Kuş sesi bile duymasın! - XXV

Türk devleti, 2008’e gelindiğinde akıllara ziyan işkence yöntemlerini İmralı’da hayata geçirdi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın saçları zorla kazıtıldı, kuşlar konup ses çıkarmasın diye hücrenin etrafındaki ağaçlar kesildi.

İmralı rejiminde 2006’dan itibaren “beyaz işkence” denilen hücre cezaları artık sıradan bir işlem olacaktı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 12 Temmuz 2016’da avukatlarıyla yaptığı görüşmede “Çözüm ve barış için sadece PKK’nin demokratik siyaset yapmasının önünün açılması yeterlidir” dediği için radyosu, odasındaki gazete/kitaplar alındı. Havalandırmaya çıkmasına izin verilmeyerek, 20 günlük hücre cezasına çarpıtıldı. Zaten tek hücrede tutulan Öcalan, bir kez daha 20 gün boyunca beyaz duvarla yalnız bırakılacaktı.

 Öcalan, cezaya karşı Cezaevi Disiplin Kurulu’na yazdığı savunmasında ise demokratik çözüm konusunda fikirlerini söylemeye devam edeceğini duyuruyordu. “Zaten konuşmalarımda beni en çok sıkan da her iki tarafın zor durumumu kendileri için bir avantaj gibi kullanmalarıdır. Bunu doğru bulmadığımı ısrarla belirtmeye çalışıyorum. Bunun hem devlet hem de PKK için yanlış hesap olduğunu söylüyorum. Hiçbir çıkış, çözüm yolu gösterilmezse dağdaki binlerce insan ne yapacaktır? Yasayla olan çözüm yolları da tıkanırsa çatışmaların yoğunlaşacağı, kitlenin yaşadığı ağır sorunlarını patlamalara dönüşebileceği objektif bir tespittir. Talimat değildir. Yanlış anlaşılmaması için dışarıya ilişkin uyarı ve önerilerimi tekrarlamaktan kaçınmayacağımı, ilgili çevrelerin son derece sorumlu davranarak tavır geliştirmelerinin tarihi önemi olduğunu, üzerime barış, demokratik çözüm konusunda düşecek görevleri yerine getirmenin temel tercihim olduğunu bir kez daha belirtirim.”

MİLYONLAR: ABDULLAH ÖCALAN SİYASİ İRADEMDİR

Türk devletinin kurduğu işkence rejiminin pervasızlaştığı günlerde, Kürt halkı ise 10 aydır sürdürdükleri tarihi bir kampanyanın ilk devresini tamamlıyordu. Özgür Yurttaş Hareketi’nin, Temmuz 2005 ile Mayıs 2006 tarihleri arasında Türkiye ve Kürdistan’da "Öcalan Siyasal İrademdir Kampanyası" adıyla gerçekleştirdiği kampanyanın sonuçları, 20 Ekim 2006 günü Ankara’da düzenlenen toplantıyla kamuoyuna açıklandı. Yüzlerce kampanya aktivisti, Türk polisi tarafından gözaltına alınmasına rağmen toplam 3 milyon 243 bin kişi "Ben bir Kürdistanlı olarak Abdullah Öcalan'ı Kürdistan'da siyasi bir irade olarak görüyor ve kabul ediyorum" diyerek imza atmıştı. Bu imzaların 1 milyon 200 bini Avrupa’da toplanmıştı.

Daha sonraki yıllarda imza atanların 10 milyonu geçeceği bu kampanya şüphesiz ilk değildi, öncesinde de değişik adlarla İmralı’daki tecridin kırılması, Kürt Halk Önderi Öcalan’ın sağlık ve yaşam koşullarının düzeltilmesi ve en önemlisi de özgür kalması için iki kitlesel kampanya daha düzenlemişti:

* Türkiye ve Kürdistan kentlerindeki cezaevlerinde kalan tutsaklar, 10 Aralık 2001'de "Önderliği Sahiplenme ve Savunma Kampanyası" adıyla ilk kampanyanın startını verdi. Tutsaklar, kampanya kapsamında dönüşümlü açlık grevleri, açık görüşe ve revire çıkmama gibi eylemler gerçekleştirdi. Cezaevlerinde başlayan kampanya, kısa sürede Kürdistan kentlerinde, daha sonra da Türkiye ve Avrupa'da yapılan büyük yürüyüşler ve basın açıklamalarıyla sürdü. Kampanya, 15 Şubat 2003’te sona erdi.

