GÖRÜNTÜLÜ

Hozat: Kürt soykırım savaşı sebep, çöküş sonuçtur

Kürt soykırım savaşının her türlü hukuksuzluğun, adaletsizliğin ve çöküşün kaynağı olduğuna işaret eden KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, buna yol açan sebep ortadan kaldırılmadıkça Türkiye’nin düze çıkamayacağını kaydetti.

BESÊ HOZAT DEĞERLENDİRİYOR

Hozat, “Mesela şimdiye kadar CHP'nin çeşitli mitingleri oldu; Rize'ye gitti, çay mitingi yaptı; buğday mitingi yapıyor. Rize'de çay krizini doğuran da Kürt soykırım savaşıdır. Çiftçilerin buğday krizini doğuran da Kürt soykırım savaşıdır. Türkiye'nin bütün kaynakları savaşa gidiyor, Kürt soykırım savaşına gidiyor. CHP, sen niye bu soruna yol açan esas sebep, kaynak nedir diye bir miting yapmıyorsun? Bunların hepsi sonuçtur. Yerel seçimlerden sonra CHP'nin Kürt sorununun demokratik çözümüne dönük bir projesi olmalıydı, programı olmalıydı, bunu açıklamalıydı. Her yerde çok kapsamlı mitingler yapmalıydı. Programını halka açıklamalıydı. Bunun üzerinden eğer gerçekten bu rejimi değiştirmek, Türkiye'ye hukuk, adalet getirmek istiyorsa en güçlü mücadele yöntemi, tarzı budur, anlayışı budur. Bu rejimi en çok zorlayacak olan, yıkacak olan şey budur. Mesela bu konuda hiçbir ses yok. Bu anlamda toplumu da liberalize etme durumu var” dedi.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, Kürt halkına karşı soykırım savaşı kapsamında İmralı tecridini, askeri operasyonları, Kurdistan’da belediyelerin gasp edilmesini ve buna halkların direnişini; yanı sıra Haziran ayında fedai temelde gelişen direniş ve şehadetleri Medya Haber Tv’ye değerlendirdi. Değerlendirmelerin tamamı şöyle:

Önderliğin fiziki özgürlüğünü amaçlayan küresel özgürlük hamlesi çok önemli bir düzeye geldi. Gün geçtikçe evrenselleşerek gelişiyor. Bu anlamda çok önemli bir sahiplenme de var. Uluslararası çapta dünyaca tanınan birçok aydın yazar, akademisyen, siyasetçi, filozof CPT'ye mektuplar yazdı. Nobel Barış Ödülü alan dünyaca tanınan onlarca kişi aynı biçimde CPT'ye mektup yazdı. Her yerde çok yaygın bir biçimde Önderliğin savunmaları okunuyor, tartışılıyor. Bakurê Kurdistan'da ve Türkiye'de de böyle bir çalışma başlatıldı. Bu son derece önemlidir. Önderliğin düşüncelerinin, paradigmasının kavranması, özümsenmesi gerçekten çok ciddi bir değişim dönüşüme de yol açıyor. Zihniyette değişime yol açıyor, insanları, toplumu özgürleştiriyor. Önderlik kavrandıkça, anlaşıldıkça, özümsendikçe özgürlük mücadelesi de büyüyor, derinleşiyor.

ÖNDERLİĞİN ÖZGÜRLÜĞÜ DEMOKRATİK TEMELDE ÇÖZÜM DEMEK

Önderliğin özgürlüğüne dönük çok güçlü bir sahiplenme gelişiyor ve mücadele büyüyor. Bu anlamda paradigmanın yaygın bir biçimde taşırılması toplum, insanlık için çok önemli, kutsallık derecesinde bir çalışmadır. Bir insanlık çalışmasıdır aynı zamanda. Toplumu, halkları özgürleştirme mücadelesidir. Temel bir özgürlük mücadelesi olarak bunu ele almak gerekiyor. Zaten Önderliğin özgürlüğü ile Kürt halkının özgürlüğü tamamen iç içe geçmiş durumdadır. Bütün bu çalışmalar Kürt halkının özgürlük çalışmasıdır. Halkların, kadınların özgürlük çalışmasıdır. Böyle ele almak gerekiyor. Önderliğin fiziki özgürlüğü demek, Kürt sorununun demokratik temelde çözülmesi demektir, Kurdistan’ın özgürlüğü demektir. Türkiye'nin demokratikleşmesi demektir. Ortadoğu'nun demokratikleşmesi demektir. Tamamen iç içe girmiş durumdadır.

Önderlik bir kişi değil ki! Önderlik milyonların iradesini temsil ediyor. Bir halkın önderidir. O açıdan Önderlik konusunda en ufak bir gelişim, doğrudan Kürt sorununun demokratik çözümü açısından da bir ilerleme demektir. Kürtlerin özgürleşmesi, halkların özgürleşmesi açısından da bir gelişme, bir ilerleme demektir. Bu anlamda küresel özgürlük hamlesi önemli gelişmeler sağlayarak ilerliyor, gelişiyor.

Bunu çok daha güçlü bir biçimde sürdürmek gerekiyor. Bunu engellemeye dönük bazı çabalar, çeşitli girişimler görüyoruz. Avrupa devletleri nezdinde de gelişiyor. Küresel özgürlük hamlesinin Avrupa toplumunda, genel olarak aslında bütün halklarda yarattığı çok ciddi bir etki var. Değişim, dönüşüm, canlanma, dinamizm var. Küresel kapitalist modernite sistemi belli ki bundan kaygı duyuyor. O açıdan küresel özgürlük hamlesinin önüne geçmek, zayıflatmak için de bazı çabaların, çeşitli çalışmaların olduğunu duyuyoruz, biliyoruz ve izliyoruz. Tabii ki komployu geliştiren de bu güçlerdir. Demokratik ulus paradigmasının, demokratik uygarlık manifestosunun dünya toplumuna, insanlığa mal olmasını istemiyorlar.

Buna karşı da daha güçlü bir mücadele gerekiyor. Bu tür engelleyici, önleyici, zayıflatıcı çalışma ve yaklaşımlara karşı bizim küresel özgürlük hamlesini iki-üç kat geliştirmemiz lazım, büyütmemiz lazım. Bu tür yaklaşımlara karşı verilecek en anlamlı cevap, mücadeleyi büyütmek ve yaygınlaştırmaktır. En güçlü bir biçimde sürdürerek sonuca götürmektir. Bu çok önemlidir.

MÜCADELEYİ TOPLUMSALLAŞTIRARAK YÜRÜTMELİYİZ

Zaten hamlenin bir temel ayağı olarak zindanlarda da direniş çok güçlü bir biçimde devam ediyor. Gerçekten çok onurlu bir direniş geliştiriliyor zindanlarda. Yine tutsak aileleri, halkımız çok güçlü bir mücadele içerisindedir. Tabii bu mücadelenin daha da toplumsallaşarak geliştirilmesi gerekiyor. İkinci dönemi hamlenin toplumsallaşması olarak ortaya koyduk. Bu hamleyi başlatan dostlar, demokratik çevreler bu temelde bir perspektif ortaya koydu. Bu anlamda daha da toplumsallaştırarak güçlü bir biçimde yürütmemiz lazım. Yani toplumsallaşmada zaman zaman böyle eksiklikler yaşanıyor. Bunu bizim hızla aşmamız gerekiyor. Bu oldukça önemlidir.

