Stêrk TV’de yayınlanan Özel Program'da konuşan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 26 yıldır İmralı’da rehin tutulduğunu son 39 aydır da kendisinden hiçbir şekilde haber alınamadığını hatırlatan Ok, “Rêber Apo’nun sırtında tarihi ve ağır bir yük var. Nasıl baskı altında olduğunu tahmin edebiliyoruz. Çok büyük bir baskı ve direniş var İmralı’da. Asıl savaş İmralı’da yaşanıyor. Türk devleti İmralı’yı tasfiye edilecek bölge olarak değerlendiriyor. Türk devleti, Erdoğan ve Bahçeli Kürt halkına yönelik soykırım savaşı yürütüyor” diye konuştu.
Kürt halkına yönelik soykırım saldırılarında ısrar eden Türk devletinin kayyum politikalarıyla bir kez daha Kürtlerin iradesini gasp etmek istediğini vurgulayan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, bu politikalara karşı Kürt halkı ve Türkiye demokrasi güçlerinin birlikte mücadele etmesinin çok önemli olduğunu altını çizdi. Türk devletinin Medya Savunma Alanlarına yönelik işgal saldırılarının devam ettiğine dikkat çeken Ok, “Bazen sanki 2 dünya varmış gibi. Bir yanda Medya Savunma Alanlarında büyük bir savaş yürütülüyor, diğer yanda ise herkes kendi sorunlarına göre yaşıyor. Ama öyle olmaz. Eğer Türk devleti gerilla karşısında sonuç alırsa herkes bilmelidir ki Bakur’da, Türkiye’de kimse nefes alamaz. Bundan dolayı Türk devleti tüm gücüyle gerillaya saldırıyor. Hala sonuç alamamaları gerillanın direnişi sayesindedir” ifadelerini kullandı.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok’un Stêrk TV’de yayınlanan röportajı şöyle:
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan 39 aydır hiçbir şekilde haber alınamıyor. İmralı’da durum nedir, ne olup bittiğini kimse bilmiyor. Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü için Kürt halkı da eylemlerine devam ediyor. Hem İmralı’daki direnişi ve mücadeleyi, hem de Kürt halkı ve dostlarının eylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Temel gündemimiz Rêber Apo’nun durumudur. Sadece hareket ve yönetim değil, halkımız ve dostlarımız da her gün Rêber Apo’nun durumunu temel gündem haline getirmeli, empati yapmalı, doğru nedir, görev ve sorumluluk nedir, neler yapılabilir meselesini tartışmalıdırlar. Bu ahlaki, siyasi ve insani bir görevdir. Rêber Apo, yaşamım, sağlığım hatta ölümüm de nasıl olursa olsun sebebi siyasidir diyor. 26 yıldır Rêber Apo İmralı’da rehindir, 39 aydır da kendisinden hiçbir şekilde haber alınamıyor. 24 saat kamerayla Rêber Apo’yu izliyorlar. Rêber Apo’nun sırtında tarihi ve ağır bir yük var. Nasıl baskı altında olduğunu tahmin edebiliyoruz. Çok büyük bir baskı ve direniş var İmralı’da. Asıl savaş İmralı’da yaşanıyor. Türk devleti İmralı’yı tasfiye edilecek bölge olarak değerlendiriyor. Türk devleti, Erdoğan ve Bahçeli Kürt halkına yönelik soykırım savaşı yürütüyor. Eğer bugün İmralı’da yaşam birazcık normal olsaydı, Rêber Apo normal bir yaşam sürdürseydi, Türk devleti Önderlik gerçekliği karşısında saygılı olsaydı, kabul etseydi bu durum Türkiye’yi de olumlu etkileyecekti. Bu doğru olmayan ya da abartı olan bir şey değil.