* Bağımsız Gençlik Hareketi (BAGEH) öncülük ettiği ve 1 Şubat 2004’te startı verilen “Önderliğe Özgürlük” kampanyası ise 1 Mayıs 2004’e kadar sürdü. Kampanya ile Kuzey Kürdistan ve Türkiye'de toplanan yüz binlerce imza, Türkiye Meclisi’ne teslim edildi.

YENİ YÖNTEMLER DEVREYE SOKULDU

İçeride Abdullah Öcalan’ın iradesinin her türlü tecrit ve işkence yöntemiyle kırılamaması, dışarıda da milyonların onun etrafında kenetlenmesi, Türk devletinin İmralı’da yeni yöntemler denemesine yol açacaktı. Kürt Halk Önderi Öcalan’ın zehirlenmiş olabileceği ihtimali üzerine 2007’nin başında kendisinden alınan saç örnekleri, İtalya ve İsveç’te iki ayrı laboratuvarda incelemeye alındı. Kürt Halk Önderi’nin saç telleri sağlığı hakkında güçlü ipucular verebilirdi. Kürt kamuoyunun merakla beklediği açıklama, 1 Mart 2007’de daha önce Kürt Halk Önderi’nin 66 gün kaldığı İtalya’nın başkenti Roma’da yapıldı.

ODASINI MHP’Lİ FİRMA BOYADI

Uzman heyetin imzasını taşıyan raporlara göre Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın saç tellerinde krom ve stronsiyum elementi normal insanlarda olması gerekenden fazlaydı ve bu durum sağlık açısından ciddi risk teşkil ediyordu. Özetle saç tellerinden Abdullah Öcalan’ın zehirlendiği tespit edilmişti. Roma’daki basın toplantısının ardından Kürt tarafı peş peşe açıklamalar yapıyordu. Murat Karayılan, Kürt Halk Önderi’nin odasındaki boyadan zehirlenmiş olabileceğini, odanın boyama ihalesinin MHP çevrelerinden bir firmaya verildiğini ve bu firma tarafından boyaya zehirli madde katıldığı yönünde ellerinde bilgi olduğunu kamuoyuna deklare etti.

SAĞLIĞI SAĞLIĞIMIZDIR!

Kürt kamuoyundan yükselen “Tarafsız bir sivil heyet İmralı’ya gidip yerine inceleme yapsın” sesleri Ankara rejiminde beklenen tepkiye yol açmıyordu. Bunun üzerine başta Avrupa’da olmak üzere dünyanın birçok ülkesi ile Kürdistan’da yüz binlerce insan sokaklara çıkarak “Sağlığı sağlığımızdır” diyerek Abdullah Öcalan’ın zehirlenmesine karşı harekete geçilmesini talep ediyordu. Kürt halkının gösteri, yürüyüş ve sivil itaatsizlik eylemlerine Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden herhangi yanıt gelmeyince Fransa’nın Strasbourg kentinde, 11 Nisan 2007 günü 18 Kürt siyasetçi ve aktivist, süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladı.

YAŞAYARAK DİRENİN!

500 kişi de beşer günlük dönüşümlü olarak destek verdiği o açlık grevi, 39. günde, Kürt Halk Önderi’nin İmralı’dan eylemcilere “Yaşayarak direnin” mesajı göndermesiyle sona erdi. Bu arada aynı dönemde Avrupa Parlamentosu üyesi 8 parlamenter, Öcalan’ın bağımsız bir heyet tarafından tedavi edilmesi talebiyle imza kampanyası başlattı. Avrupa’daki Kürdistanlılar bu kampanya için bir haftada 103 bin 417 imza toplamayı başarmış, 11 Mayıs 2007 günü imzaları alan Avrupa İşkence ve Kötü Muameleyi Önleme Komitesi’nin (CPT) Yönetim Kurulu, İmralı’ya heyet göndermeye kararı vermişti.

İmralı’ya 19-22 Mayıs 2007 tarihlerinde giden CPT heyeti, Kürt Halk Önderi’nin dış dünya ile irtibatı ve sağlığıyla ilgili tavsiyelerde bulundu. Türk devleti bir kez daha CPT’nin önerilerine kulak asmayacak, İmralı’da tecrit ve “zamana yayılmış ölüm” konsepti sürecekti. O günlerde 2007 yılının bir önemli gelişmesi daha yaşanacaktı; KONGRA GEL 5. Genel Kurulu, 16-22 Mayıs tarihleri arasında toplanarak Kürt Özgürlük Hareketi’nin örgütleme modelini değiştirmeyi gündemine almıştı.