Gerilla zaten kendi açısından hamleyi güçlü eylemlerle, direnişle en güçlü biçimde sürdürüyor. O konuda çok söylenecek bir şey yok. Fakat toplumsal ayağını, toplumsal direniş ayağını çok daha güçlü geliştirmemiz lazım. Paradigmayı yaymayı, mevcut olanın iki-üç katı daha güçlü bir biçimde bizim yaygınlaştırmamız ve geliştirmemiz gerekiyor.

Somut olarak işkence tecrit sistemini kırma açısından bir gelişme görülmüyor. Özellikle CPT, Avrupa Konseyi, BM, AİHM ve ilgili bütün uluslararası kurumlar üzerinde ve özellikle de Türk devleti üzerinde toplumun ortaya koyduğu mücadele, bu güçleri özellikle de Türk devletini sıkıştırmış, baskılamış durumdadır. Genel olarak hem önderlik hamlesi hem bir bütün gelişen mücadele, devleti de faşist rejimi de mevcut durumda çökme sürecine koydu. Bunun getirdiği ciddi bir sıkışma durumu var ve bu baskıyı daha da yoğunlaştırmak gerekiyor. Avukatlar Önderlikle görüşmek için düzenli başvuruyor, bunu sürdürmek önemlidir. Mutlaka avukatların Önderlikle görüşmesi gerekiyor.

ÖNDERLİĞİN ÖZGÜRLÜK, GÜVENLİK VE SAĞLIK KOŞULLARINI SAĞLAMAK GEREKİYOR

Önder Apo bir halkın önderidir. Bir ailenin Önder Apo ile görüşmesi çok fazla bir anlam ifade etmez ama avukatların görüşmesi büyük anlam ifade eder. Avukatların Önder Apo ile görüşmesi gerekiyor. En doğal hakkıdır. Bu Türkiye hukukunda da böyledir, uluslararası hukukta da böyledir. Şu anda Türk devleti zaten avukatları görüştürmeyerek gerçekten büyük bir suç işliyor. İnsanlık suçu işliyor. Hukuku bir bütünen çiğniyor, ihlal ediyor. Büyük bir hukuksuzluk durumu söz konusudur. En doğal, en meşru hakkıdır. Önderliğin avukatlarla görüşmesi, birçok çevreyle görüşmesi, iletişim hakkının olması, dışarıyla sürekli istediği biçimde iletişim içerisine girmesi, en doğal hakkıdır fakat bu çok hukuksuz, ahlaksız bir biçimde engelleniyor.  

Avukatların Önderlikle görüşmesi gerekiyor. İmralı'da Önderliğin yanında kalan arkadaşlar da var. Aileleri bu arkadaşlarla görüşmek için sürekli  başvuruyor. Zaten bir bütün olarak Önderlik başta olmak üzere diğer tutsak arkadaşlara dönük de bir tecrit, izolasyon durumu var. O arkadaşlarla aileleri, avukatları, vasileri görüşebilir. Fakat Önderlikle aileden ziyade esas olarak avukatların görüşmesi gerekiyor. Önderlik sıradan bir tutsak değil. Biz Önderliğin durumuyla İmralı'daki diğer tutsak arkadaşların durumunu aynı biçimde ele alamayız. Önderlik bir halkın önderidir, milyonların iradesidir. Dolayısıyla Önder Apo’yla esas olarak avukatların görüşmesi gerekiyor. Bunun üzerinde baskıyı daha fazla yoğunlaştırmak ve mutlaka bu işkence tecrit sistemini kırmak gerekiyor. Önderliğin özgürlük, güvenlik, sağlık koşullarını yaratmak gerekiyor.

CPT bu duruma açıklık getirmekte artık zorlanır duruma geliyor. O açıdan belli aralıklarla açıklama, izah yapmak durumunda kalıyor. Avrupa Konseyi ile yapılan heyet görüşmelerinde benzer bir sıkışmayı orada da görüyoruz. Türk devleti'nde de bir sıkışmanın olduğu çok açık görülüyor. Bizim bunu daha güçlü bir biçimde sürdürmemiz gerekiyor. Gerçekten Avrupa Konseyi’nin Türk devleti ile ilişkilerini sorgulamak lazım.

CPT'nin Türk devleti ile ilişkilerini sorgulamak lazım. Bu nasıl bir ilişki biçimidir ki kendilerinin oluşturduğu uluslararası hukuku bile çiğniyorlar, kendi hukuklarını bile ihlal ediyorlar. Evrensel hukuku ihlal ediyorlar, bunu göze alma cesareti gösterebiliyorlar. Bu nasıl kirli bir ilişkidir? Yani bu ilişkinin arka perdesini, içeriğini çok iyi anlamak, bunu ifşa etmek, buna karşı çok güçlü bir mücadele yürütmek gerekiyor. CPT kendisi açık söylüyor; İmralı'daki bir işkence tecrit sistemidir, mutlak bir izolasyondur diyor. Bu insanlık suçudur diyor. Bunu kendisi söylüyor. Heyetin Avrupa Konseyi'yle yaptığı görüşmelerde de benzer şeyler dile getiriliyor. Aynı şeyler söyleniyor neredeyse. Ve Türkiye, Avrupa Konseyi üyesidir. CPT, Avrupa Konseyi'ne bağlı bir kurumdur. Avrupa Konseyi siyasi bir organizasyondur, bir konseydir. Evrensel bir niteliği var, karakteri var. Şimdi bunu kendileri dile getiriyor. Madem böyle, peki neden buna izin veriyorsun? Neden buna göz yumuyorsun? Neden buna ortak oluyorsun? İmralı'daki tüm uygulamalar Kürt soykırım politikalarıdır. Hep söylüyoruz; bu bir hakikattir. Kürt soykırım politikalarının merkezi İmralı'da yürütülen politikalardır. Önder Apo üzerindeki politikalardır. Orada yürütülen politikalar yaygınlaştırılmış durumdadır. Avrupa Konseyi, CPT, AİHM bunun ortağıdır. Uluslararası Komployu geliştiren başta Amerika, İngiltere bunun ortağıdır. Niye bu soykırım politikalarına ortaklık ediliyor?

Bu konuda önemli bir gelişme kaydediliyor. Küresel özgürlük kampanyası hamlesini mutlaka sonuç alacak bir biçimde, en güçlü bir biçimde yürütmemiz gerekiyor.

GERİLLA AMANSIZ BİR MÜCADELE YÜRÜTÜYOR

Türk devletinin soykırım savaşına karşı özgürlük gerillaları amansız bir mücadeleyi sürdürüyor. Özellikle Kürt halkı olmak üzere herkes bu savaşın gidişatını merak ediyor. Çünkü AKP-MHP medyasının yansıtmalarında bir çarpıtmanın olduğu her yönüyle anlaşılıyor. Dolayısıyla savaşın geldiği düzeyi anlamak çok mümkün değil. Savaşın geldiği düzey, özgürlük gerillasının ulaştığı düzey nedir? Evet, savaş hızından bir şey kaybetmeden devam ediyor. Saldırılar çok yoğun bir biçimde  Metîna’da, Batı Zap’ta her biçimiyle sürüyor. Çok yoğun bir biçimde kimyasal silah kullanılıyor. Yasaklı her türlü silah arkadaşlara karşı kullanılıyor. Bu silahların hepsi yasaklıdır, savaş suçudur. Türk devleti her gün, her dakika, her saat savaş suçu işliyor. Aynı biçimde gün aşırı bombalamalar var. Savaş uçaklarıyla, tanklarla, çok yoğun, sürekli bir bombardıman altındadır Medya Savunma Alanları.

