Amed: Zindanlarda bireysel eylemleri tasvip etmiyoruz

Faşizme karşı direnişin her yerde olması gerektiğini söyleyen Amed, "Ancak üstünü çizerek belirtiyoruz ki ölüm orucu, süresiz-dönüşümsüz açlık grevi, ya da bireysel cana zarar verecek eylemleri hareketimiz kesinlikle tasvip etmemektedir" dedi.

PAJK Zindan Komitesi'nden Gulê Amed, KCK tarafından 12 Eylül tarihinde startı verilen "Tecride, Faşizme, İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı" hamlesi ve zindanlarda yaşanan baskı ve direnişe ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.

Kürtlere dönük inkar imha ve tasfiye konseptinin salt bir parçada değil, dört parçada uygulandığını söyleyen Zindan Komitesi'nden Gulê Amed, bu saldırılara KCK'nin 12 Eylül'de başlattığı "Tecride Faşizme ve İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı" hamlesi ile cevap verilmesi gerektiğini belirterek, "Bu tarihi final hamlesinin başarısı için şunun da çok iyi bilinmesi gerekiyor. Faşizm bugün sadece gerillaya dönük başlattığı askeri operasyonlarla ya da Başur, Rojava işgalleriyle veya HDP’ye yönelik geliştirdiği siyasi soykırım operasyonları ile sınırlı kalmıyor.

Direnişin olduğu her yere, her mekana, herkese saldırıyor. Bugün Türkiye ve Kürdistan cezaevlerinde insanlık dışı uygulamalarla binlerce tutsak iradesi kırılarak teslim alınmak isteniyor. Her gün zindanlarda yaşanan onlarca hak ihlali basına yansıyor. Neredeyse her hafta bir hasta tutsak tedavi edilmediği için şehit düşüyor. Özcesi faşizm halkımıza, mücadelemizin her alanına olduğu gibi zindanlara da vahşice saldırıyor. Dolayısıyla faşizmin olduğu her yerde direnmek bir devrimcinin en temel görevi olmaktadır. Faşizme karşı bu direniş hamlesini zindanlardaki on binlerce tutsak daa sahiplenip hamleye gücü oranında katılacaktır" dedi.

PAJK Zindan Komitesi'nden Gulê Amed ile yapılan röportaj şöyle:

12 Eylül askeri darbesine karşı 14 Temmuz direnişi ne ifade ediyorsa, bu hamle süreci de öyle değerlendiriliyor. Siz bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Öncelikle 14 Temmuz ve 24 Eylül Amed zindan şehitleri başta olmak üzere tüm şehitlerimizi bir kez daha anıyor, mücadeleleri önünde saygıyla eğiliyorum. Yine hareketimizin başlattığı "Tecride Faşizme ve İşgale Son; Özgürlüğü Sağlama Zamanı" hamlesini selamlıyor, bu hamlenin geliştirilmesinde dağda, zindanda, dört parça Kürdistan ve dünyanın birçok ülkesinde direnen bütün yurtsever halkımıza ve dostlarımıza başarılar diliyorum.

Şüphesiz 38 yıl önce geliştirilen 14 Temmuz direnişinin nedenleri, gelişim koşulları, siyasal toplumsal sonuçları anlaşılmadan bugünkü hamleye de doğru bir temelde yaklaşılamaz, nedenleri ve olası sonuçları bilince çıkarılamaz. İnsanlık tarihi zalim, baskıcı, katliamcı iktidarlara karşı halkların, mazlumların mücadeleleri tarihidir. Bu zalim iktidarlara karşı verilen bu mücadele ve direniş tarihinde şüphesiz Kürtler de halklar lehine büyük kahramanlıklar yaratarak direniş geleneğini büyük bedeller ödeme pahasına geliştirmişlerdir. Hem mücadelemiz açısından, hem de dünya halklar mücadelesi açısından en görkemli direnişlerinden biri de şüphesiz 14 Temmuz Amed zindan direnişidir.

