AİHM’in İmralı sınavı – XXII

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın korsanca kaçırılıp İmralı’da esir tutulmasıyla başlayan sürecin baş aktörlerinden birisi olacaktı.

Strasbourg’da bulunan AİHM binasında İsveçli yargıç Elisabeth Palm başkanlığındaki 1. Daire’de 21 Kasım 2000 günü “Öcalan duruşması” başladı.

Türk devleti, AİHM’in bağlı olduğu Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülkeden biriydi ve bu mahkemenin alacağı bütün kararlar Ankara rejimi için bağlayıcıydı. Bu yüzden Kürt Halk Önderi Öcalan’ın İmralı’ya götürüldüğü 16 Şubat 1999’da avukatlar da acil notuyla AİHM’e ilk başvuruyu yaptı. Abdullah Öcalan’ın, Kenya’da yasadışı şekilde yakalandığını, hayatının tehlikede olduğunu, kötü muamele gördüğünü ve adil yargılanmayacağını ifade eden avukatları, AİHM’in derhal harekete geçmesini istiyordu. Kayıtlara, 17 Şubat 1999 günü geçirilen ve bir gün sonra kamuoyuna açıklanan başvuruda, somut olarak AİHM iç tüzüğünün 39. Maddesi gereği “ihtiyati tedbir” uygulaması talep ediliyordu. 17 Şubat’ta bir gelişme daha olacaktı; daha önce Roma sürecinde devreye giren Abdullah Öcalan’ın avukatları Britta Boehler, Ties Prakken ve Victor Kappeile müvekkillerini görmek için Türkiye’ye hareket etti. Üç avukat, İstanbul Atatürk Havalimanı’nda 6 saatlik gözaltının ardından sınır dışı edildi.

İLK İHTİYATİ TEDBİRE RET

Bu arada Kürtler ise dünyanın dört bir tarafında, özellikle de Avrupa’da hala Kürt Halk Önderi Öcalan için ayaktaydı, gösteriler hızın kaybetmeden sürüyordu. Kürtlerin direnişinin de etkisiyle AİHM’nin 7 yargıçtan oluşan bir dairesi, 23 Şubat 1999’da acil biçimde Abdullah Öcalan’ın başvurusunu özel bir oturumda ele aldı. Kürt Halk Önderi Öcalan’ın yakalanışı, tutukluluk koşulları ve avukatlarıyla görüşme hakkı konularında Ankara’dan bilgi istemeye karar veren AİHM, ilk ihtiyati tedbir talebini ise reddediyordu. Dönemin Türk hükümetinin, 26 Şubat ve 3 Mart 1999 günlerinde verdiği yanıtlar AİHM’i tatmin etmedi. Özellikle Öcalan için yapılacak göstermelik yargılamaya bakacak Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) askeri hakimin olması AİHM’in endişelerini artıyordu.

CPT’NİN GİZLİ 2 MART ZİYARETİ

Beklenen mesaj, 4 Mart 1999’da Ankara’ya ulaştı. AİHM, adil yargılama ve Abdullah Öcalan’ın avukatlar aracılığıyla istediği mahkemelere başvuru tanınması konularında ihtiyati tedbir kararı aldı. AİHM’in bu kararından iki gün önce, daha sonra öğreneceğimiz ilginç bir gelişme yaşandı. Avrupa çapında gözaltı ve tutukluluk koşullarını denetleyen Avrupa İşkence ve Kötü Muameleyi Önleme Komitesi’nden (CPT) bir heyet, 2 Mart günü sessiz sedasız İmralı’yı ziyaret etti.

Ankara rejiminin onayıyla gerçekleşen ve 5 Mayıs 1999’a kadar kamuoyundan gizlenen bu ziyaretin ardından CPT, Türk devlet yetkililerinin İmralı’ya ilişkin iddialarını aratmayan cinstendi: “Öcalan işkence ve kötü muamele görmüyor, sağlığı yerinde ve tutukluluk koşulları yüksek standartlara sahip.”

Avrupa cephesinin İmralı’da kurulan işkence ve tecrit rejimine yeşil ışık yakan girişimleri bununla da sınırlı kalmayacaktı. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) Türkiye raportörü Andras Barsony, Yargıtay’da 21 Ekim 1999’da görülen Abdullah Öcalan duruşma sonrası “Türkiye’deki dava süreci Avrupa Konseyi standartlarına uygun” diyecekti.

