ın AİHM’de dört, Türkiye’de ise bir davası vardı ve yargılamalar devam ediyordu.

KÜRTÇE YASAĞI VE TEPKİ

İmralı’da bütün evrensel hukuku hiçe sayan, insanlık dışı bir uygulama ise 30 Kasım 2005’te kayıtlara geçecekti. Mehmet Öcalan ile İmralı’ya giden Havva Keser, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la Kürtçe konuşmaya başladı. Bu sırada Türk devlet görevlileri devreye girerek, Kürtçe konuşulmamasını istedi. Bunun üzerine Hava Keser, “Türk değilim, kardeşimle ana dilimle konuşacağım” yanıtını verdi. Türk görevliler, görüşmenin Kürtçe devam edemeyeceği uyarısını tekrarlayınca devreye giren Kürt Halk Önderi, kardeşine “Görüşmeye geldiğinizde Kürtçe konuşacaksınız, eğer Kürtçe konuşmayacaksanız gelmeyin” şeklinde seslendi; Türk devlet görevlilerine de “Kürtçeyi yasaklayamazsınız” diye çıkıştı.

Abdullah Öcalan, o görüşmede Kürtçe ana dilde eğitimin bir hak olduğunu belirterek, Kürtlere Kürtçe ve kültürel haklar için seferber olma çağrısı yaptı: “Bütün insanlarımız Kürtçe eğitim hakkı başta olmak üzere bütün kültürel haklan için seferberlik içinde olmalıdırlar. Geçmişte annelerimizin ve gençlerin neler başardığı görüldü. Demokratik çerçevede halkımız daha yoğun bir çaba ve eylemlilik içinde olmalıdır. Zaten Kürtçe eğitim hakkına Lozan anlaşması engel değildir hatta imkan da tanıyor. Türkçe düşmanlığı bizde yoktur, onu da öğrenmeleri gerekiyor. Halkımız bu talepleri için şiddete başvurmadan demokratik yöntemlerle her hafta eylemsellikler geliştirebilmelidirler.”

İLK HÜCRE CEZASI

Kürt Halk Önderi’nin bu sözlerinden sonra Türk devletinin İmralı’da kurduğu Cezaevi Disiplin Kurulu, “örgüte talimat verip halkı isyana kışkırttığı” gerekçesiyle 20 günlük hücre cezası verdi. Avukatlarından hukuki destek alamayan Öcalan, Bursa 2. İnfaz Hakimliği’ne itiraz başvurusu yaptı fakat itirazı reddedildi. Sözde hukuki süreç kesinleştikten sonra hücre cezası, 1 Ocak 2016 itibarıyla uygulamaya geçirildi. Uygulama başlar başlamaz Öcalan’ın radyosu, odasındaki gazete ve kitapları elinden alınırken, havalandırmaya çıkmasına da izin verilmedi.

Kürt Halk Önderi, hücre cezasının ardından 1 Şubat’taki ilk görüşmede şu tespitlerde bulunuyordu: “Eğer ana dil yasaklanıyorsa bu bir kültürel soykırımdır. Bu konu ve ana dilde eğitimin önemi, basında çok iyi ve sık sık işlenmelidir. Kültürel soykırım, fiziksel soykırımdan daha tehlikelidir. Bu konuda Kürt annelerin ve çocukların taleplerini yüksek sesle dile getirmeleri, demokratik tepkilerini göstermeleri en doğal haklarıdır.”

Zaten tek kişilik hücresinde kalan Kürt Halk Önderi’ne bu şekilde hücre cezası verilerek cezaevinin çıplak duvarlarıyla baş başa bırakılması, beyaz işkence anlamına geliyordu. Bu işkence yöntemi yıllarca sürecekti. Abdullah Öcalan’a 2020’nin ortalarına kadar 13 kez ve toplamda 240 hücre cezası verilecekti. 2006’nın kışında verilen o ilk hücre cezası ise Kürdistan halkında ve gerillasında büyük öfkeye yol açtı.

BENİM İÇİN ÖLMEYİN

Uluslararası komplonun 7. yıl dönümü olan 15 Şubat 2006’da PKK’nin İnşa Komitesi Üyesi ve YJA STAR komutanlarından Viyan Soran, Kürt Halk Önderi’nin esaretini, hücre cezası ve İmralı’daki insanlık dışı uygulamaları protesto etmek için bedenini ateşe verdi. Bedenini ateşe verme eylemlerinin yeniden başlamasına kızan Kürt Halk Önderi ise 26 Şubat 2006’daki görüşmesinde şunları diyordu: “Bu tür eylemleri tasvip etmiyorum. Kendilerini yakmasınlar, neden böyle yapıyorlar? Anılarına büyük saygı duyuyorum. Bizlerin yaşaması lazım. Ben ölsem dahi, benim için kimse kendisine zarar vermesin. Ben burada çok daha zor koşullarda kalıyorum ama direniyorum. Ölmek belki daha kolay olur.”

Yarın: Kuşları görmemesi için ağaçları kestiler