14 Temmuz direnişi faşist özel savaş rejiminin başta Kürtler olmak üzere bütün devrimci, sol-sosyalist muhalif kesimlere karşı topyekün bir kırım politikasının uygulama alanı olan 12 Eylül darbe rejimine karşı geliştirilmiştir. Bu faşist darbe rejimi adeta bütün Türkiye toplumunda terör estirmiş, on binlerce kişiyi tutuklamış, insanlık dışı her türlü uygulamanın yapıldığı zindanlara atılarak işkencelerden geçirmiş, nerdeyse bütün muhalif kesimler bastırılarak teslim alınmak istenmiştir. Bu insanlık dışı uygulamaların, teslim alma politikalarının şüphesiz en büyük uygulama mekanlarından biri Amed Zindanı olmaktadır. Bu özel mekanda PKK kadroları şahsında bütün bir insanlık teslim alınmak, PKK hareketiyle varlık kazanmaya başlayan bir halk yok edilmek istenmiştir.

12 EYLÜL'DE TÜM MUHALİFLER HEDEF ALINDI

Sadece Kürtler değil bütün devrimci demokrat muhalif kesimler hedeflenmiştir. Amed 5 Nolu Askeri Cezaevi, Mamak Cezaevi vb. zindanlarda topluma öncülük yapan devrimciler teslim alınmak istenirken, dışarıda ise hak hukuk adına, insanlık adına, demokrasi adına topluma hizmet eden bütün kurumlar kapatılmış, toplumsal örgütlenmelerin önüne geçilmiş, toplum bir baskı-zulüm cenderesi altına alınmıştır. Özcesi faşizm işçisinden köylüsüne, Kürdinden Ailevisine, sağcısından solcusuna kadar herkesi hedef almış, bütün muhalif kesimler susturulmak, bir daha hiç konuşamaz, başını kaldıramaz hale getirilmek istenmiştir. Avrupa ortaçağını aratmayan cadı avları tarihin bu evresinde Ortadoğu'nun kalbinde Amed zindanında tekerrür etmiştir. Ve işte tarihi 14 Temmuz direnişi buna karşı gelişmiştir.

O günden bugüne iktidarlar nezdinde çok fazla bir şey değişmemiştir. Kendisi için risk olarak gördüğü bütün muhalefeti ortadan kaldırmak, bütün direniş odaklarını yok etmek hala en temel politikası olmaktadır. Değişen tek şey kırım, katliam araçları olmaktadır. Faşizm dün olduğu gibi bugün de hem kültürel hem fiziki soykırım politikalarını devreye koyarak teslim alabildiğini almak, alamadığını tutuklayarak, işkencelerden geçirerek, fiziki olarak yok ederek tasfiye etmek istemektedir. Faşizmin adı, biçimi, yöntemleri değişse de halkalara, muhaliflere, kadınlara, Kürtlere, farklı inanç ve etnik kimliklere karşı yok etmedeki kararlılığı ve karakteri değişmemiştir.

Şüphesiz tarih boyunca bir direniş geleneğinin sahibi olan Kürtler dün Amed zindan direnişi şahsında faşizme teslim olmadığı gibi bu direniş meşalesini kendisine miras alıp yaşamın her alanında direnmektedir. Tıpkı Haftanin'de Xakurke’de, Serêkaniyê’de, Efrîn’de, direnen ardılları gibi. Dün faşizme direnildiyse bugün de direnilecektir. Dün Amed zindanlarında faşizm, ölüm orucu eylemcilerinin iradesi karşısında yenilip direniş kazandıysa, bugün de Kürt halkının ve dostlarının mücadelesiyle faşizm yenilecek, özgür demokratik bir Türkiye'nin adımları atılacaktır. Faşizmin yenildiği her anda demokrasi örülüp halkların birliği güçlenirken, 12 Eylül faşist darbenin baş katili Kenan Evren gibi Erdoğan ve Bahçeli de tarihin lanetlenen diktatörleri olmaktan kurtulamayacaklardır.

2012 ve 2018 yıllarında zindanlarda geliştirilen direniş hamleleri vardı. Öyle görünüyor ki bu hamle de onların devamı niteliğindedir. Yeni hamle zindanlara nasıl yansıyor?

