Eren: Tecrit, yalnızca bir hukuki mesele değil

AİHM ve AK'nin 'umut hakkı' ihlaliyle ilgili yaptırımdan kaçındığını belirten Amed Milletvekili Serhat Eren, "Tecrit, yalnızca hukuki bir mesele değil, aynı zamanda siyasi bir hesaplaşmanın parçasıdır" dedi.

İMRALI TECRİDİ

Mutlak tecrit politikasının, yalnızca İmralı’daki koşullarla sınırlı olmadığını, tüm topluma yayılan bir kontrol mekanizması olduğunu vurgulayan DEM Parti Amed Milletvekili Serhat Eren, "Zamanla ülkenin genel yönetim stratejisine dönüştü" dedi. 

ANF’ye konuşan DEM Parti hukukçu vekillerinden Amed Milletvekili Serhat Eren, “Tecrit, yalnızca bir bireyin fiziki olarak izole edilmesi değil, daha derin bir stratejiyi temsil ediyor. Tecrit, Kürt halkının ve tüm ezilen halkların özgürlük ve demokrasi taleplerinin bastırılmasıdır. Amaç, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin muhatabını susturarak, mücadelenin önünü kesmek, toplumu umutsuzluğa sürüklemektir. Bu tecrit, sadece Öcalan’ın fiziksel varlığına karşı değil, onun geliştirdiği demokratik ulus paradigmasının toplumsal etkisini ve Kürt halkının iradesini zayıflatmayı hedeflemektedir. İmralı tecridi, bölgedeki statükonun devamını sağlamak için uygulanıyor” dedi. 

BÜTÜN TOPLUMA YAYILMIŞ DURUMDA

Mutlak tecrit politikasının, yalnızca İmralı’daki koşullarla sınırlı olmadığını, tüm topluma yayılan bir kontrol mekanizması olduğunu vurgulayan Eren, şöyle devam etti: "Zamanla ülkenin genel yönetim stratejisine dönüştü. Bu strateji, toplumu korku ve sindirme politikalarıyla kontrol altında tutma amacı güder. Öcalan’a uygulanan tecrit, Kürt halkının siyasi iradesini kırmayı amaçlarken, toplumun tüm kesimlerine, özellikle de muhaliflere yönelik baskılarla destekleniyor. Bugün Türkiye'de sadece cezaevlerinde değil, sokaklarda, iş yerlerinde, medyada ve hayatın her alanında tecrit var. İnsanlar düşüncelerini ifade etmekten çekinir hale getirildi, özgürlük talepleri susturuldu. Bu sistem, toplumsal örgütlenmeyi engelleyerek, insanları yalnızlaştırıyor ve susturuyor. Tecrit derinleştikçe, toplum üzerindeki baskı da aynı oranda artıyor. Demokrasi, adalet ve özgürlük isteyen kesimlere yönelik bir saldırı aracı olarak kullanılıyor." 

KADINLAR ÖNEMLİ BİR HEDEF

Özellikle kadınların, tecrit politikasının önemli bir hedefi haline geldiğini; Abdullah Öcalan’ın kadın özgürlüğü ve toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan düşüncelerinin, mevcut patriyarkal ve cinsiyetçi düzen için bir tehdit oluşturduğunu kaydeden Eren, "Öcalan’ın kadın özgürlüğünü toplumsal dönüşümün merkezine koyduğu bu anlayış, sistem tarafından tehlikeli bulunuyor. Bu nedenle tecridin derinleştirilmesiyle kadına yönelik şiddet ve baskı politikaları artıyor. Kadınlar, kamusal ve özel alanlarda bu baskıdan en çok etkilenen kesimler arasında yer alıyor. Tecrit rejimi, kadının toplumsal hayattaki rolünü sınırlandırmak ve onların sesini kısarak toplumsal mücadelelerden uzaklaştırmak için kullanılıyor" diye konuştu. 