Türkiye toplumunun, Kürt halkının kalbi, nabzı İmralı’da atıyor. Kimse bunun tersini ispat edemez. Bundan dolayı Türkiye’nin geleceği, demokratikleşmesi, Kürt halkının özgürleşmesi yüzde yüz Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğüyle bağlantılıdır. Bu durumdan ve Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanmasından herkes sorumludur. Başta halkımız ve biz, yine devrimci güçler, insanlık değerlerine sahip herkes sorumludur. Bundan dolayı Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü için 8 ay önce başlatılan kampanya dünyanın her yerinde destek gördü. Bu çok anlamlıdır. Kampanya hala devam ediyor. Rêber Apo’nun paradigmasının anlaşılması için akademisyenler, devrimci güçler, gençler, Savunmaları okuyor, tartışmalar yürütüyorlar. Kapitalist moderniteye karşı Önderliğin paradigması insanlık için bir nefes oluyor. Şüphesiz kampanya bir düzeye ulaştı ama hiçbir zaman rahat ve tatmin olmamalıyız. Kampanya her gün yeni bir sinerji ile devam etmelidir ve herkes de bu kampanyaya karşı kendini sorumlu görmelidir. Her Kürt ve insanlık değerlerine sahip herkes bu kampanya için ne yaptım diye kendisine sormalıdır. Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü sağlanana kadar kimse çok iş yaptık, başardık, artık rahatlayabiliriz dememelidir.
Temel amaçlarımızdan biri Rêber Apo’nın fiziki özgürlüğüdür. Tecrit zaten insanlık dışıdır, normalde de ailenin, avukatların ziyarete gidebilmesi gerekir. Ama esas olarak amacımız Rêber Apo’nun fiziki özgürlüdür. Elbette bunun için bir mücadele yürütülüyor ama daha geniş, daha güçlü bir mücadele yürütülmelidir. Tüm dünyada insanlar nasıl ki Mandela’ya sahip çıktı, aynı şekilde Önderliğe de sahip çıkmalıyız. Sadece Kürt halkı değil asıl dostlarımız kampanyayı başlattı; bu da çok önemlidir. Demokrasi güçleri, dostlarımız, sosyalist güçler, kadın ve gençlik hareketleri bu kampanyayı toplumlarına da aktarmalıdır. Sadece bazı dostların katılımı ile değil tüm toplumun katılımı ile bu kampanya yürütülmelidir. Bu konuya ilişkin tartışmalar ve planlamalar da var. Rojava da bu kampanya için ayakta. Bakur ve Türkiye’de yapılan çalışmalara saygı duyuyoruz, bir mücadele yürütülüyor ama yeterli değil. Özellikle Bakur halkımız, demokrasi güçleri, sosyalist güçler, Kürt hareketleri kendilerine sorsunlar; ortada hukuki, yasal ve ahlaki olmayan bir şey var. Bu bir şey yapmayı gerektiren bir sebeptir.
Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü için Bakur ve Türkiye’de verilen mücadeleyi eksik görüyoruz. Toplum rahat olmamalı, empati kurmalıdır. Rêber Apo Kürt halkını canlı canlı gömüldüğü mezardan çıkardı. Kürt halkı mücadeleye, iradeye ve değerlere sahip oldu. Önderlik, halkı bu aşamaya getirdi. Kürt toplumu, dostları, özgürlük ve demokrasi güçleri de ortada bir haksızlık olduğunu söylemeli. Rêber Apo şahsında toplumun geleceği yok ediliyor. Bunun için her zamankinden daha kitlesel, daha büyük bir mücadele yürütülmesi gerekmiyor mu? Bu insani bir kriterdir. Dediğim gibi belli düzeyde çalışmalar var ama İmralı’da da baskı ve işkence devam ediyor. O yüzden toplum her anlamda ayaklanmalı ve mücadelesini sürdürmelidir. Hukuki anlamda da mücadele büyütülmeli. Mesela Türkiye’de binlerce avukat sorunu gündemleştirdi. Bu çok önemlidir. Türk devletinin yalanları, Erdoğan’ın gerçek yüzü tüm topluma anlatılmalı.