KCK’NİN KURULUŞU

Kürdistan’ın dört parçası ile diasporada yaşayan Kürtleri temsilen 213 delegenin katıldığı o Genel Kurul’da, Kürt Halk Önderi’nin çerçevesini çizdiği Koma Komalên Kurdistan (KKK) ismi Koma Civakên Kurdistan (KCK) olarak değiştirildi. KCK, KKK’den farklı olarak bütün parçaların temsil edildiği çatı örgütü fonksiyonunu görecekti. Öcalan, KCK’nin ilanını takip eden günlerde yeni sistemi şöyle tarif ediyordu: “KCK sistemi, demokratik toplumsal diyalektik bir sistemdir. Kürtler bulunduğu her parçada, o devletlerle demokratik bir diyalog ve yöntem geliştirirler. Bunlar birbirlerinin karşıtı gibi ak ve kara değildir. Mesela Kürtler ve bulundukları devletler birbirlerinin yanında yaşarlar, birbirleriyle mücadele ederler fakat birbirlerini ak ve kara gibi görüp imha etmezler.

Özellikle Kürtler, demokratik ulus anlayışıyla mücadele yürütürler. Bu nedenle KCK, tüm Kürtleri temsil eder ve her parçada Kürtler adına politika üretir. KCK, İran’la, Suriye’yle, Türkiye’yle hatta Irak’la Kürtler adına görüşmeler yapabilir ve onlarla demokratik diyalogu geliştirir. Beni KCK Onursal Başkanı olarak seçmişlerdi herhalde. Ben de bundan sonra ancak KCK adına konuşabilirim. Türkiye’de de eğer sorun benimle çözülmek isteniyorsa KCK Başkanı sıfatıyla görüşürüm konuşurum.

Demokratik Özerklik, demokratik siyaset, demokratik toplum, Demokratik Cumhuriyet’e dayanır. Benim KCK dediğim sistem, bunun Kürtlere uyarlanmış şeklidir. Ne ulusalcı faşist politikalar ne de siyasal İslam Kürt sorununu çözebilir. Bu konuda getirdikleri hiçbir proje de yoktur. Demokratik Özerklik olabilecek en makul ve uygulanabilir yegane çözümdür. Bunu yazdığım yeni savunmalarımda ayrıntılı işledim, federasyonun da bir çözüm olamayacağını biliyorum.”

DTK’NİN İLANI

Kürt Halk Önderi’nin belirlediği yeni örgütlenmenin bir ayağı da 30 Ekim 2007 günü Amed’de ilan edildi. O gün Demokratik Toplum Hareketi’nin sivil toplum kuruluşlarını tek çatı altında toplayan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ilan edildi. Abdullah Öcalan için “Kürt Halk Önderi” ifadesinin yer aldığı DTK’nin kuruluş bildirisinde Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan başka yere nakledilmesi ve sağlık sorunlarının giderilmesi istenirken, etnik ve toprak temeline dayanmayan Demokratik Özerklik ve bölgesel meclis talep edildi.

ÊDÎ BES E!

Bu arada İmralı’da peş peşe hücre cezaları veriliyordu, Kürt Halk Önderi Öcalan’ın sağlığı ve yaşam koşulları alarm veriyordu. Kürt Halk Önderi’nin sağlık durumunun giderek kötüleşmesi, hücre içinde hücre uygulamalarıyla 5 kez disiplin cezasına çarptırılması, 11-16 Eylül 2007 günleri arasında KONGAR GEL’in ana gündemiydi.

Delegelerin Kürt Halk Önderi’ne yönelik süren işkence ve tecride ilişkin görüşlerini Kürtçe “Êdî bes e (Artık Yeter)” diyerek bitirmesi kongreye damgasını vurmuştu. Bundan dolayı olacak ki kongreden “Êdî bes e, Önderliği Yaşa, Yaşat” sloganıyla milyonları kapsayacak dev bir kampanya kararı çıktı: “Kampanyamız Önder Apo’nun yaşamı garanti altına alınıncaya, İmralı Cezaevi’nden nakledilinceye kadar da her alanda kararlılıkla sürecek.”

BUSH-ERDOĞAN GÖRÜŞMESİ

Kürdistan’da savaş, 2007’nin sonbaharına gelindiğinde yeniden tırmanmıştı. Gerilla güçlerinin 21 Ekim gecesi Oremar’da bulunan Türk ordusuna ait komanda taburuna yaptıkları baskın, bir anda Türkiye ve küresel güçlerin yönünü Kürdistan’a çevirmesine yol açtı. Bundan dolayı da 5 Kasım günü Washington’da dönemin ABD Başkanı Bush ile görüşen Türk Başbakan Erdoğan’ın gündeminde “PKK ile ortak mücadele” vardı. Görüşmenin ardından PKK’nin tasfiye edilmesi için küresel çapta yeni bir süreç başlarken, İmralı’da da Türk devleti işkence ve tecridini en ağır şekilde devreye soktu.

