'Ulus devlete rağmen Kürtler öncü güçtür'

Demokratik Suriye Meclisi Eşbaşkanı İlham Ehmed, Kürt halkının bölgenin statükocu ulus devletlerine karşı güçlü itirazını, büyük siyasi ve askeri organizasyonlarla pratikleştirdiğini söyledi.

Demokratik Suriye Meclisi Eşbaşkanı İlham Ehmed, bölgenin 4 statükocu ulus devleti tarafından parçalanmalarına rağmen bugün Ortadoğu’da belirleyici bir aktör haline gelen Kürtlerin, 21. Yüzyıl’ın öncülüğünü üstlendiğini söyledi.

Ehmed, şunları vurguladı: "Kürtlerin siyaseti, örgütlenmesi ve vizyonu, demokratik karakterlidir. Büyük fedakarlıklar yapıyor, büyük bedeller ödüyor ama halkların kardeşliğinden; eşit, özgür ve ortak yaşamdan taviz vermiyor.

Bölgenin statükocu ulus devletlerine karşı güçlü itirazını, büyük siyasi ve askeri organizasyonlarla pratikleştiriyor. Bu sadece Kürtler için değil, bütün Ortadoğu halkları içindir. Hiçbir farklı inanç, kültür ve etnisite dışlanmıyor."

ABD’nin YPG’ye ağır silah verme kararının, sadece Reqa hamlesi için değil, daha büyük başarılar için önemli bir adım olduğunu belirten Demokratik Suriye Meclisi Eşbaşkanı İlham Ehmed, "ABD’nin silah yardımı kararında, silah yardımı yapılmasının yanı sıra Suriye halklarının kendi kaderini belirlemesi gerekir, deniliyor. Siyasi ve askeri gücün yanı sıra bunları sağlayan kapsayıcı proje sahipi olan yalnızca biziz. Dolayısıyla bizim salt bir askeri güç olarak görülmekle yetinmediğimiz ortada. Bunu, dost da düşman da biliyor" diye konuştu.

Reqa ve bölgesinin özgürleştirilmesi için başlatılan Fırat’ın Gazabı Hamlesi, şimdi 4. aşamasında sürüyor.  Hamleyi sürdüren QSD’nin bileşenleri çoğaldı mı, yeni güçler katıldı mı veya oluşturulan güçler var mı, kurtarılan bölgelerden katılım nasıl?

QSD, yeniden yapılanma çalışmalarını aksatmadan Fırat’ın Gazabı Hamlesi’ni de aralıksız sürdürüyor. Tanınmış, belirgin şahsiyetler ve onlarla hareket eden çevreler bazında katılımlar oluyor. QSD’ye yoğun bir ilgi var. Demokratik birlik ve özgür bir Suriye için mücadele ettiği, Suriye’nin bütün topluluklarının  çıkarlarını düşünen birçok kesim tarafından anlaşıldı. Dahil olan çevreler, QSD’nin açıklamalarıyla resmileştiriliyor.

Savaşçı düzeyindeki katılım yoğun. Özellikle özgürleştirilen alanların gençleri akıyor. Bunlar, Uluslararası Koalisyon ile örgütlendirilen eğitimden geçiyor. Eğitimden sonra savaş alanlarına ya da özgürleştirilen alanların güvenliğini sağlamak için gönderiliyor. Her eğitim devresine 250 ile 300 genç katılıyor. Eğitim devreleri periyodik bir şekilde devam ediyor. Katılım gösterenlerin çoğu bir parti ya da kuruma bağlı olmayan kişilerdir.

Son zamanlarda Reqa Sivil Meclisi’nin çıkardığı ve kamuoyuna duyurduğu af ile DAİŞ’ten çok sayıda kişi kopup geldi. Aftan yararlanmak için DAİŞ’ten kopmalar devam ediyor. Bu konuda bir sayı veremeyiz. Af süresi bittikten sonra QSD ile Reqa Sivil Meclisi konuya ilişkin bir açıklama yapar.