Türk devletinin yaz aylarında Medya Savunma Alanlarına yönelik büyük saldırıları planları olduğu söyleniyordu. Bunun için de Irak ve Türk devleti arasında birçok görüşme gerçekleşti. Bu görüşmelerden nasıl sonuçlar çıktı ve şuan Türk devleti ile gerilla arasında devam eden savaş hangi aşamadadır?
Hem Medya Savunma Alanlarında hem de İmralı’da çok çetin bir savaş yürütülüyor. Aslında Türkiye’de de çetin bir savaş var. Kimse Türkiye’de rahat bir şekilde nefes alabiliyor mu? Bu da psikolojik, ekonomik, siyasi bir savaştır. Türk devleti bir strateji yaptı. Yaz aylarında Medya Savunma Alanlarını işgal edeceğini ve gerillayı yok ederek başarı kazanacağını söyledi. Bu savaş başladı bile. 16 Nisan’dan bu yana çetin bir savaş var. Kürt halkı ve demokrasi güçleri bunu tam olarak okuyamıyor. Bazen sanki 2 dünya varmış gibi. Bir yandan Medya Savunma Alanlarında büyük bir savaş yürütülüyor, diğer yanda ise herkes kendi sorunlarına göre yaşıyor. Ama öyle olmaz. Eğer Türk devleti gerilla karşısında sonuç alırsa herkes bilmelidir ki Bakur’da, Türkiye’de kimse nefes alamaz. Bundan dolayı Türk devleti tüm gücüyle gerillaya saldırıyor. Hala sonuç alamamaları gerillanın direnişi sayesindedir. Zap, Metina, Xakûrkê, Garê, Medya Savunma Alanlarının tamamında yılların tecrübesiyle ve fedai ruhuyla bir direniş sergileniyor. Kimse bu irade karşısında duramaz.
NATO’nun en güçlü ikinci ordusu olan Türk devleti ne yaparsa yapsın kimse hesap sormuyor. Onlar da çok ahlaksızlar, NATO da bunlara destek oluyor. Tüm bunlara rağmen gerilla karşısında sonuç alamıyor. Halkımız bunu bilmeli ve cesaret almalıdır. Daha bahar aylarının başlarında Türk heyeti Irak devleti ile sürekli görüşmeler gerçekleştiriyordu. Irak ve KDP’ye PKK’ye karşı birlikte savaşalım teklifinde bulundular. Görüşmelerde az çok ne konuşulduğunu, ne sonuçlar alındığını biliyoruz. Irak devletine birkaç şey söylemek istiyorum; Irak devleti biliyor, Saddam döneminde bu yana 40 yıldan fazla bir süredir PKK, Kurdistan dağlarındadır. PKK hiçbir zaman Irak toplumuna, Başûr halkına, Kürt halkına hatta Irak devletine bir zarar vermemiştir. Tam tersi PKK, her zaman Kürt, Arap, Türkmen, Süryani ve diğer tüm halkları, toplumu savunmuştur. Fakat buna rağmen Irak devletinin, Bağdat’ın PKK’yi yasaklı bir örgüt ilan etmesi ayıp bir şeydir. Bunun anlamının ne olduğunu biliyoruz. Sadece bir açıklamadan ibaret değil bu durum. Bu karar doğru değil ve Irak devletinin bir an önce bu yanlış kararını gözden geçirmesi ve düzeltmesi gerekir.