Şu anda savaşın en yoğunlaştığı yer, özellikle de Batı Zap ve Metîna’dır.  Metîna’da da KDP Türk devletinin önünü açmış. Metîna ve Zap'ı bir bütünen Türk devletine peşkeş çekmiş. Tamamen o alanı işgale açmış durumdadır. Her türlü istihbarat, lojistik desteği de veriyor. İlerlemesi için kolaylık da sağlıyor, yol temizliği de yapıyor, öncülük de yapıyor.

TÜRK ORDUSU METÎNA’DA ÇOK KAYIP VERDİ

Türk devleti şu anda  Metîna’da parça parça, adım adım ilerliyor. Arkadaşlar da buna karşı çok ciddi bir direniş sergiliyor. Bu son süreçte de yoğun eylemler var. Metîna’da da çok kayıp verdiler. Arkadaşlar da düşmanın bu ilerlemesine karşı güçlü bir eylemsellik süreci geliştirdi. Mücadele yürütüyor.

Zap’ta da öyledir. Şikeftlere (sığınak) dönük her biçimde yasaklı silah kullanıyorlar. Qendîl'de, Xakurkê'de, Behdînan'ın her yerinde her gün çok yoğun savaş uçaklarıyla bombardıman var.

Biz demiştik ki Mayıs sonu-Haziran başı savaş yoğunlaşacak, kapsam kazanacak. Ve şu anda yaşanan budur. Çok yoğun bir saldırı, bombardıman ve karadan da yayılma çabaları var. Bu temelde bir saldırı sürüyor. Ve buna karşı da dediğim gibi arkadaşlar gerçekten çok güçlü eylemler geliştiriyorlar. Ben yoldaşları selamlıyorum.

Özellikle bu Haziran ayında  Metîna merkezde, Batı Zap merkezde çok güçlü eylemler gelişti. Düşman çok büyük darbeler aldı. Bunda ısrar ediyor. Tabii Haziran'la birlikte şu anda ortaya koyduğum bu savaş çerçevesini de çok aşan bir saldırıyı hedefledi. İşte Bradost'u da içine alan, hatta Garê'ye kadar uzanan, bir bütünen Batı Zap'ı da düşürerek Garê'ye kadar uzanan bir saldırı planı yaptı. Bunu amaçladı. Bu plan halen gündemindedir. Fakat bu planı böyle hemen Haziran'ın başında pratikleştirecek daha güçlü bir desteğe ihtiyacı vardı. Mesela Irak'la görüşmeler yaptılar. Irak'tan açık bir destek istedi. Çünkü şu anda sıkışmış, zorlanıyor. Yasaklı silahı dahil her türlü tekniği kullanıyor. Dünyanın en ileri teknolojisini kullanıyor. Fakat tıkanmış, yani çakılıp kalmış. Zap'ta  Metîna'da çakılıp kalmış, ilerleme sağlayamıyor. O yüzden Irak'ın desteğine ihtiyaç duyuyor. Daha açıktan aktif olarak peşmergelerin, Irak’ın bu savaşın içerisinde yer almasını istiyor. İşte o yüzden Irak'la tartıştılar. Ortak operasyon odası oluşturmak istediler. Savaşı birlikte koordine etmek istediler. Şimdi belli ki bu adımı da atmak istiyor. Ama bu konuda Irak'la halen tam bir anlaşma sağlamadıkları ortaya çıkıyor. Irak'ı zorluyor, baskılıyor. Ama Irak, belli ki Türkiye'nin dayatmalarını tam kabul etmiş değil. O yüzden bu ikinci adımı bu tarzda atamıyor. Kendi gücü de buna yetmiyor.

Zaten şu anda devlet, bu rejim çökmüş durumdadır. Ekonomisi çökmüş, siyaset çökmüş. O gücü yalnız başına Garê'ye, Qendîl'e, Bradost'a kadar yayma gücü yok. Askeri, ekonomi gücü yok. Elinde ne kadar teknik olursa olsun, ne kadar insanlık savaş dışı tarzda silah kullanırsa kullansın yapamıyor. 3-4 yıldır yasaklı silahlarla savaşıyor. Savaş uçaklarıyla savaşıyor. Teknolojiyle bir savaş yürütüyor gerillaların üzerinde. Teknikle savaşıyor ama sonuç alamıyor. Çakılıp kalmış yani. Irak destek sunmazsa, bir bütün olarak pêşmergeler bu işin içine girmezse başaramıyor. O gücü yok. O yüzden şimdi çok yoğun bir biçimde Irak'ı dahil etmeye çalışıyor. KDP, YNK üzerinde daha fazla duruyor. YNK'yi de KDP çizgisine getirmeye çalışıyor. Halen bundan vazgeçmiş değil. Bunları sürdürüyor. Ama istediği gibi bir sonuç alamıyor. Alamadığı için o ikinci planlamasını pratikleştiremiyor.

KDP'nin istihbarat desteğiyle, lojistik desteğiyle, öncülük yaparak, yol vererek, buradan oraya gücü taşıyarak, asker taşıyarak o tarzda parça parça saldırıları geliştirmeye çalışıyor. Girdiği yerlere kendisini hakim kılmaya ve orada tahkim etmeye çalışıyor. Mevcut durumda Başûrê Kurdistan'da yürütülen ve süren savaş bu biçimdedir.

BAKURÊ KURDISTAN’DA GERİLLA DİRENİŞİ MÜTHİŞ BİR İRADEDİR

Savaş Bakur'da da sürüyor. Biz genelde hep ağırlıkta Başûr’u değerlendiriyoruz. Elbette şu anda savaşın çok yoğun yaşandığı bir alan oluyor. Ama çok daha yoğun bir biçimde bir de Bakur'da savaş yaşanıyor. Bakurê Kurdistan'ın her eyaletinde aralıksız operasyonlar var. Hiç ara vermedi. Her ay, her gün... Yaz, kış, bahar, sonbahar hiç ara vermeden yıllardır aralıksız saldırılar var orada, operasyonlar var. Onlarca İHA’sı, SİHA’sı gökyüzündedir. Savaş uçaklarından tutalım helikopterlere kadar. Her türlü profesyonel gücüne, çetesine kadar. Bakur'un her eyaletinde sürekli operasyon halindedir. Gerçekten orada da yoldaşlarımız çok muazzam bir direniş geliştiriyor. İrade ortaya koyuyor. Ben Bakur'daki gerillayı da yürekten kutluyorum. Müthiş bir iradedir. Gerçekten müthiş bir cesarettir, müthiş bir bağlılıktı, fedakarlıktır, fedailiktir. Yoldaşlar, aralıksız bütün bu saldırılara karşı direndi. Şu anda bütün eyaletlerde de gerilla gücü var, her türlü saldırıya karşı da direniyor, mevzilerini koruyor. Bu çok değerlidir.

Aynı şekilde saldırılar Rojava'ya karşı da sürdürüyor. Ben orada da halkımızın ve askeri güçlerinin ortaya koyduğu iradeyi takdir ediyorum. Sürekli bir saldırı durumu var. Halkın hizmet alanlarına saldırıyor. Bu son aylarda da yine saldırıları yoğunlaştırdı. Yaşam alanlarına, hizmet yerlerine, halk yapısına saldırıyor. Bunların hepsi savaş suçu, soykırım suçudur. Rojava'da işgal ettiği yerlerde demografiyi değiştiriyor. Türkçe dilde eğitim veriyor. Her yere Efrîn’e, Serêkaniyê, Girê Spî’ye vali atamış, işgal etmiş ve ilhak etmiş. Geçen gün haberlere yansıdı. Mesela Efrîn’de özel harp eğitimi veriyorlar. Özel harp okulu açmış, oradaki çetelere profesyonel eğitim veriyor. Bir soykırım savaşı yürütüyor orada da.