Halklar, QSD’yi kabul etti, kendi güvenlik ve özgürlük güçleri olarak gördü, o yüzden de katılımlar oluyor. Özellikle Dêrazor, Reqa, Hesekê, Girê Spî çevresindeki aşiretlerden yoğun katılımlar var. 

Siyasi ve askeri organizasyon/yönetim olarak Minbic modeli başarılı mı, bu model şimdi Tebqa ve gelecekte Reqa için emsal mi, 'Sivil Meclis’ ve 'Askeri Meclis' ile 'İç Güvenlik/Asayiş' uygulaması ve yerel dinamiklerin rolünü anlatır mısınız?

Minbic, iyi ve başarılı bir tecrübedir. DAİŞ’in uzun süre kalıp kendisini örgütlediği bir yerdi. Önce Askeri ve Sivil Meclisi ilan edildi ardından yavaş yavaş özgürleştirilen bir kent oldu. Özgürleştirildikten sonra kendini örgütlemeye başladı. Geçici Meclis’in ardından Sivil ve Demokratik Meclis olarak kendisini yeniden yapılandırdı. Birçok çevre, aşiret ilk süreçlerde katılmada çekingenlik yaşadı. Meclis yeniden yapılandıktan sonra çekingen davranan, katılmayan çevrelerin tamamı katılarak şehirlerinin yönetiminde yer aldı. Toplumsal, siyasal ve halkların hizmeti konusunda şimdiye kadarki pratikleri iyi ve olumludur.

Kendi yargı ve adalet sistemini; siyasi kurumlaşmasını oluşturdu. İç ve dış güvenlik sistemi oturdu. Minbic Askeri Meclisi ile şehrin iç güvenliğinden sorumlu Asayiş güçlerinin teşkilatlanması sağlandı. Eğitim için akademiyi esas aldı ve birçok kesimin eğitimi için akademiler açıldı. Gençlik, kadın, Asayiş gibi birçok alanın eğitim akademileri şimdi var ve periyodik devrelerle eğitimlerini sürdürüyor.

Tebqa, yeni özgürleştirilen Reqa’nın diğer kasaba ve ilçeleri içinde iyi bir örnek olarak görülüyor. Onun için Minbic modeli uygulanıyor. Meclis ve komünler oluşturuluyor.

Büyük bir şehir olan Reqa da Minbic’te ortaya çıkan modeli örnek alarak örgütlenmeye gidiyor. Reqa Sivil Meclisi ilan edildi. Elbette Reqa büyük bir şehir olduğu için diğerlerinden farklıdır. Meclisi, bir nevi geçici hükümet gibidir. Meclis’te 14 konsey yer alıyor. İçerik, çizgi, sistem, örgütlenme modeli açısından bir farklılık değil. Biraz daha kapsamlı ve şehrin ihtiyacına cevap verecek bir örgütlenmeye gidiliyor.

Daha şimdiden iç güvenlik güçlerini hazırlamak için eğitimler başlatıldı. Bu eğitimlere Uluslararası Koalisyon da teknik donanım ve bazı konularda destek veriyor.

Tebqa ve Reqa operasyonları, diğerlerinden farklı olarak yoğun sivil nüfus sirkülasyonuna neden oldu, bunların güvenlik, barınma ve temel ihtiyaçlarının sağlanması konusunda yaşanan zorluklar nelerdir, operasyon öncesi ve sırasında bunun planlaması yapıldı mı, hem Uluslararası Koalisyon hem de uluslararası insani yardım kuruluşlarının dahli hangi düzeydedir?

Özgürleştirme hamleleri sırasında en fazla zorlayıcı olan husus; kurtarılan, özgürleştirilen insanlar konusunda yaşadığımız sıkıntılardır.

Minbic, Tebqa ve Reqa çevresindeki diğer köy ve kasabaları özgürleştirme hamlesi sırasında büyük göçler oldu. Minbic, Tebqa diğer köy ve kasabalar için hamle başlattıldığında halk şehrin, kasabanın, köylerin içinden, çatışma bölgesinden çıkarılıp güvenli bir alana alınıyordu. Birçoğu da köy, ilçe, kasabalarının yan tarafına alınarak geçici kamplar kuruluyor. İlçe, kasaba, köy özgürleştirilince kısa süre içinde mayın vb. taramalar da yapıldıktan sonra halk evlerine dönüyordu.