CPT’nin raporu ve Kürt Halk Önderi’nin durumunu yakından izleyen Avrupalıların bu açıklamaları, o günlerde Türk devletinin elini uluslararası arenada güçlendirirken, AİHM ise asıl pozisyonunu Türk mahkemelerinin verdiği idam kararını onaylamasından sonra alacaktı. Yargıtay’ın, 25 Kasım 1999 günü DGM’nin idam kararını onaylamasıyla birlikte Abdullah Öcalan’ın avukatları da AİHM’e infazın durdurulması yönünde bir karar verilmesi için yeniden başvurdu. 5 gün sonra AİHM’in 1. Dairesi, özel bir oturumla durum değerlendirmesi yaptı ve Türk devletinden Strasbourg’daki dava sürecinin sonuçlanmasına kadar cezanın infaz edilmemesini istedi. Gözler artık Bülent Ecevit’in liderliğindeki 57. Türk Hükümeti’ndeydi.

7,5 SAAT SÜREN ‘İDAM ZİRVESİ’

Ankara kulislerinden alevlenen idam tartışmalarına son noktayı koymak için 12 Ocak 2000’de koalisyon partilerinin liderleri Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli bir araya geldi. Türk siyaset tarihine “idam zirvesi” olarak geçen ve 7,5 saat süren o görüşmenin ardından Türk hükümetinden “AİHM’in Öcalan hakkında verdiği ihtiyati tedbire uyacağız” açıklaması geldi. Ankara rejiminin bir şartı vardı; “Bu karar PKK ve yandaş çevreleri tarafından Türkiye’nin yüksek menfaatleri aleyhinde kullanılmayacak, kullanılırsa hukuki süreç kesilerek infaz sürecine geçilecek.”

PKK VII. KONGRESİ YAPILDI

Türk devleti, bu açıklamayla açıkça “İdam kozunu çekmecede tutacağız” derken, Kürt Özgürlük Hareketi ise milenyumun ilk ayında kritik bir kongre sürecindeydi. Kürt Halk Önderi’nin başlattığı barış sürecine uygun olarak PKK, mekanizmalarını ve paradigmasını 23 Ocak 1999’da Kürdistan dağlarında sonuçlandırdığı VII. Kongre ile değiştirdiğini deklare etti. En önemli değişiklik askeri cephede yaşandı; 1986’dan beri silahlı mücadeleyi yürüten ARGK yerine Halk Savunma Birlikleri (HPG) kuruldu. Bu tarihi değişiklik "HPG Rêber Apo'nun Fedai Ordusudur" sloganıyla duyurulurken, 7 maddelik Barış Projesi de kamuoyuna deklare edildi.

Ayrıca “Öcalan’a Özgürlük” adı altında dev bir kampanyanın da startı verilerken, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da da legal siyasete de ağırlık verilecekti. 2000’lerin yazına doğru Kürt Halk Önderi sivil siyaset için seferberlik başlattı.

TÜRK ORDUSU SALDIRDI

Türk tarafı ise 15 Ağustos 2000’de savaş uçaklarıyla Güney Kürdistan’da gerilla alanlarını bombaladı. Türk devletiyle eş zamanlı olarak YNK güçleri de gerilla mevzilerine saldırdı. Şüphesiz seçilen tarih tesadüf değildi, 15 Ağustos 1984’te başlayan silahlı mücadelenin yıl dönümünde PKK’ye mesaj verilmek isteniyordu. PKK’nin Güney Kürdistan’dan çıkartılmasına isteyen YNK, gerilla güçlerinin direnişi karşısında geri adım attı. Kürt Halk Önderi’nin her iki tarafa yaptığı “çatışmaları durdurun” çağrısının ardından YNK, 27 Eylül günü ateşkesi kabul etmek zorunda kaldı. Abdullah Öcalan, gerillanın savunma hattı kurmasını öneriyordu. Abdullah Öcalan, 25 Ekim 2000 günü avukatlarıyla yaptığı görüşmenin ardından şu mesajı yayınlandı: “Önümüzdeki altı ay önemli. Bu yaza doğru yeniden üzerinize gelebilirler. İmhaya yönelik gelinirse şiddet tırmanabilir. Filistinlilerin şu anki şiddetinden daha büyük ve tehlikeli şiddete yol açar. Yaklaşımlar karşılıklı gelişmezse 2001’de şiddet tırmanır, şiddetin gelişmemesinin garantisi yoktur. Bunun gelişmesinin tek yolu hükümetin adım atmasıdır. Katliamların önlenmesi için, kendini koruyamayan grupların Güney’de bırakılmaması gerekir. Askeri olarak şöyle bir hat öneriyorum. Üslenme hattı öneriyorum. Zagros hattı, oradan Botan’a, Behdinan’daki Metina Dağına doğru üçgen şeklinde bir hat çizilir. Bu üçgen Türkiye, Irak, İran arasındaki dağlık alandır. Örneğin Türkiye saldırırsa İran’a, İran saldırırsa Irak’a geçerler. Üç devletin saldırısına karşı ana savunma alanıdır. Kendi ihtiyaçları hareketliliği belirler. Meşru savunma alanı, ana savunma alanı burasıdır. Katliamı, çözümsüzlüğü önlemek için meşru savunma önemlidir. Bugünkü duruma aldanmamaları gerekir."