Buna karşı bir direniş var. Bunlardan vazgeçmeyecek, sürdürecek. Kürt inkarı, imhası sürdüğü müddetçe bu saldırılar Başûrê Kurdistan'da da, Bakurê Kurdistan'da da, Rojava'da da, Rojhilat'ta da, Kürtlerin mücadele ettiği, direndiği her yerde soykırımcı sömürgeciliğin başını çeken Türk devleti bu saldırıları sürdürecek. Buna karşı direniş de sürecek. Biz gördük ki direniş sonuç alıyor. Direniş şu anda Türk devletini çöküş sürecinin içine koymuş. Şu anda bu faşist soykırımcı iktidar çöküyor. Direniş sonuç alıyor.

KAYYUM POLİTİKASI SOYKIRIM POLİTİKALARININ BİR PARÇASIDIR

Öncelikle ayın 13-14'ünde Hakkari'de ve Mersin Akdeniz'de yapılan mitinglerde halklarımızın ortaya koyduğu duruşu kutluyorum. Hakkari'ye kayyum atandığından beri halkımız her yerde büyük bir direniş içerisindedir. Özellikle Hakkari'de, Colemêrg’de kesintisiz bir direniş var, mücadele var. Bunun sonuç alıncaya kadar mutlaka devam etmesi gerekiyor. Tabii bu direnişin sadece Colemerg’le sınırlı kalmaması lazım. Her yerde bir tepki var. Hiç yok demek doğru olmaz fakat yetersizdir. Bu sadece Çolemêrg’e dönük bir yaklaşım değil bir bütün olarak Kürt halkına dönük bir yaklaşımdır. Bu bir soykırım politikasıdır. Kayyumu da böyle değerlendirmek lazım.

Kayyum politikası soykırım politikalarının, Kürt inkar ve imha politikalarının bir parçasıdır. Türk devleti hiçbir yerde Kürtlerin irade olmasını istemiyor. Kürtlerin kendi kendisini yönetmesini istemiyor. Kendini yönetme nedir? Öz güç sahibi olmaktır, varlığına anlam katmaktır. Varlığını ve özgürlüğünü sağlamak için çok önemli bir gelişim düzeyi sağlamaktır. Kendisini yönetemeyen bir halk köleliğe mahkumdur. Bu bir gerçektir. Binlerce yıldır, yüzlerce yıldır Kürt halkı kendi öz yönetimini kuramadığı için, kendi kendisini yönetemediği için köle statüsünde yaşıyor. Mesela Kurdistan sömürgedir, diyoruz. Çok değerlendiriliyor; diyorlar kayyum politikası bir sömürge hukukudur, düşman hukukudur. Evet ama Kurdistan sadece klasik bir sömürge değil. Önderlik diyordu Kurdistan sömürgenin sömürgesidir. Kurdistan'da uygulanan klasik bir sömürge hukuku, politikası değil. Kurdistan'da soykırımcı sömürgeci bir politika uygulanıyor. Soykırımcılığa dayalı bir sömürgecilik var yani. İşgal etmiş, sömürge hale getirmiş ama sömürge hale getirdiği ülkede de sistematik, yüz yıldır soykırım yapıyor. Kültürel soykırım yapıyor, fiziki soykırım yapıyor, ekonomik, ekolojik soykırım yapıyor. Kurdistan'da çok boyutlu, çok yönlü bir soykırım var yani. Dolayısıyla Kurdistan soykırımcı, sömürgeci bir duruma getirilmiş. Kürtlerdeki kölelik çok katmerlidir. Öz yönetim bu noktada büyük bir anlam, büyük bir değer kazanıyor. Kendini yöneten halk, varlık kazanmış oluyor. Varlığına anlam kazandırmış oluyor. Kendini yöneten halkın kendine öz güveni, cesareti gelişiyor. Dolayısıyla özgürleşiyor, kendini savunma gücü kazanıyor. Bu özgürleşmektir işte. Bu çok önemlidir.

Soykırımcı sömürgeci, Türk devleti ve mevcut soykırımcı, sömürgeci AKP-MHP rejimi bunun olmasını istemiyor. O yüzden 2016, yetmedi 2019, o da yetmedi 2024, 3 dönemdir sürekli Kurdistan'a kayyum atıyor. Eskiden de olmuş. Mesela Batman belediyesi kazanılmış, Edip Solmaz katledilmiş. Sonraki süreçlerde de kazanılan bir-iki belediye olmuş, hepsine müdahale edilmiş, görevden alınmış, tutuklanmış, işkenceden geçmiş insanlar. Kaldı ki Türkiye'de belediyelerde öyle çok yetki de yok. Ankara'dan yönetiliyor hepsi. Çok katı merkeziyetçi bir sistem var. Gerçekten Türk ulus devlet sistemi, faşist bir sistemdir.

KAYYUM SALDIRILARI SOYKIRIM POLİTİKALARININ PARÇASIDIR

Fakat yine de belediyeler belli konularda halka hizmet götürüyor. Halkın evidir. Halk kendi sorunlarını götürüyor. Kolaylık sağlıyor, bazı kurumlar açıyor. En azından az çok bu dil asimilasyonunun, kültürel asimilasyonun önüne geçiyor. Kültür kurumları açıyor, dil kurumları açıyor. Biraz bunu engellemeye çalışıyor. Kadın kırımının önüne az çok geçiyor. Kadın kurumları açıyor. Özellikle Kurdistan'da eşit temsiliyete dayalı bir sistem var. Kadın üzerindeki bu kırım politikalarını birazcık engellemeye çalışıyor, buna karşı bir örgütlemeye gidiyor. Ekolojik olarak bir duyarlılık geliştiriliyor. Göç konusunda bazı engelleyici çalışmalar yürütüyor. Ekonomi konusunda halka biraz hizmet sunuyor, hizmet alanları açıyor, iş alanları açıyor. Mesela bunun olmasını istemiyor. İstiyor ki Kürt halkı sürekli aç, yoksul, çaresiz, çözümsüz, sürekli dilenci pozisyonda, sürekli devlete muhtaç, sürekli devletin kölesi olsun, sadece devlete hizmet etsin. Bu halkın bilinç kazanmasını, irade kazanmasını, örgütlenmesini, kendisini yönetmesini, kendisini savunmasını istemiyor. Bundan korkuyor. Kürtleri köle olarak yönetmeye alışmış. Bunu bir beka sorunu olarak görüyor. Ne bekası? Türk egemenlerinin beka sorunudur. Şimdi kayyum politikasını da kesinlikle bu çerçevede şey yapmak gerekiyor. Soykırım politikalarının bir parçasıdır. Siyasi soykırım ayağıdır.

Şimdi şöyle bir algı yaratmaya çalışıyorlar. Diyorlar, DEM Parti yasal sorunu olmayan birini aday gösterebilirdi, niye buna dikkat edilmiyor? Bu saldırıyı adeta meşrulaştırmaya, doğallaştırmaya çalışanlar var. Bu mantık eleştiriliyor; daha çok eleştirmek gerekiyor. Kurdistan'da gerçekten soruşturma açılmayan, cezaevine girmeyen, işkenceden geçmeyen, baskı görmeyen, terörize edilmeyen insan mı kalmış? AKP-MHP rejimi bütün Kürtleri terörist, düşman görüyor. Sen en temiz insanı da getirsen ona da bir suç üretecek. Çünkü Kürt düşmanı bir rejim, Kürt düşmanı bir devlettir. Bu tür özel savaş oyunlarına gelmemek lazım. Kaldı ki şimdi sadece Colemêrg tartışılmıyor. Halk, Colemêrg’de yaptığını kabul etmiyor. Etmemeli, asla etmemeli. Kesinlikle belediyesini alana kadar direnişi bütün şehirlerde yaygın bir biçimde sürdürmeli. Bütün Bakurê Kurdistan şehirlerinde, kentlerinde, köylerinde, bütün metropollerde, her yerde… Kürt halkı, demokrasi güçleri, hukuktan, adaletten, demokrasiden yana olan herkesin buna tepki göstermesi lazım. Ayağa kalkması lazım. Bunu kabul etmemek lazım. Ama belli ki Colemêrg’le sınırlı kalmıyor.