Tebqa biraz farklı oldu. Çünkü büyük bir bölümü suyla çevrili bir ilçeydi. Çıkış yollarının çoğu DAİŞ’in elindeydi. O yüzden kentin kenarında bizim güçlerimizin denetiminde olan alanda geçici bir kamp kurduk. Kent özgürleşir özgürleşmez halk geri evlerine döndü. Bazı insanlar çatışmaların ilk gününden evlerini terk etmek zorunda kaldı. 50 gün kadar süren bir hamleydi. Bu süre içinde kurduğumuz geçici kampta insanların her türlü ihtiyaçlarını güçlerimiz kayıklarla çekip sağladı. Büyük sıkıntılar yaşandı. Çünkü kayıklarla binlerce insana erzak, içme suyu başta olmak üzere yaşam ihtiyaçlarını çekmek o kadar kolay değildi. Sadece ihtiyaçlarının karşılanması değil, şehrin kenarında güvenliklerini sağlamak da epey zordu. Güçlerimiz ihtiyaçlarını karşılamak için kayıklarla erzak taşırken birkaç kere DAİŞ’in bombalı dronelerinin saldırısına uğradı. Bazı kayıplar da yaşandı. Bütün zorluklara rağmen halkın güvenliği sağlandı, ihtiyaçları az da olsa karşılandı ve kentleri özgürleştirilince evlerine geri gönderildi. Bu büyük bir başarıydı.

Reqa için de şimdi geçici yer olarak Eyn Îsa ve Kerema’da kendi imkanlarımızla yerler hazırladık. Yüz binlerce insan geliyor. Barınmaları, ihtiyaçlarının karşılanması konusunda ciddi zorlanmalar yaşanıyor.

Hamle öncesi bazı görüşmeler yapıldı. Bu görüşmelerde tartışmalar yürütüldü. Bazı planlamalar da yapıldı ama planlamalar çok fazla pratikleşmedi. O yüzden ciddi sıkıntılar yaşandı. Barınma ve gıda ihtiyaçlarının karşılanmasında ciddi zorlanmalar yaşandı. Son zamanlarda çok cüzi bazı yardımlar geldi. Ama bu bir şehirdir. Yüz binlerce insanın yaşadığı bir şehir özgürleştiriliyor. Oluşturduğumuz kampların en başta su sorunu çözülmedi. Reqa Sivil Meclisi’nin 5 tana su tankeri var. Bunlardan üçü gece gündüz sadece su ihtiyaçlarını karşılamak için çalışıyor ama yine de karşılanamıyor. Çünkü yüz binlerce insandır. Son zamanlarda Cizîrê ve diğer kantonlar yardım kampanyası başlattı. Bu konuda bazı yardımları oldu. Özgürleştirilen ve temizlenen bazı köylere Reqa Sivil Meclisi’nin kararıyla halkı geri döndü. DAİŞ ile büyük çatışmaların yaşandığı bölgeler olduğu için alt yapıda ciddi tahribatlar var. En başta da su sorunu. Bunun için çalışılıyor ama yüzlerce köy ve kasabadır.

BM, mülteciler için 'biz devletlerle ancak iş yaparız, onlarla yaptığımız anlaşmalara göre destek sunarız' diyor. Suriye’de devlet mi kalmış onunla anlaşarak yardım yapmayı düşünüyorlar? Ayrıca zaten bu halk, bu rejime de karşı çıktığı ve özgürlüğünü aradığı için bu durumdadır. Rejimle anlaşarak onlara yardım ederiz, demeleri bir anlamda yeniden onları bu rejimin baskısı altına sokmak değil mi?

Halk özgürleştiriliyor ve kendi kurumlarını oluşturuyor. Siyasi, toplumsal ve güvenlik kurumları var. Mevcut Suriye gerçekliğinde bu en meşru yapıdır. Halkın kendisi ve oluşturduğu kurumları neden muhatap almasın?

