Beş bin insanın yattığı mezar: Halepçe!

İnsanlık 20. yüzyıl boyunca süregelen savaşlar sonucunda katliamlara ve dayanılmaz trajedilere tanık oldu.

Bu süreçte son teknoloji silahlar geliştirildi ve adeta bunların insanların üzerinde denendiği bir yüzyıl yaşandı. Bütün bunların büyük felaketlere yol açtığı görüldükçe de 20. yüzyıl boyunca uluslararası anlaşmalara ve sözleşmeler imza atılmaya başlandı, denetleyici birlikler kuruldu. Tabii bu, savaşları durdurmaya hiçbir zaman yetmedi. Ülkeler arası politik hesaplar ve çıkar diplomasisi gibi nedenlerle büyük trajediler ortaya çıktı.

KATLİAMA GİDEN SÜREÇ

Kürtler de 20. yüzyıl boyunca büyük felaketler yaşadı. Kürtlerin sadece Irak’ta Saddam Hüseyin diktatörlüğünde, Baas rejimi altında yaşadıkları bile insanlık tarihi açısından derin bir yaradır. Özellikle Baas rejiminin 1970’li yıllardan 1992 yılına kadar Iraklı Kürtlere yönelik devreye soktuğu politika büyük bir felaketi yaratmıştı. Enfal ve beraberinde gelen Halepçe Katliamı, insanlık tarihinin utanç sayfaları olarak kayda geçerken, Halepçe de yıllardır yeniden yeşermek için mücadele içinde.

Halepçe Belediye Başkanı Hıdır Kerim’den, Halepçe’nin nüfusunun 120 bin olduğu bilgisini aldık. Güney Kürdistan'ın doğusunda, üç taraftan İran dağlarıyla çevrili Halepçe ücra ve sevimli bir şehir. Ilıman iklime sahip olan Halepçe’de Sirvan Nehri’yle şehrin etrafındaki ovalar sulanıyor. Şehrin Kürt nüfusu Xorami dilini konuşuyor, bu da daha çok Soranice konuşan bölgedeki diğer Kürtlerden tarihsel olarak ayrı olduklarını gösteriyor. Dünyanın geri kalanı Halepçe’yi Saddam Hüseyin’in 16 Mart 1988’de gerçekleştirdiği ve tahminlere göre beş bin insanın ölümüne sebep olan büyük kimyasal saldırıyla tanıyor. Beş bin insanın yattığı tek mezar olan Halepçe’de, üzerinden 29 yıl geçmesine rağmen Halepçe Katliamı’nın izleri hâlâ günümüzde hissedilir nitelikte. Her yıl törenlerle anılan bu katliam nasıl mı gerçekleşmişti?

O dönemlerde Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak, 1980’li yılların ortalarında, bir yandan İran’la savaşırken, diğer yandan da Kürt isyancılarla mücadele ediyordu. Mesut Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi ile Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği, Saddam Hüseyin yönetimine karşıydılar. İki rakip örgütün ‘Kürdistani Cephe’ adı altında birleşmesi ve Süleymaniye çevresini kontrol altına almaya başlaması Saddam Hüseyin’i kızdırdı. Kürtleri hedef haline alan bu tutum ile Kürt sorunundan sonsuza kadar kurtulmak için ‘Enfal’ isminin verildiği tarihin en kanlı operasyon girişimi planları yapıldı.

Bu Enfal Herakatı’na giden süreç, İran ve Irak Savaşı’yla hızlandı. Çünkü savaş halindeki iki ülke kendi sınırları dahilinde yaşayan Kürtleri birbirilerine karşı siyasi bir koz olarak kullanmaya çalışıyordu. Bu sebeple 1986 yılına gelindiğinde Kürt bölgelerinde İran karşısında zor duruma düşen Baas rejimi, Kürtleri tamamen yok etmek suretiyle cezalandırmayı tercih etti. Bunun için de Batı’nın ‘Kimyasal Ali’ (Kimyasal operasyonları yönettiği için Kimyasal Ali olarak tanındı) denilen Ali Hasan el-Mecid görevlendirildi. Öncelikle katliamlara olanak tanıyan yasal düzenlemeler yapıldı. Kürtlerin yaşadığı birçok yer “yasak bölge” ilan edildi. Burada yaşayanların tüm hukuki hakları askıya alındı. Yasak bölgede bulunanların sivil olsa bile 'peşmerge' olarak kabul edilip öldürüleceği belirtildi.

ELMA KOKUSUYLA GELEN ÖLÜM

Halepçe’de yaklaşık 76 bin kişi yaşıyordu. Hemen yukarısında, İran sınırına oldukça yakın Hurmal kasabası vardı. Her iki yerleşim merkezi de Irak için stratejik öneme sahipti. İran-Irak savaşı tüm şiddetiyle sürerken, 1988’in 15 Mart’ında İran ordusu, Irak’ın içlerine doğru bir taarruz başlattı. Celal Talabani’ye bağlı güçler de, İran askerleriyle birlikte hareket ediyordu. İran ordusu ve Talabani’nin peşmergeleri Halepçe’yi geçerek, gece botlarla Derbendixan Gölü’nün güneyine çıktı ve Süleymaniye karayolunu tuttular.