YENİ İŞKENCE YÖNTEMLERİ

Türk devleti, 2008’de pek kimsenin aklına gelmeyen işkence yöntemlerini İmralı’da uygulamaya başladı. Türk güçleri, Haziran 2008’’de zorla Kürt Halk Önderi’nin saçlarını kesti. Abdullah Öcalan, 2 Temmuz 2008’deki görüşmede avukatlarına bu olayı şöyle aktarıyordu: “Saçlarımı kazıttılar. Devlet, bununla ‘biz istediğimiz zaman seni kontrolde tutarız, istediğimizi yaparız, sen bizim elimizdesin, 24 saat kontrolümüzdesin’ mesajını veriyor. Benim elimde İmralı yönetmeliği var, diğer cezaevi yönetmelikleri var. Yaptıkları saç kesme bunlara aykırıdır. Bunu yapmamanız lazım, dedim. Onlar da ‘biz saçınızı kesmek zorundayız’ dediler.”

Bir tehdit ve intikam aracı olarak “disiplin cezaları” da 2008’in yaz aylarında en acımasız şekilde uygulanacaktı. Mayıs-Haziran aylarında birer gün arayla 50 gün hücre hapsi şeklinde hücre cezası uzun bir zaman dilimini kapsayacak hale gelecekti. Kürt Halk Önderi, 23 Temmuz 2008 günkü görüşmede avukatlarına, 50 günlük hücre hapsinin sonuçlanmasının hemen ardından İmralı Cezaevi Müdürü’nün kendisine “50 günü bitirdin ama bir 50 gün daha yolda” dediğini aktaracaktı. Üstelik kesilen saçlar, Abdullah Öcalan’ın gözü önünde yakılacak, hücrenin cezaevi personeli tarafından kontrolü için kullanılan kapıdaki mazgal penceresinin sık sık ve uyumasını veya okumasını engelleyecek biçimde açılıp kapatılacaktı. Aynı görüşmede Kürt Halk Önderi, bu uygulamalara dair şu değerlendirmede bulunuyordu: “Dün de havalandırmayla ilgili bir sorun yaşadım. Müdür hiçbir gerek olmamasına rağmen sesini yükselterek sürenin bittiği uyarısı yaptı. Aslında daha nazikçe de yapılabilirdi. Onlar uygun bir dille ifade ettikleri zaman ben de teşekkür ediyorum. Ama neden böyle yapıyorlar, buna henüz tam olarak anlam veremedim. Amaçları beni psikolojik olarak yıpratmak, irade mi kırmak mı, müdüre de söyledim, ‘böyle küçük şeylerle üzerime gelmeyin’ diye. Bir silah çıkartıp tek bir kurşun sıksalar sesimi çıkartmam dedim ama böyle küçük şeylerle üzerime gelmeyin. Bu konuyla ilgili olarak bir dilekçe de verdim.”

İmralı’daki tecrit rejiminin tarihine geçen insanlık dışı pratikler bununla da sınırlı kalmayacaktı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tutulduğu hücrenin etrafında bulunan ağaçlar, kuşlar konup ses çıkarmasın diye kesilecekti. O, 19 Kasım 2008 günkü görüşmesinde akıllara ziyan bu olayı şöyle anlatıyordu: “Burada, odamın penceresinden görünen iki ağaç vardı, şimdi yok. İki gün önce onları da kestiler. Bunu aslında anlatmak istemiyordum ama artık anlatıyorum. Bu ağaçları niye kestiler? Bu ağaçlara kuşlar konuyordu, kuş cıvıltıları oluyordu, rüzgar estiğinde hareketleniyordu, yeşillikti, benim bunları, canlı varlıkları görmemi istemiyorlar. Bu nedenle kestiler, baktığımda artık ağaç göremiyorum. Benim bir ağacı bile görmeme tahammül edemiyorlar. Yine geçen gün odamı darmadağın ettiler. Bütün evraklarımı, mektuplarımı dağıttılar. Mektuplarımı bağlayacak bir ip bile bırakmadılar, parçaladılar. Bu dağınıklığı düzeltene kadar ayakta kalacak halim kalmadı. Teslim olsam durum böyle mi olurdu?”

Yarın: Habur süreci ve avukat yasağı