Uluslararası Koalisyon’un son zamanlarda bazı görüşmeleri oldu. Özellikle göçmenler için bazı hazırlıklar yapılması için kararlaşmalara gidildi. Bu konuda yardım yapacağız, deniliyor ama ne kadar pratikleşir onu bilemiyorum. Ancak bu sefer pratikleşmesi gerekir diye düşünüyorum.

ABD artık YPG’ye doğrudan silah desteğine başladı. Üstelik silah ve araçların niteliği ve kapsamının değiştiği söyleniyor. Askeri bir konu olduğunu dikkate alarak soruyoruz; nitelik ve kapsamı ile askeri ve siyasi anlamı konusunda özellikle Kürt kamuoyuna neler söyleyebilirsiniz?

ABD’de YPG’ye alınan ağır silah verme kararı, hamlenin başarılı olması için önemlidir. Sadece bu hamle değil, büyük başarılar elde etmemiz için önemli bir adımdır. DAİŞ dört yıla yakın zamandır Reqa’da. Orada büyük hazırlıklar yaptığı söyleniyor. Barbarlığının başkenti olarak ilan ettiği bir yerin özgürleştirilmesinden söz ediyoruz. O yüzden ciddi hazırlıklar yapmamız için alınan kararın gereğinin kesintiye de uğramaması lazım. Kentin kısa süre içinde özgürleştirilmesi için de bu gereklidir.

Geliştirip sunduğumuz ve pratikleştirmeye çalıştığımız, pratikleşmesi için mücadele verdiğimiz proje, sadece Kürtler için oluşturulan bir proje değil. Demokratik bir Suriye projesidir. Tüm çabalarımız ve mücadelemiz, bunun içindir.

ABD’nin silah yardımı kararında, silah yardımı yapılmasının yanı sıra Suriye halklarının kendi kaderini belirlemesi gerekir, deniliyor. O zaman bu yönlü projesi olanların da kabul edilmesi gerekir. Bu konuda proje sahibi olan sadece ve sadece biz varız. Siyasi olarak proje sahibi olan bizden başka kimse yok. Siyasi ve askeri gücün yanı sıra bunları sağlayan kapsayıcı proje sahibi olan yalnızca biziz. Dolayısıyla bizim salt bir askeri güç olarak görülmekle yetinmediğimiz ortada. Bunun dost da düşman da biliyor. Projemize ilişkin her türlü tartışmaya açığız. Varsa görüş, öneri ve yeni modeller konusunda görüşler onu da tartışmaya hazırız. Sahada atılan adımları, Suriye sorunun kalıcı çözümü, demokratikleştirilmesi için nasıl bir siyasi projeye dönüştürülmek isteniyor bu konudaki görüşlere de açığız.

Bir önceki soruyla bağlantılı olarak Türkiye’nin karşı duruşu ve direncinin bypass edilmesini nasıl anlamalıyız, Türkiye’nin bu konuda yapabileceği neler kaldı?

Türkiye çok kirli oyun ve planlar içindedir. Kürtlerin oluşum ve kazanımlarına karşı olduğunu söylemeye getiriyor ama gerçeği o değil. Türkiye, Suriye genelinin güvenliğini, ülke olarak birlik ve beraberliğini hedefliyor.

Türkiye, Suriye konusunda dönemsel ve bazen iç içe BAAS rejimi, İran, Koalisyon/ABD ve Rusya ile ittifaklar yapıyor. Çıkarlarını nerede ve kiminle görüyorsa -ki bu çıkarları Suriye’nin parçalanması, Kürtsüz ve Sünni bir sistemin oluşturulmasıdır- onunla ittifak yapıyor. Rusya, ABD, Katar, Suudi Arabistan ile planlar yapıyor.

Elbette Türkiye, YPG’ye silah yardımının yapılması kararının imzalanmasından dolayı büyük rahatsızlık duydu. Birçok platformda pazarlık konusu yaptı. Tehdit, şantajlara varan açıklamalarda bulundu. Çünkü YPG ve QSD, onun mezhepçi, parçalayan planlarına karşı Suriye’nin demokratikleşmesi ve birlik içinde kalması projesinin sahibidirler. Türkiye, YPG ve QSD’nin bu amacını kabul etmediği için bu kadar işgal, talan, parçalama planlarını geliştiriyor.