Kürtlerin tarihi zalim Dehaklara karşı geliştirilen mücadeleler ve direnişler tarihidir. Şüphesiz bu mücadele ve görkemli direnişlerin geliştiği alanlarında biri de zindanlar olmaktadır. Zindan direniş geleneğinin en önemli direnişlerinden biri de 2012 büyük zindan direnişidir. Bu direnişin geliştirilmesine neden olan da tıpkı daha önceki direnişlerde olduğu gibi halkımıza dönük geliştirilen baskı ve katliamlar, Önderliğimiz üzerindeki ağırlaştırılmış tecrittir. Faşist Türk devleti 2009'da 'KCK Operasyonları' adıyla siyası soykırım operasyonlarını başlatmış, Kürt halkı ve temsilcileri tutuklanarak zindanlara atılmış, 90’lı yılları aratmayan faili meçhul cinayetler yaşanmaya başlanmış, siyasi partiler kapatılmış, Kürtler ve Kürtlük adına ne varsa yok edilmek, bitirilmek istenmişti.

Şüphesiz bunca vahşice bir yönelimin olduğu bir ortamda direnmekten başka şansınızda yoktur. Ya direnilecek ve bu faşist yönelim kırılacak, ya da teslim olunacaktı. Suriye’de, Irak’ta yaşanan gelişmeler, artan cihatçı terör saldırıları, mezhep savaşları, ulus devlet krizleri yaşanmaktaydı. Ortadoğu'da içine girilen krizden çıkışın tek adresi şüphesiz Önderliğimizin geliştirdiği “Demokratik Ulus, Demokratik Ortadoğu” projesi olmaktaydı. Uluslararası güçler Ortadoğu krizine, yine bunun bir parçası olan Kürt sorunun demokratik temelde çözüm istemine müdahale olarak Önderliğimizin üzerinde geliştirilen ağırlaştırılmış tecritle süreci istedikleri doğrultuda yürütmeyi hedeflediler.

İşte zindanlar bu kaos ortamında Ortadoğu'da yaşanan bu tıkanmanın önünü açabilecek tek gücün Önderlik olduğu bilinciyle Önderliğimizin üzerindeki tecridin kalkması ve Önderliğimizin "Demokratik Türkiye, Özerk Kürdistan, Demokratik Ortadoğu" çözümü için rolünü oynayabileceği koşulların gelişmesi için tarihi bir direniş başlattı. Tek talebinin tecridin kaldırılarak Önderlikle görüşmelerin başlaması olan bu tarihi direniş yaklaşık 69 gün boyunca binlerce PKK-PAJK’lı tutsağın süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine girmesi şeklinde gelişti. Şüphesiz bu öyle kolay gelişebilecek bir durum değildi. Bir yandan zindanlarda binlerce insan direnirken, öte yandan dışarıda Kürt halkı ve dostlarının desteğiyle her alanda zindan direnişi sokaklara taşarak tarihin en görkemli direnişlerinden biri haline gelmişti.

HER ALANDA GELİŞTİRİLEN DİRENİŞ AKP-MHP'YE GERİ ADIM ATTIRDI

Bunun sonucunda Önderliğimizle görüşmeler başlamış, yaklaşık üç yıl süren "Demokratik Çözüm Süreci" adı verilen bir süreç gelişmişti. Her ne kadar AKP-MHP faşist iktidarı bu süreci bitirmiş ise de Önderliğimizin öncülüğünde gelişen bu süreçte herkes koşullar sağlandığı takdirde Önder Apo’nun ne tür gelişmeler yaratabildiğini görmüştü. İşte bugün geliştirilen bu hamle o gün gelişen direnişten bağımsız değildir.