Tüm iletişim hatları kesilmiş ve bölgenin Irak’la bağı kopmuştu. Bu bölgede dört bin Irak askeri de vardı. İran ordusunun bu kadar yaklaşması ve bölgenin Kürtlerin denetimine girmesi Baas rejiminde panik yarattı. Saddam Hüseyin İran ordusunun ilerlemesini durdurmak için Mecid’e bir kez daha kimyasal saldırı emri verdi. Mecid’in komuta ettiği Irak birlikleri 16 Mart’ta Enfal’in en acımasız saldırısı için düğmeye bastı. Önce hava bombardımanı, ardından topçu atışı başladı. Ancak Halepçe sakinleri çok korkmadı. Saldırıyı, yıllardır süren savaş nedeniyle, artık yaşamlarının bir parçası olarak algıladı. Evlerine ve sığınaklara girdiler. Ancak Irak ordusunun taktiğinden haberdar değillerdi. Irak ordusu önce bölgeyi konvansiyonel silahlarla bombalayarak camların kırılmasını sağladı. Bununla ikinci harekatın önünü açtı. Sonra da kimyasal bombalar devreye girdi. Camlar kırıldığı için içeri kaçanlar da zehirli gazlardan kurtulmadı. İkinci bombardıman başladığında ortaya kesif bir koku yayıldı. Hayatta kalanların çoğunun ‘elma kokusu’ dediği kokuya kimse anlam veremedi. Verecek zaman da kalmadı zaten. Kokuyu genizlerinde hissedenler birer birer ölmeye başladı. Hem insanlar, hem hayvanlar… Bombardımanda hardal ve sarin gibi gazlar içeren bombalar kullanılmıştı. Gazı soluyanların derisi yanmaya başladı, solunum sistemleri çöktü. Kimisi evinin kapısının eşiğinde, kimisi bahçesinde, kimisi duvar dibinde, kimisi ise ‘kurtulurum’ umuduyla kaçtığı dağ yolunda ölüme yakalandı.

WHO: GÜNÜMÜZE KADAR 43 BİN ÖLÜM...

Kimyasal gazlarla yapılan bu saldırılar sonucunda Halepçeli 5 binden fazla Kürt ölürken, 10 binden fazla kişi de yaralandı. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yayımlanan raporlarda ölenlerin sayısının daha fazla olduğu ifade ediliyordu. Dünya Sağlık Örgütü'nün açıklamalarına göre Halepçe’de kimyasal silahların kullanılması günümüze kadar 43 bin 753 ölüme, 62 bin 200 kişinin sakat kalmasına neden oldu.

Şüphesiz Enfal Harekatı sürecinde köpeklerin cesetleri yediği, insanların çöllerde kum çukurlarında gömüldüğü, toplama kamplarında açlıktan öldürüldüğü birçok vahşet yaşandı. 16 Mart sabahında Halepçeliler dünyanın en acımasız katliamlarından birine uğrarken, çaresizliği de yaşadılar.

HALİSA ANA: MAHŞER MEYDANI GİBİYDİ...

Halepçe’ye bağlı Anap köyündeki evlerinin sığınağında saklanarak sağ kalmayı başarmış ama her iki gözünü kaybetmiş Halisa Ana’nın da anlattıkları bu durumu gösteriyor:

"Helikopterlerin sesleri geldi, sonra da uçakların. Bomba sesleri her yerden geliyordu. Atılan her bombanın arkasından başta çöp gibi kötü bir koku oluşuyordu. Sonra elma kokusu gibi güzel bir kokuya dönüştü. Dışarı baktım. Çok sessizdi ama hayvanlar ölüyordu. Koyunlar ve keçiler ölüyordu. Gözlerimiz gittikçe kızarıyordu ve bazılarımızın gözleri yaşarıyordu. Kaçmaya karar verdik. Suyun olduğu yöne doğru gitmek istedik. Koşuyormuş gibi hızlı hızlı nefes alıyorduk. Ağaçların yaprakları dökülüyordu. Her tarafta insanlar ölüyordu. Bir çocuk daha ileri gidemeyecek duruma geldiğinde korkudan çılgına dönen ebeveynleri çocuğu yolun kenarında bırakıyorlardı. Aynı şekilde yaşlılar da bırakılıyordu. Koşuyorlar, nefes alamaz duruma geliyorlar ve ölüyorlardı. Ortalık mahşer meydanı gibiydi ve takati olanlar çığlık atıp duruyorlardı.”

Halepçe’de şehir mezarlığında açılan her mezarın içerisinde, kimisinde 1500, kimisinde 400, kimisinde 80’in üzerinde ceset defnedilmiş durumda. Bu yüzden beş bin insanın katledildiği Halepçe Katliamı’ndan sonra kente, 5 bin kişinin yattığı tek mezar da diyebiliriz. Dünya tarihinin 20. yüzyılın son çeyreğinde, 1994’te Ruanda’da Ruandalılara, 1995’te Srebrenitsa’da Boşnaklara ve 1988’de Halepçe’de Kürtlere yönelik tüm katliamlar insanlığın ortak acıları oldu.