Türkiye, Suriye’yi parçalamakla kalmayıp bazı parçaları ilhak etmeyi hesaplıyor. Suriye’nin geleceği hakkında söz sahibi olmak istiyor.

Suriye konusunda ABD ile anlaşamadı. ABD ile anlaşamayınca Rusya ve İran’a yaklaşarak bir şeyler elde etmeye çalışıyor şimdi. Yani İran’ın Şiilik yapmasına ses çıkarmadan ona karşı kendisi Sünnicilik yaparak söz sahibi olmak istiyor. Bu politikanın kendisine kazandıracağını sanıyorsa büyük yanılgı yaşıyor demektir. Çünkü mezhepçilik şimdiye kadar hiç kimseye kazandırmamış, bundan sonra da hiç kazandırmaz.

Türkiye, devleti sınırları üzerinde siyasi, askeri, toplumsal her anlamda örgütlülüğünü sağlayan halklarla doğru, iyi ilişkiler geliştirerek kazanabilirdi. Yapması gereken oydu ama şu ana kadar sadece düşmanlık yaptı, o yüzden de hep kaybetti. İçine girdiği Suriye ve Kürt karşıtı politikalarla kendisini, büyük imkanlarını tüketti ve kendisini fazlasıyla daralttı.

Türkiye, ABD ile hareket ederek DAİŞ’e karşı QSD’ye ve onun demokratik Suriye projesine destek sunabilirdi. Türkiye bunu yapmadı. Aksine DAİŞ’e destek vererek engel olmaya çalıştı ama ona rağmen QSD adım adım Suriye topraklarını DAİŞ’ten temizliyor.

ABD liderliğindeki Uluslararası Koalisyon ile sürdürdüğünüz bu ittifak genel olarak Suriye halkları tarafından olumlu, geleceği dair umut ve güven mi veriyor, aksine Türk ve İran kışkırtmasından kaynaklanan tepkiler mi oluşuyor?

Türkiye ile İran’ın ittifakı, yani Şiacılık ile Sünnicilik yapan iki gücün ittifakı, Suriye halklarının yararına değil. Suriye halkları bu ittifaktan büyük zarar görüyor ve görmeye devam eder. Türkiye ile İran, sözümona bunu ABD projesine karşı geliştiriyorlar. İşte bizim Demokratik Suriye projemiz, her türlü mezhepçilik, milliyetçilik ve parçacılığa karşıdır. Suriye’de yaşayan tüm inanç, dil, kültür, ulus ve halkların kendisini içinde bulacağı bir projedir. O yüzden Türkiye, bu projeye karşı her güç ile ittifak kurmaya çalışıyor. Projemizin şu ana kadar pratikleştirdiğimiz bölümü iyi bir örnektir. Artık birçok güç, Kuzey Suriye’deki demokratik, toplumsal, sosyal ve siyasal gelişmeleri görüyor.

Türk tarafının pozisyonunu ve doğrudan saldırılara varacak kadar ileri giden politikasını ifade ettiniz, ancak Suriye’nin içinde de nüfuzu bilinen İran’ın hangi platformlarda tam olarak neler yaptığını kamuoyu pek bilmiyor. Sizce İran’ın politikası nedir, Rojava ve Kuzey Suriye’ye etkisi ile sizin Suriye ile ilişkilerinize yansıması nasıldır?

İran, BAAS rejimini desteklemek adıyla Suriye sorununa müdahil oldu. Tabii kendisini örgütleyip bir çok bölge ve alanda etkili kıldı. Fakat İran’ın bu girişi ve kendisini etkili kılması, Suriye toplumu, halkları tarafından kabul görmüyor. Aksine halklar buna karşı tepkili ve rahatsızlık duyuyor. İran bunu ne kadar görüyor bilmiyorum.

Mezhepçi projesi, Suriye halkları tarafından kabul görmüyor. Bazı yerlerde bu zorla halklara kabul ettirilmeye çalışılıyor. Bu yüzden giderek daha fazla tepkiye neden oluyor.