DİRENİŞ AKP-MHP FAŞİST REJİMİNİ YENİLGİYE UĞRATTI

Şimdi Amed Belediyesi'ni, Wan Belediyesi'ni, Siirt Belediyesi'ni hedefine almış. Her yer, bütün belediyeler şu anda hedefindedir. Bunun biraz toplumsal biraz zeminini de oluşturdu mu, meşruluğunu kazandırdı mı tek tek bütün belediyelere el koymayı hedefliyor. Böyle bir plan var. Bunun önüne geçmek için ne yapmak gerekiyor? Yani mevcut Colemêrg merkezli geliştirilen bu direnişi topyekunleştirmek gerekiyor. Her yer Colemêrg olmalı. Amed ayağa kalkmalı, kesintisiz bir direniş geliştirmeli. Wan öyle, Batman öyle, Mardin öyle. Bütün Kurdistan kentleri, Türkiye metropolleri… Milyonlarca Kürt var, demokrasi güçleri var; kesintisiz bir direniş ve mücadele olmalıdır. Bu soykırım politikalarına karşı gerçekten güçlü bir cevap verilmeli ve geri adım attırılmalı.

Bir direniş var. Bunu kutluyoruz, selamlıyoruz. Fakat bazı yerlerle sınırlıdır. Bunun topyekun bir nitelik ve karakter kazanması gerekiyor. Bu önemlidir. AKP-MHP faşist rejimine karşı geliştirilen mücadele, gerilla mücadelesi, halkımızın mücadelesi, özgürlük hamlesi gerçekten öyle bir duruma getirdi ki aslında AKP-MHP faşist rejimi yenildi. Bu direniş karşısında yenildi. Şu anda kendi içerisinde çok ciddi problemler yaşıyor. AKP-MHP rejimi şu anda çok ciddi bir kriz içerisindedir. Üstünü kapatmaya, yamamaya çalışıyorlar. Fakat çok ciddi bir çatışma içerisindedir. Yani şu anda MHP'nin kaderi de AKP'ye bağlı, AKP'nin kaderi de MHP'ye bağlı. O yüzden birbirinden de kopamıyorlar. Mecburlar çünkü. Fakat kendi içinde de birbirine girmişler. Bizim verdiğimiz mücadele, Türkiye demokrasi güçlerinin verdiği mücadele kesinlikle ve Önderliğimizin İmralı'da ortaya koyduğu görkemli direniş, duruş, onun etrafında gelişen direniş, AKP-MHP, faşist rejimini yenilgiye uğrattı. Yenildiler. Bu direniş karşısında yenildiler. Şimdi kendi içlerinde birbiriyle ciddi bir sarsıntı yaşıyorlar. MHP-AKP ittifakı AKP'yi zaten bitirdi. Kalan kısmını da MHP'lileştirdi. Ve şu anda toplum nezdinde AKP'nin itibarı, meşruiyeti kalmadı. Aslında iktidardan düşmüş durumdadır. Bu duruma geldi. Bu ittifak bu duruma getirdi AKP'yi. Şimdi bundan rahatsız olan AKP'liler de var. “Yeter” diyorlar. “Daha fazla MHP ile bu işi götürürsek artık tamamen tabela partisi olup çıkacağız, hiçbir varlık gösteremeyeceğiz” diyorlar ama kopamıyorlar da. Kopsalar da tabela partisi olacaklar tamamen.

YUMUŞAMADAN KASTI CHP’Yİ YUMUŞATMADIR

Şimdi AKP şöyle bir taktik yürütüyor. Kendisine alan açıyor; bazı ittifak güçleri oluşturmaya, toplumda ve muhalefette bir meşruiyet zemini yaratmaya çalışıyor. Böyle bazı dayanaklar yaratmaya çalışıyor. Bunu yaratarak MHP ile ilişkileri de yavaş yavaş yeniden düzenlemeye çalışıyor. Fakat mevcut durumda MHP'yi de rahatsız etmeden, MHP ile de ilişkileri koparmadan yürütmeye çalışıyor. Çünkü bu başına çok büyük felaketler de açabilir. Bundan da korkuyor. Aslında zaten aynı politikayı yürütüyorlar. Bu politikaya da son veremez. Bu da bitiştir. Çünkü bu faşist politikalarla ayakta kalıyor. Böyle bir çıkmaz içerisindedir şimdi. Bu yüzden ne yapıyor? Özellikle CHP üzerinden bir operasyon yürütüyor. CHP'yi dizayn etmeye çalışıyor kendince. CHP'yi muhalefet edemez duruma getirmeye çalışıyor. Yumuşamadan kast ettiği CHP'yi yumuşatmadır. Zaten CHP'nin öyle radikal bir muhalefeti yoktu. Fakat olan da korkutuyor. Bir de yerel seçimlerde CHP birinci parti çıktı. Olur ya, radikal bir muhalefet yaparsa ben biterim, diyor. Zaten Kürt Özgürlük Hareketi'nin, demokrasi güçlerinin büyük bir direnişi var; bir de buna CHP dahil olursa ben ayakta kalamam, diyor. Korktuğu için ne yapıyor? Böyle CHP'yi yumuşatma, CHP tabanında da, Türkiye toplumunda da kendisine bir meşruiyet zemini yaratma, giderek onun üzerinden yeni bir siyaset dizayn etmeye, kendisini toparlamaya, gücünü, enerjisini tekrar toplamaya çalışıyor. Bu anlamda CHP üzerinde böyle bir operasyon var. Aslında tuzaklar içerisinde bir tuzaklar sistemi var.

Bunu sistem içi muhalefet ne kadar iyi değerlendiriyor, ne kadar iyi görüyor, buna teşne midir bilmiyoruz. Bu bir devlet politikası olarak da yansıyor. Bunun uluslararası boyutu, ayağı da olabilir. Bu siyaset dışarıdan da, uluslararası düzeyde de destek görüyor olabilir. CHP'ye cesaret verenler, CHP'yi teşvik edenler, AKP'yi buna teşvik edenler olabilir uluslararası boyutta da. İçeride de birçok devlet içi kesim kuşkusuz vardır. Fakat bu siyaset Türkiye toplumuna, halklarına gerçekten bir şey kazandırmaz.