17 BİN SAYFALIK DAVA DOSYASI

Bu arada 2000 yılının sonbaharında bir başka önemli gelişme yine AİHM cephesinde yaşandı. Strasbourg’da bulunan AİHM binasında İsveçli yargıç Elisabeth Palm başkanlığındaki 1. Daire’de 21 Kasım 2000 günü “Öcalan duruşması” başladı. AİHM’in tarihindeki en zorlu dava görülüyordu. Yıllarca sürecek olan AİHM’deki prosedür artık bu ilk oturumla ete kemiği bürünecekti. O gün dört parçadan başta savaş mağdurları olmak üzere toplumun her kesiminden 200’den fazla Kürdistanlı “Biz de bu davanın bir tarafıyız” diyerek Türk devletinin mahkum edilmesi için duruşma salonundaki yerlerini aldı.

Türkiye’deki avukatların yanı sıra merkezi Londra'da bulunan Kürt İnsan Hakları Projesi’nden bir grup avukat da Abdullah Öcalan’ı savunuyordu. Türk devletinin 15 Şubat 1999’dan itibaren Kürt Halk Önderi’ne dönük işlediği suçlar şöyle sıralanıyordu:

* Kenya’da esir alma koşulları uluslararası hukuka aykırı,

* Başlatılan linç kampanyasıyla yargısız infaz yapıldı,

* Kötü muamele gördü,

* Tutuklanma gerekçesi kendisine okunmadı,

* Rehin alındıktan sonra derhal hakim karşısına çıkarılmadı,

* İmralı’da adil yargılanma olmadı,

* Mahkemeler önünde hak aramasına izin verilmedi,

* DGM’deki dava için savunmaya yeterli hazırlık süresi tanınmadı.

Türk devleti ise üç saat süren duruşmada “Öcalan Kenya’da yerel makamların bilgisi ve yardımıyla yakalanarak Türk güvenlik güçlerine teslim edildi”, “Davacı Türk adaletince adil yargılandı” ve “Ölüm cezası kararları infaz edilmedi” vb. tezlerle savunmasını yapıyordu. Hem solondaki hava hem de AİHM binası yakınlarında toplanan 100 bine yakın Kürdistanlı kitlenin tek vücut olarak Abdullah Öcalan’ın arkasında durması, Türk devletinin tezlerini boşa çıkartmada yeterli oldu. Tarih yaprakları 15 Aralık 2000’i gösterdiğinde ise AİHM kayda değer olmayan bir iki nokta dışında, Öcalan’ın başvurusunu tümüyle esastan görmeyi kabul ettiğini duyuruyordu.