Bizim bu konudaki yaklaşımımız nettir, Suriye’deki tüm yabancı, özellikle de komşu devletlere ait güçlerin Suriye’den çıkmasını istiyoruz. Biz Suriye’nin çocukları olarak ülkemizi savunabiliriz. Yerleşmek için değil, bize destek vermek için gelen güçler olabilir. Ama ülkemizi bölme, parçalama, mezhepçi politikalarını etkili kılma için hiçbir gücün gelmesini, yabancı güç olarak kalmasını istemiyoruz.

Bu güçler çıkmadan ya da bazı güçler eliyle oluşturulan çetelerin Suriye’de etkileri kırılmadıkça sahada kalıcı bir çözüm gelişmez. Çünkü ilgili güçler, gelişmesine fırsat vermiyor. Çıkarları olmadığı için kendilerine bağlı ya da kendi güçleri ile müdahale ederek çözümü bozuyorlar.

Türkiye ile İran çelişkili olmalarına rağmen iki konuda buluşabiliyorlar;

* Kutsal ulus devlet mantığı,

* Mezpehçilik. Mezhepçilikleri ayrı olsa da o çelişkilerini bir yana bırakıyorlar.

Bu da Suriye halklarının zararınadır.

Yukarıdaki modeller konusunda Minbic’e biraz değindiniz ama şu anda Minbic’teki durum da merak ediliyor. Minbic’te bir yandan Uluslararası Koalisyon’un lideri ABD’nin devriyesi, diğer yandan da Rusya ve Suriye güçleri var. Bir çeşit Türk saldırganlığı bloke edilmiş gibi. Bize oradaki durumun tam olarak ne olduğunu paylaşabilir misiniz?

Minbic’te ABD ile Rusya’yı nerede ise bir araya getirdik. 1945 yılından sonra ilk defa iki güç bu kadar birbirine yakın ve birbiri ile çatışmayan bir durumda bir araya gelmiş oldu. De facto bir durum oluştu. Türkiye, bu her iki gücü karşısına alarak saldırı geliştiremez oldu. Bu durum, devam ediyor.

Bildiğiniz gibi Cerablus’tan Bab, Dabik ve Rai’ye kadar uzanan alan ile bazı çetelerin kontrolündeki Ezaz, Mare ve hatta İdlib’deki Türk işgalciliği alenen duruyor. Üstelik geçici bir manzara yok; siyasi, idari, askeri ve kültürel bütünlüğüyle çullanmış durumda. Bize o bölgelerin fotoğrafını netleştirebilir misiniz?

Türkiye, Suriye genelinde fiilli bir durum yaratmak istiyor.  Böyle bir şeyi ilan etmek istiyor. Şu ana kadar ilan etmiş değil ama girişim, yerleşim ve kurumlaşması buna hazırlıktır.

Türkiye işgal ettiği alanlarda şimdi Türkçülüğü geliştiriyor. Türkçülük zihniyetini aşılıyor. Buna göre bölgeyi dizayn etmeye çalışıyor. Türkçülük esaslarına göre olmayanları bölgeden çıkarıp demografik yapıyı değiştiriyor. Cerablus, Bab, Rai, Ezaz, Exterin bölgelerinde ve Şehba taraflarında bunu geliştiriyor.

Türkiye’nin hedefi Türkmenleştirme adıyla Türkleştirmektir. Kerkük halkların mozaiğidir. Ama Türkiye’ye sorarsan bir Türkmen kentidir, der. Politikalarını da buna göre kuruyor ve buna göre planlar yapıyor. Söz konusu bölge için de böyle düşünüyor. Halbuki adı geçen alanda toplasan 10 Türkmen köyü çıkmaz. Alanda yaşayan birçok Kürt aşireti Türkleştirilmiş, Türkçe konuştuğu için Türkmen sayılıyor. Birçok köy, Kürt köyü ama Osmanlılar zamanında adı Türkçeleştirildiği için Türkmen köyü olarak geçiyor.