Adım adım büyüyen direniş mücadelemiz daha sonra 2018'de Leyla Güven yoldaş öncülüğünde 4. büyük zindan direnişi olarak zindan direniş geleneğinin bir halkasını daha oluşturmuştu. "Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım, Kürdistan’ı Özgürleştirelim" şiarıyla başlayan direniş hamlesi, zindandaki yüzlerce arkadaşımızın yanı sıra, Avrupa’da ve dört parça Kürdistan’da da halkımız süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemlerine girmiş, 1 Mart 2019 tarihi itibariyle binlerce tutsak bu sürece dahil olmuş, daha sonra gruplar halinde Ölüm Oruçları geliştirilerek direniş zirveleştirilmiştir. Beyaz Tülbentli anaların ve halkımızın dostlarıyla birlikte her alanda geliştirdiği direniş AKP-MHP faşizminin iradesini kırmış, geri adım attırmıştır.

9 yoldaşımızın şehadeti ile tecrit politikasında gedik açan bu direniş, Önderliğimizin çağrısıyla sonuçlanmıştır. Bunları neden ifade ediyoruz. Çünkü bugün final hamlesi olarak tanımladığımız ‘Tecride Faşizme İşgale Son Özgürlüğü Sağlama Zamanı’ hamlesi iç içe birbirinden bağımsız olmayan her biri bir öncekinden beslenerek artan direniş halkalarına yenisinin eklendiği yeni bir halka yeni bir hamledir. Ve inanıyoruz ki zaferi kesinleştirecek, Önderliğimizle buluşacağımız günlerin müjdesini veren, en önemlisi bütün direnen kesimlere direnerek kazanılabileceğini gösterecek olan bir hamle olacaktır.

BİNLERCE TUTSAK TESLİM ALINMAK İSTENİYOR

Tabi bu tarihi final hamlesinin başarısı için şunun da çok iyi bilinmesi gerekiyor. Faşizm bugün sadece gerillaya dönük başlattığı askeri operasyonlarla ya da Başur, Rojava işgalleriyle veya HDP’ye yönelik geliştirdiği siyasi soykırım operasyonları ile sınırlı kalmıyor. Var olmakta ısrarın, direnişin olduğu her yere, her mekana, herkese saldırıyor. Bugün Türkiye ve Kürdistan cezaevlerinde insanlık dışı uygulamalarla binlerce tutsak iradesi kırılarak teslim alınmak isteniyor. Her gün zindanlarda yaşanan onlarca hak ihlali basına yansıyor. Neredeyse her hafta bir hasta tutsak tedavi edilmediği için şehit düşüyor. Özcesi faşizm halkımıza, mücadelemizin her alanına olduğu gibi zindanlara da vahşice saldırıyor. Dolayısıyla faşizmin olduğu her yerde direnmek bir devrimcinin en temel görevi olmaktadır. Faşizme karşı bu direniş hamlesini zindanlardaki on binlerce tutsak da sahiplenip hamleye gücü oranında katılacaktır.

Şüphesiz faşizme karşı direniş her yerde olmalı, herkes bu tarihi hamleyi sahiplenip gereğini yapmalı, rolünü oynamalıdır. Ancak üstünü çizerek belirtmek istediğimiz bir şey var ki ölüm orucu, süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemleri ya da bireysel cana zarar verecek eylemleri hareketimiz kesinlikle tasvip etmemektedir. Fakat bunların dışında her zindan alanı bireysel eylemler şeklinde değil de kolektif bir eylem tarzını esas alarak, kendi yapısıyla ortaklaşıp her türlü eylemi faşizme karşı direnme temelinde geliştirebilirler. Bu onların faşizm koşullarında onurlu bir yaşamdaki ısrarlarının eyleme geçme hali olacaktır. Faşizm karşısında direnmek şüphesiz en meşru hak olmak durumundadır.

İran devletinin Rojhilat Kürdistanı'na dönük politikaları var. Çok sayıda siyasi tutsak idamla yargılanıyor. Hamlenin bir ayağı da Rojhilat oluyor ve sloganı "İdamlara Son Demokrasi Zamanı" bu konuda neler söylenebilir?