SOYKIRIM SAVAŞI HER TÜRLÜ HUKUKSUZLUĞUN KAYNAĞIDIR

Türkiye'de şu bir gerçektir; Kürt sorunu demokratik temelde çözülmeden Türkiye demokratikleşemez, Türkiye’ye hukuk, demokrasi, adalet gelmez. Bu yoksulluk, açlık aşılmaz. Şimdi enflasyondan bahsediyorlar, ciddi bir ekonomik çöküş var. Krizi aştı, bir çöküş durumu var. Bunun nedeni nedir? Kürt soykırım savaşıdır. Kürt soykırım savaşı sebep, enflasyon sonuçtur. İşin gerçeği budur. Türkiye'de yaşanan adalet sorunlarını, hukuk sorunlarını Kürt soykırım savaşından asla bağımsız değerlendiremeyiz ki! Kürt soykırım savaşı her türlü hukuksuzluğun kaynağıdır, nedenidir. Adaletsizliğin nedenidir. İşte şimdi İmralı'da hukuk uygulanmıyor. Nedeni nedir? Kürt sorunudur. Çünkü Önderlik, Kürt sorununun sonucu olarak oradadır. Nedeni ve sonucu olarak İmralı'dadır. İşkence, tecrit sistemi bunun sonucudur. Bu aşılmadan Türkiye nasıl düze çıkacak, nasıl normalleşecek? 

Mesela şimdiye kadar CHP'nin çeşitli mitingleri oldu; Rize'ye gitti, çay mitingi yaptı; buğday mitingi yapıyor. Rize'de çay krizini doğuran da Kürt soykırım savaşıdır. Çiftçilerin işte bilmem buğday krizini doğuran da Kürt soykırım savaşıdır. Türkiye'nin bütün kaynakları savaşa gidiyor, Kürt soykırım savaşına gidiyor. CHP, sen niye bu soruna yol açan esas sebep, kaynak nedir diye bir miting yapmıyorsun? Bunların hepsi sonuçtur. Yerel seçimlerden sonra CHP'nin Kürt sorununun demokratik çözümüne dönük bir projesi olmalıydı, programı olmalıydı, bunu açıklamalıydı. Her yerde çok kapsamlı mitingler yapmalıydı. Programını halka açıklamalıydı. Bunun üzerinden eğer gerçekten bu rejimi değiştirmek, Türkiye'ye hukuk, adalet getirmek istiyorsa en güçlü mücadele yöntemi, tarzı budur, anlayışı budur. Bu rejimi en çok zorlayacak olan, yıkacak olan şey budur. Mesela bu konuda hiçbir ses yok. Bu anlamda toplumu da liberalize etme durumu var.

Bir bakıma toplumun öfkesi kabarmış Türkiye toplumunun. Tansiyonu yükselmiş bu faşist rejime karşı. Toplum perişan çünkü, çürüyor. Kılıçdaroğlu topluma sokakları, meydanları yasakladı. Bir şey olduğunda sandığı gösterdi, “Hiç çıtınızı çıkarmayın” dedi. Yenikapı ruhuyla bu iktidarı güçlendirdikçe güçlendirdi, ayakta tuttukça tuttu. Şimdi Özgür Özel dönemi de böyle bu tarz Kürt soykırım savaşının yol açtığı sonuçlar üzerinden bazı mitingler yapıp toplumun bu yükselen öfkesini dindirme, yükselen tansiyonunu düşürme, toplumu pasifize etme, AKP-MHP faşist rejimini de meşrulaştırma, onun suçlarına da ortak olma üzerinden bir politika yürütürse Kılıçdaroğlu’ndan, Deniz Baykal'dan farklı bir politika ortaya koyamaz. Sonu da Kılıçdaroğlu, Deniz Baykal gibi olur. Buna karşı  çok güçlü durmak gerekiyor. Özellikle demokrasi güçlerinin çok güçlü örgütlenmesi ve bu faşist rejime karşı güçlü bir direniş hareketi geliştirmesi gerekiyor.

ÇOK GÜÇLÜ BİR DİRENİŞ ZEMİNİ VAR

Çökmekte olan bu AKP-MHP faşist rejimini tamamen çöktürecek olan, tarihin çöp sepetine atacak olan halkların birleşik ortak direnişidir. Bu anlamda Türkiye'de bu yerel seçimlerle birlikte çok önemli bir iklim ortaya çıktı, çok güçlü bir zemin oluştu. Türkiye genelinde güçlü bir demokrasi hareketini örgütlemek, anti-faşist hareketi örgütlemek için çok güçlü bir zemin var. Şimdi bu zemini, bu potansiyeli örgütleyecek olan Kurdistan ve Türkiye demokrasi güçleridir. Bunların birleşik ortak mücadelesidir. Şimdi belli bir mücadele var. Fakat bu mücadele halen tam bir potada birleşmiş değil. Halen biraz dağınıktır, parçalıdır. Tam bir sinerji ortaya çıkaramıyor yani. O açıdan bu faşist rejime büyük öfke duyan, bu faşist rejimi kabul etmeyen, reddeden devasa bir kitle var, potansiyel var. Bu potansiyeli bir potada toplamak gerekiyor. Birleşik ortak mücadelede birleştirmek gerekiyor.

Bu görev demokrasi güçlerine düşüyor. DEM Parti, HDK başta olmak üzere tüm demokrasi güçlerine düşüyor. Bir araya gelme, birleşik ortak mücadele yürütmede halen zayıflık var. Bir araya gelebilseler, birleşik ortak mücadele iradesini ortaya koyabilseler, milyonlar onların arkalarından harekete geçer. Serhildana geçer. Milyonlar buna hazırdır. Bunu gördük, gözler önündedir. Demek ki ne sorunu var? Öncülük sorunu var. Güçlü demokrasi ittifakını kurma sorunu var. Ortak birleşik mücadeleyi örgütleme, topluma öncülük etme sorunu var. Bu konuda halen bu sorun aşılmış değil. Bunu hızla aşmak lazım. Bunu başarabilirlerse, CHP üzerinden de ciddi, daha güçlü bir baskı kurup, CHP'nin bu AKP-MHP faşist iktidarının tuzaklarına düşmesinin önüne de geçebilirler. Bu kirli politikalarının ortağı olmasının önüne de biraz geçebilirler. CHP buna katılmasa bile CHP tabanını yanlarına çekebilirler. Çünkü CHP tabanı da mevcut politikaları halen anlamaya çalışıyor. Henüz anlam vermiş değil. Kuşkuyla bakıyor, çok eleştirisel yaklaşıyor. Takip ediyor, anlamaya çalışıyor, tepkilidir. O büyük bir kesimdir. O kesimi de yanına çekebilirler. Bunu geliştirmek gerekiyor. Mesela ekoloji hareketi Türkiye'de giderek gelişiyor. Kurdistan'da zaten soykırım politikalarının bir parçası olarak bir ekolojik soykırım var. Her yerde maden ocakları, her yerde HES’ler, barajlar, kum ocakları, petrol; yani Kurdistan'ın doğasını yıkıyor, ekolojiyi ortadan kaldırıyor, canlıları yok ediyor, iklimi değiştiriyor. Şimdi aynı politikaları Türkiye'de de rantçılık, doğa talanı üzerinden yürütüyor.

Colemêrg’de halkımızın bir direnişi vardı, gelişiyor. Dersim'de, işte Munzur etrafında gelişen bir direniş var. Parça parça her yerde biraz var. Türkiye'de İkizdere, Akbelen direnişi var, Kaz Dağı, Foça var. Gelişiyor ama parça parçadır. Mesela bu ekoloji hareketini de Kurdistan'da ve Türkiye'de ortak birleşik bir güçlü ekoloji hareketi haline getirebilirsek büyük oranda bu ekolojik soykırımın önüne de geçebiliriz. Bu da faşizme büyük darbe vurur, büyük bir yıkıma uğratır.