Türkiye’nin bu politikaları ciddi tehlikeler içeriyor. Halklar ve ülkemiz için büyük bir tehlikedir. Türkiye’nin bundan vazgeçmesi gerekir. Vazgeçmese biz Suriyeli halklar olarak ona karşı mücadele edeceğiz. Arap değerleri olarak bilinen bazı önemli kişilerin isimlerinin verildiği yerlerin isimlerini şimdi değiştirerek Türkçeleştiriyor. Bunlardan biri Şeyh Akil Tepesi’dir. Adını değiştirerek bir binbaşının adını vermişler, Arap halkı bunu kabul etmez.

Türkiye bazı Arap gruplarını örgütleyip önce Cerablus, sonra bilinen bölgeleri işgal etti. Kendi Türkmen gruplarını kamufle etmek ve Arapları, Kürtler ile Kuzey Suriye halklarına karşı bir tepki oluşturmak için bunu yaptı. Şimdi işi biten bu grupları birbirine düşürmüş. Arap gruplarını tasfiye ediyor. Daha sonra da işte bu gruplarla bölgenin güvenliği sağlanamıyor, diyerek ordu gücünü bölgede resmileştirmek istiyor.

Türk işgalciliğinin mevcut durumu ve bunun İdlib’in doğrudan işgaliyle taçlandırılmasının Efrîn’e yaratacağı tehdit ve tehlikenin boyutu nedir?

Türkiye’nin temel hedefi Halep’tir. İdlip taraflarından ise Lazkiye’ye kadar olan bölgedir. Lazkiye’deki Türkmen dağı dediği alana kadarki bölgeyi işgal etmek istiyor. O yüzden Türkiye, sadece Efrîn, Şehba için bir tehlike oluşturmuyor. Türkiye’nin tehlikeli politikaları sadece İdlip, Efrîn’i hedeflemiyor. Tüm Suriye, Türkiye’nin bu tehlikeli politikalarının hedefidir. O yüzden İdlib’a girer girmezden ziyade genel Suriye sorunu açısından Türkiye politikalarını ele almak daha doğru olur.

Efrîn bölgesinde Rusya ile ilişkilerin ve Rus güçlerinin varlığı zaman zaman medyaya da yansıyor. Buradaki ilişkinin düzeyi, güçlerinin varlığı ve gerekçesini nasıl izah ediyorsunuz?

Rusya zaman zaman çıkarları doğrultusunda yakınlaşıyor, zaman zamanda uzaklaşıyor. Rusya ile daha iyi ilişkiler, kalıcı, çözüme dayalı ilişkiler geliştirmeyi umuyordum hala umuyorum. Bölgede etkili olan büyük bir güçtür. O yüzden ilişkilerimizin daha ileri ve iyi olmasını isteriz. Ayrıca BAAS rejimi üzerinde etkisi olan bir güçtür. Fakat bir çözümün gelişmesi için etkisini çok kullandığı kanısında değilim. BAAS rejimine kalıcı bir çözümün gelişmesi için geliştirdiğimiz ve kendilerinin kabul ettiği projeyi kabul ettirmedi. Belki de ettirmek istemedi. O yüzden kriz giderek daha fazla derinleşti. Biz bunda Rusya’nın da payının olduğunu düşünüyoruz. İzlediği politikalarda onu gösteriyor. Çözümde güçlü bir rol oynayabilirdi. Geçtiğimiz günlerde Savunma Bakanlığı kaynaklı, 'QSD güçleri DAİŞ’in Tedmur’a gitmesi için yol açtı’ şeklinde haberler çıktı.

Rusya bununla acaba Kuzey Suriye topraklarını Türkiye’nin olası saldırılarına mı açıyor, diye düşünmüyor değiliz. Bu aynı zamanda bize bir tehdittir. Biz böyle okuyoruz. Bu çok büyük tehlikeler, çatışmalar, karmaşıklığa neden olur. Bundan faydalanan tek bir güç var oda Türkiye’dir. Bir anlamda Rusya sanki bizi Türkiye ile tehdit ediyor. Bunu kabul etmiyoruz ve hiçbir zaman da etmeyeceğiz. Üzerimize hangi güç gelirse gelsin direnerek kendimizi savunuruz.