Başta da belirttiğimiz üzere Kürtlere dönük inkar imha ve tasfiye konsepti salt bir parçada değil dört parçaya bölünmüş ve her parçanın bağlı olduğu ulus devlet yapılarınca da en vahşi şekilde uygulanmaktadır. Bunlardan biri Rojhilat Kürdistanı. Kürdistan’ın ikinci büyük parçası olup İran ulus devlet rejiminin Kürtlere dönük en sinsi politikaları uyguladığı bir alan olmaktadır. Bugün yaşadığımız yüzyılda dünyanın birçok ülkesinde idam cezaları kaldırılmış idamlar bir insanlık suçu olarak kabul edilmektedir. Ama maalesef insanlığın en büyük ayıplarından biri olarak kabul edilen idam cezaları Kürtler söz konusu olduğunda, İran gibi anti demokratik bir ülkede uygulanmaktadır. Demokrasiden, insan hak ve özgürlüklerinden bahsederek kendisini bu değerlerin sahibi görüp uyguladığını iddia edenler her gün Kürt gençleri idam edilirken sessiz kalmaktadırlar. Şüphesiz dışarıdan bunun önüne geçilmesini beklemek büyük bir yanılgı olur.

Bu sorunu iki temelde ele almak gerekir. Birincisi, bugün Ortadoğu'da yaşanan gelişmelere bakıldığında her ne kadar İran Şiiler üzerinden birçok ülkeye müdahale edip sıcak savaş alanlarını bu alanlarda (Suriye, Irak, Lübnan vb.) yaygınlaşmasını sağlamaya çalışsa da demokratik bir şekilde rejim değişikliğine gitmezse, gelişen siyasal konjonktürde çok fazla direnemez. Hepimiz ekonomik ambargonun, koronavirüs salgının, anti demokratik uygulamaların salt Kürtler açısından değil İran’daki bütün kesimler açısından bir rahatsızlık yarattığını, halkın rejime karşı büyük bir rahatsızlık duyduğunu bilmekteyiz. Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesini halkın dış güçlere öfkesini örgütleyip durumu kendi lehine çevirmeye çalışsa da sonrasında gelişen siyasal gelişmeler bu durumu aleyhine çevirmektedir. Halk tabanından doğru büyük bir rahatsızlığın olduğu, halkın demokrasi, eşitlik, ekonomik refah beklentisinin olduğu bu durumun devam etmesi dahilinde ülkede büyük bir krizin çıkabileceği riski bulunmaktadır.

Dolayısıyla bütün sorunların çözümünde demokrasiyi geliştirmek elzem olandır. Şüphesiz ulus devletin karakterinde olduğu gibi İran ulus devlet rejimi de kolay kolay değişmemekte ısrar edecektir. Burada önemli olan rejimi değişime zorlamaktır. Buradaki güç şüphesiz demokrasi lehine halkların demokratik konfederal birliği olmaktadır. Bu nedenle başta Rojhillat'taki halkımız olmak üzere bütün muhalif kesimler birleşerek idamlara, ötekileştirilmeye, anti demokratik uygulamalara karşı örgütlenmeli, örgütlenirken güçlü bir direniş çizgisini geliştirmelidirler. Çünkü hamlenin başarısı demek, "Demokratik İran, Demokratik Özerk Kürdistan" demektir. Hamlenin başarısı insanların düşüncesinden dolayı yargılanmadığı, idam edilmediği bir ülkedir. Yine hamlenin başarısı kadınların özgür eşit koşullarda mücadele ettiği, kendi sistemini kurduğu, örgütlendiği dolayısıyla kadınların kendini yakmadığı, intihar etmediği, muta evliliği adı altında fuhuşa sürüklenmediği, salt kadın hakları dediği için tutuklanıp yargılanmadığı bir yaşam bir düzen demektir.

Tutuklu yakınları, barolar, sivil toplum örgütlerinin bu sürece katılımı nasıl olmalıdır?

Bilindiği gibi genelde devletler özelde de ulus devletler karakterleri gereği anti demokratik yapılardır. Dolayısıyla anti demokratik olan bu yapıların demokratik bir sisteme dönüştürülmesi, bu yapılamıyorsa demokrasiye duyarlı hale getirilmesinde sivil toplum örgütlerinin rolü oldukça büyüktür. Anti demokratik bir yapıya karşı toplumun temel örgütlenme alanları olan bu kurumlar -ki doğru bir temelde örgütlendirilirse- demokratik yapılar olup sistemi zorlama, demokrasiye duyarlı olma noktalarındaki rolleri oldukça önemlidir. Şüphesiz faşist rejimler bu kurumları kendilerini besleyecek yapılar haline getirmek istemektedir. Dönüştüremediğini kapatmak ya da yasal engeller çıkararak toplumsal örgütlenmenin önüne geçmeye çalışmaktadır. En son örneğini çoklu baro sistemiyle hep birlikte gördük.