PKK bundan birkaç yıl önce DAİŞ karşısında Irak, Kürt, Süryani, Êzidî ve Arap halkının geleceğini kurtardı. Fedai bir savaş yürüttü, kendini ispatladı. Böyle bir harekete saygı duymak yerine, dostluk ittifakı kurmak yerine böyle bir kararın alınması haksızlıktır. Irak devleti bağımsız bir devlet olduğunu söylüyor madem öyle Türk devleti nasıl yüzlerce kilometre topraklarını işgal ediyor, onlarca yerlere nasıl üs kuruyor, binlerce askeri nasıl topraklarına giriyor? Bu artık ilhaktır ve sen bağımsız bir devletsin. Peki, bu nasıl oluyor? Ne uluslararası hukuki hakkını kullanıyorsun, ne kınıyorsun, ne hesap soruyorsun? Yine toplumun tepki göstermesine engel oluyorsun. Arap, Kürt halkının tepkilerini engelliyorsun. Basının Türk devletine bir şey söylemesine müsaade etmiyorsun. Kendisine bağımsız diyen bir devletin gerçekliği budur.
IRAK DEVLETİ HİÇ BİR ZAMAN BİZDEN ZARAR GÖRMEDİ
Suriye devleti, Beşar Esad 13 yıldan fazladır çok çetin bir savaştan geçti. Suriye talan edildi, DAİŞ, Türk devleti ve birçok çete tarafından işgal edildi. Kuzey-Doğu Suriye’de özerk bir yönetimi var ve sorunları diyalog yoluyla çözmekten yana fakat Türk devleti Suriye topraklarını işgal etmiş durumda. Hem de idari sistemini yürütüyor Suriye topraklarında, ilhak etmiş, bir parçası olarak görüyor. Binlerce çeteyi oraya yerleştirmiş. Bütün bunlara rağmen Suriye devleti, Türk devletinin görüşme talebine şu cevabı veriyor; topraklarımızı işgal eden Türk devleti topraklarımızı terk edene kadar, güçlerine çekene kadar hiçbir görüşme gerçekleştirmeyeceğiz. Hakikaten insan saygı duyuyor. İlkesel bir tutum sergiliyorlar, devlet olarak topraklarımızı işgal eden kimseyle görüşmeyeceğiz diyorlar.
Irak’ın da böyle bir duruş sergilemesini bekliyorduk. Bazen utangaç tavırlarla topraklarımızdan çıkın falan diyor ama aynı zamanda onlarca kez görüşme gerçekleştiriyor. Bu doğru değil. Irak devleti bunu bilmelidir, Erdoğan’ın sabah akşam tehdit etmesine bakmamalı, Erdoğan 20 yıl, 10 yıl, hatta 4 yıl önceki gibi bile değil. Toplumda bir gücü kalmadı artık. Sadece bürokrasi ve devlet gücü var elinde. Her zaman iktidar olacak değiller. Irak devleti daha stratejik ve geniş düşünmeli, ona göre siyaset yürütmelidir. Hareket olarak bu haksızlığın ortadan kaldırılmasını istiyoruz, Kürt halkının, hareketimizin, Arap toplumu ile Irak devleti ile dostluk ilişkileri geliştirilmeli. Çünkü bizden hiçbir zaman zarar görmemişlerdir.
Bir kez daha doğru noktaya gelmeliler. Tabii Irak ve Türk devletinin arasını yapmak, PKK karşısında tutum almalarını sağlamak isteyen, bunu kendileri için bir görev olarak görenler de var. Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin buna öncülük ediyor. Bağdat ve Ankara anlaşsın diye uğraşıyor. Yine Irak Parlamentosunda Türk devletinin oyunlarına gelenler var. Mesela Irak Meclis Başkanı, Savunma Bakanı. Bunları kınıyorum. Halkımız bilmelidir ki, birçok sorunun sebebi bu kişilerdir. Şüphesiz süreç devam ediyor. Türk devleti bir sonuç almış değil, şu an bir patinajda. Bize karşı tüm gücünü kullanacağını biliyoruz. Biz de gücümüze, tecrübelerimize, tekniğimizin ulaştığı düzeye güveniyor, fedai bir ruhla kendimizi hazırlıyoruz.