Suriye’de etkili olmak isteyen tüm güçlerin bilmesini istediğimiz bir şey var; bizi karşısına alan ya da bir başka devlet ile tehdit eden hiçbir güç Suriye’de etkili olamaz. Çünkü biz bu toprakların çocuklarıyız. Bizim kadar hiç kimse bu toprakların çıkarı, birliği ve beraberliğini istemez.

Rusya Türkiye ile anlaşarak onu önce Cerablus daha sonra Bab’a kadar götürdü. Türkiye bu fırsatı değerlendirdi ve şimdi oraya tam yerleşiyor. Soruyorum; Rusya ona artık oradan çıkarabilir mi?

Efrîn, uzun zaman kuşatılmış vaziyette kendi ayakları üzerinde durmaya çalıştı. Toplumsal örgütlenmesinin yanı sıra yaşamın tüm alanlarında canlılık var. Örnek düzeyde üretimden söz ediliyor. Efrîn, kendisini bekleyen tehlikeler karşısından ne kadar hazırlıklıdır, nasıl hazırlanıyor?

Efrîn’e dönük planlar yeni değil. Devrimin başından beri bu planlar var. Planların pratikleşmesi için uzun zamana yayılan ambargolar uygulandı. Ama Efrîn kendisini bir kanton olarak örgütledi. Üretimde, dışa bağımlılık yerine öz üretime dayandı. Toplumsal ve siyasal bakımdan kendisini kurumlaştırarak buna cevap oldu.

Efrîn’e yönelik sayısız ve çok kapsamlı saldırılar oldu, direnerek kendisini korudu. Bundan sonra daha fazla direnecek. Çünkü şimdilik koşulları geçmişe göre fazladır. Olası bir saldırıya karşı ciddi hazırlıkları var. O yüzden hiç kimse, kuşatma altındadır, hiçbir şey ulaşma, rahatlıkla saldırabiliriz gibisinden kendisini kandırmasın.

Astana, hem sizin hem de ABD’nin nezdinde kabul görmedi, temkinli yaklaşıldı. Siz hem Astana hem de Cenevre’den dışlandınız. Bunun sürdürülebilirliği var mı, beklentiniz nedir?

Ne Astana’dan ne de Cenevre’den beklentimiz var. Beklentimiz olamaza da. Biz çözümü oralarda değil, topraklarımız üzerinde arayan bir güç ve sistemiz. Biz kendi çözüm model ve projemizi sunduk. O yüzden çözümü başka yerde aramıyoruz, burada arıyoruz.

Kürtlerin ve Kuzey Suriye halklarının içinde olmadığı, temsil edilmediği hiçbir sözde çözüm, toplantı, görüşme ve anlaşma başarılı olamaz. Sayısız örnekler var bu konuda.

Siz ve diğer bütün uluslararası ve bölgesel taraflar, nasıl bir Suriye ve hangi statüye kavuşmuş Kürtler tasavvur ediyorsunuz, gerçekçi çözüme hangi perspektifle ulaşmak mümkün?

Kürtler, dört devlet tarafından parçalanmalarına rağmen bugün Ortadoğu’da önemli ve etkili bir güçtür. Her parçada siyaseti, örgütlenmesi ve vizyonu, demokratik karakterlidir. Bu kapsayıcı paradigma, söz konusu devletleri ürkütüyor, tehdit olarak algılanıyor ve buna göre karşı saldırılar dizisi geliştiriliyor. Kürtler, büyük fedakarlıklar yapıyor, büyük bedeller ödüyor ama halkların kardeşliğinden; eşit, özgür ve ortak yaşamdan taviz vermiyor. Bölgenin statükocu ulus devletlerine karşı güçlü itirazını, büyük siyasi ve askeri organizasyonlarla pratikleştiriyor. Bu sadece Kürtler için değil, bütün Ortadoğu halkları içindir. Dolayısıyla Kürtler, 21. Yüzyıl’ın önemli bir aktörü olarak demokratik sistemin öncülüğünü üstleniyor. Burada hiçbir farklı inanç, kültür ve etnisite dışlanmıyor. Bu öncü gücün statü hak etmediğini kim iddia edebilir?