GENÇLERE YÖNELİK ÖZEL SAVAŞ

Kürdistan’da özellikle gençler üzerinde yürütülen özel savaş yöntemlerinin de tecrit politikasının önemli bir boyutunu oluşturduğuna işaret eden Eren, şunları söyledi: "Uyuşturucu ve fuhuş, Kürt gençliği üzerinde bir yozlaştırma aracı olarak kullanılıyor. Bu yöntemlerle gençler bilinçsizleştirilip kimliksiz hale getiriliyor. Devletin bu kirli savaş politikası, Kürt gençliğini siyasi bilinçten uzaklaştırarak, onları örgütsüzleştirmeyi ve toplumsal dirençlerini kırmayı hedefliyor. Uyuşturucu ve fuhuş, Kürt gençliğini pasifize etmek ve onları toplumdan izole etmek için kullanılan araçlar haline gelmiş durumda. Bu gençlik, toplumsal direnişi sürdürme kapasitesine sahip en dinamik kitle olduğu için sistemin öncelikli hedefi haline geliyor. 

KÜRT GENÇLİĞİYLE SINIRLI DEĞİL

Bu politikaların amacı, sadece Kürt gençliğiyle sınırlı kalmayıp, Türkiye genelinde tüm toplumsal muhalefeti bastırmaktır. Devletin mafya ve çete yapılanmalarıyla kurduğu ilişkiler, toplumun daha da yozlaşmasına ve demokratik değerlerin erozyona uğramasına neden oluyor. Abdullah Öcalan’ın mücadelesi, bu çürümüş düzene karşı bir direniş olarak görüldüğü için tecrit politikalarıyla baskı altına alınmaya çalışılıyor. Bu yozlaşma, toplumsal direnişin kırılmasında kullanılan en etkili yöntemlerden biri haline geldi ve devlet-mafya-çete ilişkileri üzerinden toplumun ahlaki yapısı bozuldu."

Tecrit rejiminin, sadece bir bireyi veya bir halkı değil, toplumu kontrol altına almak ve hak taleplerini bastırmak için kullanılan sistematik bir yönetim tekniği olduğunu tekrarlayan Eren, "Kadınların ezilmişliği, gençliğin yozlaştırılması ve devletin mafya-çete ilişkileri bu tecrit politikasının sonuçları olarak belirgin hale geliyor. Bu süreç, toplumsal direnişi kırmak ve muhalif kesimlerin özgürlük taleplerini bastırmak için uygulanan bir stratejinin parçasıdır” dedi. 

AVRUPA ÇÖZÜM İRADESİ SERGİLEMİYOR

AİHM’in 2014’te Abdullah Öcalan’ın koşullu salıverilme hakkının olmamasını insanlık dışı bulması ve bu durumu "umut hakkı" ihlali olarak değerlendirmesinin oldukça önemli olduğunu belirten Eren, Türkiye'nin bu kararın gereğini yerine getirmediği gibi uygulamamakta da direndiğini söyledi. Umut hakkının, bir insanın cezasını çekerken gelecekte serbest kalma ihtimaline sahip olabilmesi olduğunu hatırlatan Eren, şunları ekledi: "Öcalan’a bu hakkın tanınmaması, hem hukukun hem de insan haklarının açıkça ihlalidir. Ne yazık ki AİHM ve Avrupa Konseyi, bu ihlal karşısında ciddi bir yaptırım uygulamaktan kaçınıyor. Bunun nedeni, Türkiye'nin jeopolitik konumu, uluslararası güçler, NATO müttefiki Türkiye’nin stratejik hesaplarından kaynaklıdır. Öcalan’ın tecrit altında tutulması, yalnızca hukuki bir mesele değil; aynı zamanda siyasi bir hesaplaşmanın parçasıdır. Avrupa kurumları, Türkiye’ye bu konuda yeterince baskı uygulamıyor, çünkü Kürt meselesinin çözümüne dair bir irade sergilemekten kaçınıyorlar. Bu sessizlik, Kürt halkının haklı mücadelesine karşı uluslararası bir iş birliği ve pasifliğin sonucudur. Bu konuda uluslararası hukukun devreye girmesi ve AİHM’in kararlarının uygulanması için daha güçlü bir irade ortaya koymamız gerekiyor. 10 yıldır gereken adımların atılmaması, hukukun siyasete alet edilmesinin açık bir göstergesidir.”