Türkiye’de siyaset kaynıyor. Herkes birbirinin kuyusunu kazıyor. AKP-MHP faşizmi bir kez daha kayyumlarla Kürt halkının iradesini gasp etmek istiyor. Diğer yandan iktidar sahte gündemler yaratıyor, Türkiye muhalefeti de bununla oyalanıyor. Gerçek sorunların tartışılmasına engel oluyorlar. Böyle bir durum karşısında Türkiye demokrasi ve devrimci güçleri nasıl bir tutum sergilemelidir?
Türk devletinin özellikle Erdoğan-Bahçeli’nin her şeyi sahtekarlık üzerinedir. Hiçbir değerleri yok. Normalleşme diye bir sahte gündem yarattılar. Adından bile rahatsız oluyorum. Neden? Çünkü Kürt halkının dilini, kimliğini, varlığını kabul etmiyorsun, reddediyorsun. Kürt halkının bunu tartışmaması lazım, ne normalleşmesi. Önder Apo’nun durumu ve yürütülen savaş da ortadadır. Bu sahte gündemlerle herkesi oyalamak istiyorlar. Erdoğan 22 yıllık iktidarında hiçbir zaman bugünkü gibi zayıf ve çaresiz olmamıştır. Kendi içlerinde birçok sorun yaşıyorlar, her taraftan pisliğe batmış durumda. Kendileri bile dikkat etmeliyiz diyor. Toplumu herhalde koyun yerine koyuyorlar. Toplumun da artık gözü açıldı. Bu yüzden tepki gösteriyorlar. Ama gündem yaratmak başka bir şey. Örneğin; 2 şey var. Türkiye’nin ağır sorunları var. Ya Türkiye’nin geleceğini düşünen, kendisini sorumlu gören, insani ve demokratik çözümler üreten birileri olacak. Ya da bu sorunları daha da büyüten, baskı uygulayan birileri olacak. Şu an AKP-MHP bunu yapıyor.
Kayyum da bununla bağlantılıdır. Mesela Medya Savunma Alanlarında savaş var, Rêber Apo’ya yönelik işkence var ama diğer taraftan normal bir şekilde belediyeleri neden kazandılar mı diyeceklerdi? Hayır, faşizm zihniyeti bunu kabul etmez. Bizler de, demokrasi güçleri ve Kürt halkı da bu bilinçle örgütlenmeli, eylem yapmalı, cevap olmalıdır. Ve bilmelilerdir ki zaman bizim için çok kıymetlidir. Her geçen gün Erdoğan’ın aleyhine işliyor, durumu iyi değil. Bundan dolayı kayyumlara karşı Wan’daki, Colemêrg'deki direniş çok çok önemlidir. Demokrasi güçleri, sosyalistler, kadınlar, gençler, Türkiye’nin tamamı, tüm Kürt halkı birlikte hareket ediyor. İnsan bunun karşısında heyecanlanıyor. Böyle bir iradenin ortaya çıkması ve birlikte hareket edilmesini önemli buluyorum, heyecan duyuyorum. Bunda da ısrar edilmeli. Bundan dolayı Wan direnişi çok iyi ve başarılıydı. Colemêrg'de de halk direniyor, direnmekte de ısrar etmeli. Kürt halkı ve demokrasi güçlerini ittifakı çok önemlidir. Türkiye’nin demokratik her örgütü Kürt halkının mücadelesinin yanında yer almalı, Kürt halkı da Türkiye’nin demokrasi güçlerinin yanında olmalıdır. Zaten Türk devleti bu ittifaktan korkuyor.