İnsanın en temel hakkı olan savuma hakkı için örgütlenen baroları adaleti koruma, toplumu savunma kurumu olarak değil, kendi faşist düzenini koruyan bir kuruma dönüştürmek için barolar değişikliğine gitti. Bu konuda ham barolardan, hem de toplumun bütün muhalif kesimlerinden tepkiler geldi. Ancak gelişen tepkiler zayıf kalınca yasal değişikliğe giderek kendi sistemini besleyen bir hukuk kurumu haline getirdi. Dolayısıyla anti demokratik uygulamalarına bir yenisini daha etkiledi. Şüphesiz, bu salt barolar için geçerli bir durum değildir. OHAL sürecinde onlarca, yüzlerce, binlerce kurum, dernek, sivil toplum örgütü, kapatıldı ya da yasalar değiştirilerek, yasaklar getirilerek çalışmaz hale getirildi. Dolayısıyla toplumsal örgütlenmenin, demokrasinin olmadığı alanlarda faşizme alan açılır, yasaklar hukuksuzluklar adaletsizlikler eşitsizlikler anti demokratik uygulamalar kaçınılmaz olur. Bugün de yaşanan tam olarak budur.

Toplumun her kesimi boğdurulmak, nefes alamaz hale getirilmek istenmektedir. Bu nedenle toplumsal örgütlenme alanları olan bu tür kurumların daha fazla demokrasi besleyecek büyütecek bir temelde örgütlenmeleri, faşizme karşı direnmeleri olmazsa olmaz olandır. Unutmamak gerekir ki faşizm en çok toplumsal örgütlenmeden korkmaktadır. Örgütlenen her kurum, örgütlenen her birey, faşizmi zayıflatacak bir zehirdir. Özcesi faşizmin panzehri toplumsal örgütlenme ve eylem birliğidir. Bu temelde bugün en fazla bu tür sivil toplum örgütleri hamleyi sahiplenmeli, hamlenin büyütülmesi ve zafere ulaşmasında rollerini oynamalıdırlar. Aksi takdirde var olma gerekçeleri olan demokrasi faşizm karşısında yenilecek, var olma gerekçeleri ortadan kalkacaktır.

Son olarak kamuoyuna çağrınız nedir?

Başta da belirttiğimiz gibi bugün faşizm yaşamın her alanında kendisini örgütlemekte insanlık adına, halklar adına, demokrasi adına, Kürtlük adına, kadınlık adına ne varsa yok etmek istemektedir. Faşizmin tarihin en dehşet sistemi ve insanlığın en büyük düşmanıdır. Faşist devletin en temel araçları olan milliyetçilikle, dincilikle, cinsiyetçilikle, bilimcilikle beslenerek bütün insanlığı yok edebilecek olan ölümcül bir zehir durumuna gelmiştir. Bu insanlık düşmanı zehire karşı en büyük panzehir, örgütlenerek, faşizme karşı öfkemizi eyleme dönüştürerek her alanda mücadeleyi büyütmektir. İnsanlık değerleri etrafında örgütlenmektir.

Dolayısıyla tüm kamuoyuna çağrımız da bu temeldedir. "Demokratik Türkiye, Özgür Kürdistan, Demokratik Ortadoğu Birliğinin" yolu faşizmle mücadeleden geçmektedir. Bu temelde toplumun bütün farklı muhalif sesleri bir araya gelmeli, faşizme karşı ortak bir cephe oluşturarak mücadeleyi büyütmeyi esas almalıdırlar. Bilinmelidir ki faşizmi yenilgiye uğratacak olan anti faşist cephe ve anti faşist direniş olacaktır.