Kürt Halk Önderi Öcalan’ın avukatları ve Türk devletini savunan avukatlar arasında tez çürütme yarışı, 2002’nin ikinci yarısına kadar sürdü. O iki yıllık süreçte Öcalan’ın AİHM’deki dava dosyası 87 cilte ve 17 bin sayfaya ulaşmıştı. AİHM’e göre verilecek bir karar için yeterli belge ve sav oluşmuştu. Ankara ise Avrupa Birliği üyeliği yolunda reformlar gerçekleştiriyor, Kopenhag Kriterleri’ni yerine getirme sözü veriyordu. Bu yüzden olacak ki Kürt Halk Önderi o günlerde AİHM’in ve bir bütün Avrupa’nın rolünü önemsiyordu. Abdullah Öcalan, “AİHM Savunmaları- Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru” adıyla 2001’de yayınlanan savunmasında, neden Avrupa’nın kapısını çaldığını şöyle açıklıyordu: “Tarihi değer ifade edeceğine inandığım, Doğu’nun Batı’ya ve Ortadoğu kültürünün Avrupa uygarlığına karşı bir savunması anlamı başta olmak üzere tarihin doğru aydınlatılmasına dayalı, artık evrenselleşen ve halklar adına da söylenmesi gereken sözlerin söyleneceği demokratik bir hukuk platformunu değerlendirmeyi görev bilerek, AİHM’ye yönelik savunma hakkımı kullanmak durumundayım. Kapsamlı bir hal alan tüm toplumsal sorunların çözüm dilini yakalayan ama yine de hâkim gücün çıkarlarından kaynaklanan bu hakkı kullanarak, çok gecikmiş ve Türkiye’nin kuruluş esprisi ve mantığına da ters oligarşik kilitlenmeyi aşmayı, sınırlı da olsa barış ve demokratik birlik çözümüne dayalı bu platformun AB üyeliğine de katkıda bulunmasını yanlış bulmuyor ve komplekse düşmüyorum.

Avrupa ileri konumdadır. Onu zenginleştiren yönleriyle özümsemeden, Doğu ve Ortadoğu’nun özüne her zaman inandığım kültürlerinin aşama yapmasına da olanak yoktur. AB değerlerini, toplumsal güçlerin adil çıkarlarına göre paylaşmayı bilmek, ucuz ve bilinen anlamda işbirlikçilik olmadığı gibi buna karşı duruşun da bir ilericilik sayılmayacağı, köhne ve softa bir gericilikten başka anlamının olmayacağı açıktır.

AİHM süreci aynı zamanda hukukun çözüm olanaklarını da test etmemize imkan vermekte veya bir şans olarak değerlendirilmesini önemli kılmaktadır. Türkiye’nin de hukuken bağlı olduğu AİHS (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi), şahsımı ilgilendirmekten öteye genel bir konumu gözler önüne sermektedir. BM’nin de kabul ettiği üç temel kuşak hakları, yani bireysel medeni haklar, ekonomik ve sosyal haklarla halkların ve kültürlerin varlığını özgürce belirleme haklarını, AİHS daha kapsamlı tanımlamakta ve gereklerinin tüm üyelerince sağlanmasını zorunlu kılmaktadır. Türkiye bu konuda başta yaşam hakkı maddesi olmak üzere üzerine düşeni yapmayan tek Avrupa Konseyi üyesi ülke durumundadır. AB aday üyelik sürecinde bile AİHS’nin bir başka anlamda açılımı olan Kopenhag Kriterleri’nin gereklerini yerine getirmemektedir.”

2. YILINDA YENİ SERHİLDAN DALGASI

Kürdistan ise uluslararası komplonun 2. yıl dönümü olan Şubat 2001’de Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü için ayaktaydı. İmralı’da artan tecridin yarattığı öfke, Kürtlerin sokaklara çıkmasını tetiklemişti. Kuzey Kürdistan’ın bütün kentleri ile İstanbul, Mersin ve Adana gibi Türkiye’nin metropollerinde Şubat ayı boyunca gösteri ve yürüyüşler düzenlendi.

Birçok merkezde esnaf günlerce kepenk kapatırken, öğrenciler de dersleri boykot ediyor, akşamları ise bir dakika süreyle Öcalan’ın içindeki tecride dikkat çekmek için ışıklar söndürülüyordu. 15 Şubat günü ise siyahlara bürünenler, bir gün süreyle oruç tuttu. Kürt Özgürlük Hareketi, 10 Aralık 2001’de “Önderliği Sahiplenme ve Savunma Kampanyası” başlattı. Bu kampanya, yeni dönemde sürecek Kürt direnişinin ilk halkasını oluşturacaktı. AİHM ise tarihi kararını 12 Mart 2003’te açıklayacaktı.

Yarın: Ölüm koridoru