Kurdistan’da Kürt halkına karşı baskı, kayyum gaspı var ama Türkiye tarafında da açlık var. İnsanlar intihar ediyor. İşsizler, yaşamlarını sürdüremiyorlar Bu duruma karşı Demokrasi güçler, DEM Parti, birlikte mitingler yapmalı, eylemler yapmalı, toplumun ekonomik, siyasi sorunlarını mecliste dile getirmeliler, mitingler yaparak, eylemler yaparak anlatmalılar. Genel bir siyaset yürütmeliler. Böyle yaparlarsa ittifakın önü açıktır, daha da büyür. Mücadele zayıflamamalı, Türk devletinin kararlılığı karşısında sonuç alamayız denilmemeli, eğer mücadelede ısrar edilirse sonuç alınır. Ama pasif bir şekilde değil, yani sadece oturma eylemi ile, şarkı söylemek ile değil daha örgütlü, radikal hareket edilmeli. Erdoğan seçimden sonra zayıf düştü, iradesi kırıldı. Gündemi yumuşama, normalleşme CHP ile görüşme, bilmem ne diye eğiştirmek istiyor, sahte gündemler yaratıyor. Bu onun nasıl zayıf düştüğünü gösteriyor.
Erdoğan bir süredir; ‘sınırımızda teröristan’ın kurulmasına müsaade etmeyeceğiz’ diye bir söylem kullanıyor. Erdoğan’ın ‘teröristan’ söyleminin meselesi nedir?
Kürt halkı ve Türkiye toplumu başta olmak üzere tüm dünya gelmiş geçmiş en büyük teröristin Erdoğan olduğunu biliyor. Kürt halkına karşı düşmanlığı ortada. Sabah akşam terörist de terörist. En büyük terörist kendisidir. Japonya’daki Kürtler Japon yasasına uygun bir şekilde dillerini öğrenmek istiyorlar. Erdoğan bunun için bile kıyameti kopardı; vay nasıl Japonya’da Kürtler böyle bir şey yapar, dedi. Her Kürt'ün bu mesajı alması lazım. KDP de bu mesajı almalı. Erdoğan Kürt halkının düşmanıdır. Rêber Apo, dile kelepçe vurduğunuzda, insanın kalbine, beynine, geleceğine kelepçe vurmuş oluyorsunuz, diyor. Kürt halkının diline kelepçe vurmuşlar konuşmazsınız, dilinizi öğrenemezsiniz diyor, en büyük terörizm bu değil mi? Bir halkı terörist diye tanımlıyor. Hatırlarsanız Başûr referandumunda Erdoğan; ordumuzu sınıra getirdik eğer geri adım atmazsanız ne gerekiyorsa yapacağız diye tehditlerde bulundu. Barzaniler bunu unuttu galiba ya da çıkarları için bir kenara atıyorlar. Ama gerçek budur; Kürtler uzayda bile olsa bir şeye sahip olmalarını istemiyor.
Tüm dünya Rojava’da, DAİŞ karşısında Kürt, Arap, Hıristiyan halkının birlikte nasıl mücadele ettiğine şahit. 20 binden fazla şehit verildi. DAİŞ’i Musul’dan çıkarıp, yönün Şam’a veren DAİŞ’i vazgeçirip Kobanê’ye yönlendiren Erdoğan’dı. Tutuklu DAİŞ’liler bile bunu kabul ediyor. Belgeleri var. DAİŞ’i destekleyen, sahip çıkan, güçlendiren, finanse eden Erdoğan’dı. Kuzey-Doğu Suriye’de seçimler yapılacak, belediyeler var, kabul etseniz de, etmeseniz de milyonlarca insan o bölgede yaşıyor. Bu insanlar geçmişte de seçim yapıyordu, şimdi yapınca neden teröristan oluyorlar? Kürtler şunu bilsin ki; bu katıksız bir şekilde Kürde düşmanlıktır. Kürt halkı, Türkiye toplumu, Arap toplumu bilmelidir; bu kendisini 5. halife olarak görüyor, Libya, Irak, her yeri işgal etmek istiyor.