DİRENİŞLER PARÇALI VE ÖNCÜLÜK SORUNU VAR

Bu direnişler de parçalı, dağınık. Bunu da hızla aşmak gerekiyor. Bu da bir demokrasi mücadelesidir. Çok kapsamlı bir ortak birleşik demokratik ittifakı ve hareketi örgütlemeyi gerektiren, bunu zorunlu kılan bir temel çalışmadır. Aslında birliktedir, birleşiktir yani. Kadın mücadelesi öyledir. Kurdistan'da ve Türkiye'de gerçekten büyüyen bir kadın hareketi var. Çok güçlüdür kadın hareketi. Bunu faşizme karşı antifaşist demokrasi hareketinin yanında çok güçlü bir biçimde yürütülebilirsek gerçekten bu faşizm bir gün bile ayakta kalamaz. Ama işte öncülük sorunu var. Öncülük sorunu olduğu için bu handikap aşılamıyor. Bunu hızla aşmak gerekiyor.

HAZİRAN AYI FEDAİ ŞEHİTLER AYIDIR

Haziran ayı fedai şehitler ayıdır. Ben başta heval Zîlan, heval Sema, heval Gulan şahsında tüm Haziran ve devrim şehitlerini saygı, sevgi, minnetle anıyorum.

Haziran ayında bu arkadaşların dışında da çok değerli şehitlerimiz var. Özellikle Haziran ayında ilk şehitlerimizden Hanım Yaverkaya, Haziran ayında şehit düşen bir yoldaştır. Onun dışında Raperîn Amed, Bêrîvan Zîlan, erkek arkadaşlardan Ali Piling, Fazıl Botan arkadaşlar da bu ayda şehit düştü.

Yine İsrail'in Filistin üzerinde soykırım saldırılarına karşı Filistin halkının yanında yer alıp direnerek şehit düşen 10 yoldaşımızın şehadeti bu aydadır. Aynı zamanda Minbic Askeri Meclis Üyesi komutan Ebu Leyla'nın şehadeti yine bu aydadır. Türkiye Devrim Hareketi'nden Hüseyin Cevahir arkadaşın şehadeti yine Haziran ayındadır.

Kurdistan Özgürlük Hareketi'nden, Türkiye Devrim Hareketi'nden, yine Arap Devrimci Devrim Hareketi'nden; yani devrimcilerinden büyük değerli şehitler verdiğimiz bir ay oluyor Haziran ayı. Ben hepsini saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.

Tabii Zîlan arkadaşın eylemi, askeri eylem olmanın ötesinde bu eylemin siyasi, toplumsal, ideolojik olarak yarattığı sonuçlar çok önemlidir.

Heval Zîlan, eylemini Önder Apo’ya karşı geliştirilen komploya karşı yaptı. 6 Mayıs 1996'da Şam'da Önderliğe karşı bir komplo geliştirildi. Bu ilk komploydu tarihimizde. Önderliğimizin fiziki imhasını hedefliyordu. Heval Zîlan bu komploya karşı ortaya bir tutum, bir tavır koydu, cevap verdi. Bu sadece dar anlamda bir askeri eylem olarak asla ele alınamaz. Gitti fedai eylem yaptı, bu kadar asker öldü diye değerlendirilemez. Dersim gibi bir yerde elbette düşmana askeri olarak büyük bir travma yaşattı. Türk ordusuna büyük bir bozgun yaşattı; bu ayrı bir şey.

Heval Zîlan, Önder Apo şahsında özgür yaşamı temsil eden bir kadın yoldaştır. Bu anlamda dosta düşmana verdiği mesaj, ortaya koyduğu tutum gerçekten çok anlamlıdır. Önder Apo'nun Kürt halkı açısından, halklar, kadınlar, insanlık açısından anlamı nedir? Heval Zîlan bu eylemiyle ortaya koyuyor. Mesela Türk devleti ondan sonra asla cesaret edip uzun zaman böyle bir şeye Şam'da girişemedi. Büyük bir korku saldı Türk devletinin yüreğine, beynine. Yine Önderlik gerçeğinin Kürt halkı nezdinde, halklar nezdinde, toplum nezdinde daha iyi anlaşılması, kavranması açısından çok güçlü bir anlam gücü ortaya koydu. İdeolojik güç ortaya koydu, geliştirdi. Bu açıdan da çok önemli.

Kadınlar açısından da elbette çok daha özgün değerlendirmek lazım. Önder Apo, Heval Zîlan'ı hep bir özgürlük manifestosu olarak değerlendirdi. Ve hep şöyle dedi: “Zîlan, savaşta zafer çizgisi, yaşamda da özgür kadın çizgisidir.” Heval Zîlan gerçekten böyle bir kişiliktir. Gerillada taktik tıkanıklığın önünü açtı. Fedai çizgide bir gerilla direnişi, bir gerilla eylem süreci gelişti. Taktikte bir yenilenme ortaya çıktı.

ARTIK BİNLERCE ZÎLAN VAR

Bu eylemin çok boyutlu, çok önemli sonuçları oldu. Bir de tabii ki kadınlar üzerinde de yarattığı etki çok büyüktü. Zîlan arkadaş geleneksel kadın, geleneksel toplum, geleneksel aile ölçülerini reddetti. Aslında köle kadın, egemen erkek gerçeğine karşı büyük bir tutum koydu ve darbe vurdu. Bu, kadında da toplumda da çok güçlü bir değişim dönüşüme, sorgulamaya yol açtı.

Biliyoruz, mevcut verili aile gerçeği erkek egemen ailedir. Erkeğin egemenliğine, kadının köleliğine dayanıyor. Dolayısıyla kadının da erkeğin de enerjisini yutuyor, donduruyor. Kadının da erkeğin de saygınlığını bitiriyor, değersizleştiriyor, nesneleştiriyor. Böyle bir kadın erkek ilişkisinde, böyle bir aile yapısında özgürlük çıkmıyor. Özgürleşme yaşanmıyor. Tamamen böyle mülkiyetçiliğe dayalı, özellikle de esasta da kadını, çocuğu mülkleştiren bir anlayışa dayalı erkek egemen cinsiyetçi bir aile gerçeğidir. Toplumu da bu aile gerçeği, bu aile kültürü oluşturuyor. Ulus devlet sistemi, bütün devlet iktidar sistemleri de bu aile gerçeğinden besleniyor.

Aslında aile devletin prototipidir, çekirdeğidir. İktidar devlet sistemini besliyor. Nasıl ailede kadın ve çocuklar erkeğin mülkü ise toplum da iktidar devlet sisteminin mülkü haline gelmiş. Nasıl ailede kadın erkeğin kölesi ise toplum da iktidar devletin kölesi haline gelmiş. Yani aile, sürekli kölelik üretiyor. Bağımlı ilişkiler üretiyor, bağımlılık, kölelik geliştiriyor. Yüzde yüz erkeğe bağımlı hale getirilmiş. Erkeğe bağımlı olan, köle olan bir kadın özgür olabilir mi? Özgür olmayan bir kadın, erkekle özgür eşit yaşayabilir mi? O aile özgür, eşit bir aile, demokratik bir aile olabilir mi? Mümkün müdür? Asla. Zaten mevcut verili aile gerçeği kadına karşı korkunç bir saygısızlık, sevgisizlik, değersizlik gerçeğidir.

Zîlan arkadaş da evli bir arkadaştı. Reddetti o ilişkiyi. Baktı ki o ilişkide bağımlılık var, mülkiyetçilik var. Baktı ki bir köle-egemen ilişkisidir, köleleştiren bir ilişkidir; bunu reddetti. Şimdi bu çizgide mücadele eden binlerce Zîlan var elbette.