Sürekli basında yer alıyor bu eski ülkü ocakları başkanı Sinan Ateş Ankara'da öldürüldü. Eşi de davası için parti parti geziyor, Özel ile, en son da Erdoğan ile görüştü. Erdoğan’ın Kürt'e düşmanlığı burada da görülüyor. Kurdistan’da 17 bin faili meçhul cinayet işlendi, Kürtler katledildi. Anne, babalar ellerinde çocuklarının resimleriyle yıllardır her Cumartesi eylem yapıyorlar. Bazı anne, babalar çocuklarının mezarını göremeden hatalarını kaybettiler. Davaları kimsenin gündemi olmadı. Medet Serhat bir avukattı; İstanbul’un göbeğinde katledildi, kim ondan bahsetti? Musa Anter’den kim bahsetti? Tahir Elçi kameralar önünde canlı yayında şehit edildi; birkaç gün önce faili berat ettirildi, kim ondan bahsetti? Konya’da Dedeoğulları ailesinden 7 kişi katledildi, hiç gündem olmadı. Bunlar insan değil miydi? Bunları CHP için de söylüyorum. Savaş Buldan, Behçet Cantürk gibi binlerce insan katledildi. Türkiye’de Kürt halkı için hukuk yok. Rêber Apo’ya yapılanlar hukuki mi, 17 bin insanın katledilmesi, kaybettirilmesi hukuki mi? Dün HPG BİM açıkladı; sadece bir günde Qendîl dahil 30 alan bombalandı, 24 saat boyunca yasaklı ve kimyasal silahlar kullanılıyor. Bunlar hukuki mi?
Sadece Kürt halkı değil, vicdanlı, demokrat, hatta liberal olan insanlar bu çifte standartı, Erdoğan ve Bahçeli’nin Kürt düşmanlığını görmelidir. Halise anaya çocuğunun kemiklerini bir çuvalda posta ile gönderdiler. Yine bir babaya çocuğunun kemiklerini bir torbada verdiler, bir insanın psikolojisi buna nasıl dayanır bir düşünsünler. Kürtlere böyle düşmanlık yapıyorlar. Yine Emine Şenyaşar annenin adalet arayışı sürüyor. Kısacası her şeyi terörize eden, kaos ve krizler üzerinden kendisini yaşatan Erdoğan, Türk devleti ve AKP’dir. Teröristan kurulmasını kabul etmiyoruz diyor ama Çeteistan’ı kurmak istiyorlar. Ne Suriye devleti, ne Rojava halkı bunları tanımıyor, kabul etmiyor. Kürt halkı AKP iktidarının tüm saldırılarına karşı her anlamda direnişini sürdürecektir.
Avrupa seçimlerinde sağcılar yüksek bir oy aldılar. Sizce radikal sağcıların bu kadar yüksek oy almalarının sebebi nedir? Bu durumun Türkiye siyaseti üzerinde nasıl bir etkisi olacaktır?
Avrupa’da da milliyetçi bir damar var. Zamanında Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya arasında savaşlar yaşandı. DAİŞ, El Kaide bir dönem Avrupa’da eylemler yaptı, aralarında kadınların, çocukların olduğu insanlar yaşamını yitirdi. Avrupa toplumu bunlar Ortadoğu’dan, Afrika’dan geliyor, çoğu Müslüman diyerek tepki gösteriyorlar. Bana göre bir sebebi bu. Diğer sebebi ise Rusya-Ukrayna savaşı. Rusya bugün Ukrayna’yı işgal ederse yanı başı Avrupa’dır, neden Rusya’ya daha fazla engel olunmuyor diyor Avrupa toplumu. Bundan dolayı da yönlerini sağcılara verdiler. Ama en tepkili oldukları mesele göç meselesidir. Türkiye’yi de ilgilendiren bir meseledir. Milyonlarca insan Irak’tan, Suriye’den Türkiye’ye göç ettiler. Erdoğan da bilinçli bir şekilde kapıları açıktı. Çünkü bunu kendisi için bir ticaret ve pazarlık aracı yapmak istedi. Bir süre önce G7 toplantısı yapıldı. Bildiğim kadarıyla Türk devleti 5, 6 yıldır bu toplantıya katılmıyordu. Bu sene katıldı. Göçmenler üzerinden pazarlık yaptılar, Erdoğan’a, sana şu kadar para veririz kapıları açma, Avrupa’ya, ülkemize gelmesin dediler.
Geçtiğimiz günlerde İtalya’da yine bir tekne battı, onlarca kişi yaşamını yitirdi. Bilinçli yapılan bir şey bu. Zamanında müdahale etmiyorlar, insanların korkmasını, zaten hedefimize ulaşamıyoruz, denizlerde boğuluyoruz demelerini istiyorlar. Türkiye’nin ekonomik durumu ortada, paraya, dövize, sermayeye ihtiyaçları var, bu yüzden biraz para veriyorlar bunlar da tamam diyorlar. Kim olursa olsun, insanlar savaş olduğu için, açlıktan, yoksulluktan topraklarını terk etmek zorunda kalmışlar fakat o insanlara insan gibi yaklaşmıyorlar, üzerlerinden ticaret yapıyorlar. Bu ahlaksızlıktır. Hem de insan haklarından bahseden Avrupa yapıyor bunu, Türkiye ile birlikte. Her şey bir bütün insanlık değerlerini ayaklar altına alıyorlar. Bundan dolayı Avrupa’da radikal sağın yükseldiğini düşünüyorum.
29 Haziran Şêx Saîd’in idam edilişinin yıl dönümü, 30 Haziran da şehit Zîlan’ın fedai eyleminin yıl dönümü. Bu her iki yıl dönümüne ilişkin mesajını nedir?
Öncelikle heval Zîlan, Sema, Gulan -her gün şehit veriyoruz-, tüm şehitlerimizi saygıyla anıyorum. Yine Kürt halkının yüreğinde, tarihinde yer edinen Şêx Saîd’i de saygıyla anıyorum. Bizler onların takipçileriyiz. PKK kültürü nasıl ortaya çıktı? Örneğin zindanlarda Mazlum, Kemal, Hayri, Ferhat olmasaydı böyle bir kültür olmazdı. Egîd olmasaydı, komplo sürecinde bedenini ateşe veren onlarca arkadaş olmasaydı, fedai eylem yapan Zîlan olmasaydı PKK kültürü nasıl olurdu? Bunların hepsi bu kültürü yarattı. Hepsi PKK’nin tarihi ve gerçekliğidir. Bizim görevimiz de bu arkadaşların takipçisi olmak, değerlere sahip çıkmak. Bundan dolayı bir kez daha tüm şehitlerimizi anıyor, anıları önünde saygı ile eğiliyorum. Hareketimiz, halkımız, PKK, KCK, gücünü buradan alıyor. Her şeye rağmen mücadele devam ediyor. İnanıyoruz ki başarıya da ulaşacaktır.
Şêx Saîd’i, Seyîd Rıza’yı idam ettiler, kimse mezarlarının nerede olduğunu bilmiyor. Bu tabii ki Türk devletinin bir politikasıdır. Kürt halkının tarihi hafızasını yok etmek, unutturmak istiyor. PKK’nin bugün binlerce şehidi var, kimliği, yeri bellidir. Birkaç gün önce Bakur, Rojava ve Başûr’da binlerce insan şehitlikleri ziyaret etti. Şêx Saîd’in idam edildiği dönem böyle imkanlar yoktu, yani idam ettiler ama kimse mezarının nerede olduğunu bilmiyor. PKK burada da tarihe cevap oldu. Şêx Saîd sadece dini bir kişi olarak ortaya çıktığı için idam edilmedi. Bilinçli bir kişiydi, 5 dil biliyordu. Şêx Saîd’in oğlu Ali Rıza da, ‘Babamın ulusal bilinci daha fazlaydı’ demişti. Bütün çabalarımız onların yarım kalan hayallerini gerçekleştirmek. Rêber Apo da, yarım kalanları ben tamamlayacağım, ben başaracağım dedi. Bu sorumlulukla, bu aşk ve heyecanla rolümüzü her zaman oynayacağız. Kürt halkının değerlerine ve şehitlerine layık olmaya çalışacağız.