Ama heval Zîlan, özgür yaşamın, özgür toplumun, demokratik özgür ailenin, özgür erkek ve özgür kadının ölçülerini yükseltti. Bir çizgi oldu. Özgürlük çizgisi, özgürlük manifestosu oldu. Bu çok anlamlıdır. Kadın özgürlük mücadelesi bu çizgi ekseninde büyük bir ivme kazandı. Zîlan arkadaşın eyleminden sonra Önderliğin kadın özgürlüğüne dair çözümlemeleri çok derinleşti. Önderliğin 98 ve sonrası kadın çözümlemelerine bakın. Erkek çözümlemelerine, aile ve toplum çözümlemelerine, devlet çözümlemelerine bakın; çok derinlik kazandı. Düşünsel, ideolojik, felsefik olarak Önderliği de besledi. Beslenen önderlik kadın özgürlük mücadelesini de besledi. Şimdi mesela Türkiye'de, Kurdistan genelinde ve Ortadoğu genelinde hatta dünyada Kürt Kadın Hareketi gerçekten en güçlü harekettir. Bugün dünyada Kürt Kadın Hareketi ideolojik olarak dünya kadın hareketinin öncülüğünü yapıyor. İdeolojik ve teorik olarak hatta örgütsel ve pratik olarak da…

İşte hep bu anlamı yaratan, anlamı derinleştiren, ideolojiyi derinleştiren özgürlük ideolojisini bu fedai yoldaşların çizgisinde derinleşen Önderlik gerçeğiyle ortaya çıktı. Derinleşen kadın gerçeğiyle, mücadeleyle ortaya çıktı.

Şimdi AKP-MHP faşist iktidarı kadın hareketine yöneliyor. Müthiş yöneliyor. Çünkü şu anda kadın hareketi Kurdistan'da da Türkiye'de de en güçlü harekettir. En güçlü direniş hareketidir. Mücadele hareketidir. Toplumu da besliyor, toplumu değiştiriyor, dönüştürüyor. Toplumu harekete geçiriyor. Temel öncü güçtür. Dinamik güçtür. Bu faşist rejimi en çok zorlayan güçtür. O yüzden ne yapıyor? Çok boyutlu kadın hareketine saldırıyor. İşte Kurdistan'da Kürt Kadın Hareketine saldırıyı soykırım saldırılarının bir parçası olarak da yapıyor.

KADINA KARŞI ŞİDDET ESAS OLARAK İDEOLOJİKTİR

Mesela bu kayyum atamalarının temel bir hedefi de eşbaşkanlık sistemidir. Eşit temsiliyet sisteminin kurumsallaşmasını, kültürleşmesini istemiyor. Çünkü bu, yeni bir toplum ortaya çıkaracak. Kadın-erkek özgürlüğüne, eşitliğine dayalı özgür demokratik bir toplum ortaya çıkaracak. Bir sistem, siyaset ortaya çıkaracak. Buna tahammül edemiyor, saldırıyor. Eşbaşkanları içeri atıyor. Sistemi dağıtıyor. Şu anda mesela Türkiye zindanları kadın devrimcilerle dolu. Kadın siyasetçilerle, kadın aktivistlerle dolu. Her yerde saldırıyor. Uyuşturucu, tecavüz, fuhuş Kadın Özgürlük Hareketini geriletmek, yozlaştırmak, çürütmek için kadın özgürlük çizgisine karşı yürütülen özel savaş saldırılarıdır. Hepsi kadına karşı şiddet; kadın iradesini kırmak, kadını teslim almak, köle bir toplum yaratmak, kadını mücadele edemez hale getirmek, sindirmek için bilinçli sistematik geliştirilen politikalardır. Dolayısıyla şöyle sloganlar atılıyor; “kadına şiddet politiktir”. Anlamı çok dardır. Kadına şiddet sadece politik değil; kadına şiddet esas olarak ideolojiktir. İdeolojik olduğu için politiktir. Bir düşünceye dayanıyor; erkek egemen düşünceye, erkek egemen kültüre dayanıyor. Kadına şiddet beş bin yıllık erkek egemen tecavüz kültürüne dayanıyor. Bunun pratik politikasını yapıyor. Ama bu politika bir ideolojiye, bir fikre, beş bin yıllık bir erkek egemen kültüre, cinsiyetçi kültüre ve ideolojiye dayanıyor. Şimdi de mesela bu sloganı genelleştirmişler. Geçen gün ben televizyona baktım. Bazı okullarda bazı hocalar, imamlar çocuklara tecavüz etmişler. Bazı protesto eylemleri gelişmişti. Pankart kaldırmış, diyor; “Çocuk istismarı politiktir”. Ya ne istismarı? Niye yumuşatıyorsun? Niye liberalize ediyorsun? Niye meşrulaştırıyorsun bu ifadeyle? Tecavüzdür. Bir çocuk katliamıdır. Bir çocuk tecavüzüdür. Bu rejim gerçekten köle bir toplum yaratmak istiyor.

KADIN ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİ DAHA GÜÇLÜ YÜRÜTMEK LAZIM

Baştan beri zaten amacı, hedefi budur. Köle bir toplum yaratmak istiyor. Bu amacını gerçekleştirmek için ne yapıyor? Hedefine kadınları koyuyor. Kadın özgürlük hareketini zayıflatmak istiyor. Tümden ortadan kaldırma gücünün olmadığını biliyor; zayıflatmak, iradesini kırmak, sindirmek istiyor. O yüzden çok boyutlu mesela bir saldırı yürütüyor. İşte bir boyutu tecavüzdür, şiddettir, fuhuştur, uyuşturucudur.

Diğer boyutu ekonomik kırımdır. Devasa işsiz, adeta evde ev işçiliğine mahkum edilmiş, köleleştirilmiş, o emeği de görülmeyen, ekonomik olarak kadın kendi kendini yönetemeyecek duruma getirilmiş. Kolu kanadı kırılmış, güçsüzleştirilmiş. Aynı şeyi mesela eğitim alanında yapıyor. Şimdi bir eğitim müfredatı çıkarmışlar. Tamamen kadın düşmanı, gerçekten toplum düşmanı bir müfredat. İnançlar düşmanı bir müfredat. Tekçi, dinci, ırkçı. Kendine göre bir eğitim sistemi ile zihniyetini değiştirerek gelecek nesilleri böyle şekillendirmek istiyor. Köle bir toplum yaratmak istiyor. Bunun pratiği de var.

Geçen gün haberlerde gördüm. Bir grup genç kadın öğrenci. Mezuniyet töreni var, törene gidiyorlar. Kıyafetleri gerekçe yapılarak töreni alınmıyor. Böyle dallanıp budaklanan bir saldırı. Bir kadın kırım politikası yani. Her yerde psikolojik şiddet var. Aşağılıyor, küçümsüyor, değersizlik hissini sürekli ona hissettiriyor. Mesela 24 saat geçiyor haberlerde. Bilinen bir yazardır, gazetecidir, siyasetçidir; bakıyorsun aile içinde şiddet görüyor. Ünlü bir sanatçıdır; aile içinde şiddet görüyor. Ünlü bir gazeteci, yazardır; aile içinde şiddet görüyor. Siyasetçidir; aile içinde şiddet görüyor. Eşinden, sevgilisinden şiddet görüyor, katlediliyor.

Bu faşist iktidar, AKP-MHP faşist iktidarı, cinsiyetçi kültürü en çok yoğunlaştıran, kadına şiddeti onlarca kat arttıran bir politika yürüttü. Bundan sonuç almaları zaten mümkün değil. Kadın Özgürlük Hareketi her yerde gelişiyor. Bunu daha da güçlü bir biçimde yürütmek lazım. Tek tek bunun hesabını bu erkek devletinden de, egemen erkekten de sormak lazım. Kadın bunu soracak güçtedir.