Türk devleti ile KDP’nin ortak operasyonları

KDP’nin PKK karşıtlığının geçmişi, PKK’nin Kuzey Kürdistan’da örgütlenmeye ve kitle tabanı bulmaya başladığı döneme kadar uzanır.

Yerel unsurlar ve ilişkiler üzerinden PKK’yi engelleme çabaları, PKK’nin silahlı mücadele başlattığı 1984 yılından sonra daha da belirginlik kazanmaya başlar. KDP ile Türk devletinin PKK’ye karşı ortak hareket etmeye başlaması ise 1980’lerin ortalarında gelişir. Dönemin KDP sorumlularından Dr. Ahmet Barzani, 1987’de açıkça ‘Türkiye’yi dost olarak gördüklerini, Türkiye’ye ihtiyaçlarının olduğunu ve PKK’nin kendilerinin düşmanı olduğunu’ ifade eder. Takip eden yıllarda ise sınır bölgelerinde ve Güney Kürdistan’da PKK gerillalarına yönelik birçok komplo gerçekleşir. KDP bir yandan PKK’nin kullandığı güzergahlarda pusulamalar yapar, Türk sınır karakollarıyla koordineli hareket etmeye başlar ve Kuzey Kürdistan’da kendisine bağlı koruculardan PKK’ye karşı savaşmalarını talep eder.

Türk devlet yetkilileri ile Güney Kürdistanlı partilerin ilk resmi temasları PKK konusunda gerçekleşir. Mesut Barzani’nin danışmanı Muhsin Dizayi ve YNK lideri Talabani, dönemin Türk Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın talebi üzerine 8 Mart 1991’de Türkiye’ye giderek dönemin Türk MİT Müsteşarı Teoman Koman ve dönemin Dışişleri Müsteşarı Tugay Özçeri ile görüşür. Kürt medyası, gizlenen görüşmede PKK’ye karşı işbirliği yapma kararı alındığını yazar.

Bu bilginin doğru olduğu daha sonra yaşanan gelişmelerden anlaşılacaktır. Bu ilk anlaşmadan sonra Türk istihbaratı Duhok, Zaxo, Hewlêr ve Salahaddin gibi kentlere istihbarat uzmanları ve kimi subayları yerleştirir. Güneyli güçlerin Ankara temasları bu yıllarda artış kaydeder, Ankara’da KDP’nin ve YNK’nin büroları açılır, parti liderlerine diplomatik pasaport verilir.

1991’DE ORTAK OPERASYONLAR BAŞLIYOR

KDP ile Türk devletinin askeri faaliyetlerinin artış kaydettiği yıllar ise 1990’lı yıllardır. 1. Körfez Savaşı’ndan sonra Duhok, Hewlêr ve Süleymaniye gibi kentlere çok uluslu Çekiç Güç yerleştirilir. Her ne kadar gerekçe olarak “Saddam Hüseyin’in olası saldırılarına karşı” denilse de Türk devletinin asıl hedefi Güney Kürdistan’daki PKK varlığıdır.

Güney Kürdistan’daki PKK güçlerine yönelik 1983’te başlatılan hava saldırıları, bu dönemde artış kaydeder. Sıcak takip adı altında Türk askeri birçok defa sınırı geçer. 5-13 Ağustos 1991’de 5 bin asker ve korucunun katılımıyla sıcak takip biçiminde ‘Süpürge’ adıyla Xakurkê alanına yönelik sınırötesi operasyon düzenlenir. 6 Mayıs 1992’de ise Behdinan alanına ‘Kazıma’ adıyla kara harekatı yapılır.

Aynı yılın 28 Haziran günü Meclis’te alınan kararla Çekiç Güç’ün görev süresi uzatılır. Aynı gün Güney Kürdistan Hükümeti ilan edilir ve aldığı ilk karar PKK’ye karşı savaş ilanı olur.

TÜRK ORDUSU KDP VE YNK’DEN PKK’YE KARŞI ORTAK KARA HAREKATI

Bu karardan birkaç ay sonra, 2 Ekim 1992’de Türk ordusu KDP ve YNK ile birlikte PKK’ye karşı ortak kara harekatı başlatır. Behdinan bölgesi, Haftanin ve Xakurkê alanlarına yönelik geliştirilen ortak operasyona resmi rakamlara göre 20 bin dolayında asker, binlerce peşmerge ve korucu katılır. Cumhuriyet tarihinin en yoğun hava desteği sunulan en büyük kara ve hava harekatlarından biri olan operasyon, 15 Kasım’a kadar sürdürülür. Büyük Güney Savaşı olarak bilinen savaş, Güney Kürdistanlı güçlerin PKK ile karşı karşıya geldiği ilk savaştır. F-4 Phantom bombardıman uçaklarının yanı sıra tankların yoğun kullanıldığı savaşta ARGK gerillaları büyük bir direniş sergiler. Bu savaşta yüzü aşkın gerilla yaşamını yitirir; ancak PKK, Güney Kürdistan’da kalıcı bir güç olduğunu ispatlar.

Peşmergeler açısından ise savaşın bilançosu çok daha ağır olur. Türk ordusu da asimetrik teknik ve nicel üstünlüğe rağmen yüzlerce ölü ve yaralı vererek eli boş döner.

Bu savaşın sembolü, 25 Ekim günü son mermisine kadar savaştıktan sonra silahını parçalayıp kendisini kayalıklardan aşağıya atan Beritan kod adlı PKK gerillası Gülnaz Karataş olur. Bu olay, peşmergeler ve bazı korucular üzerinde de etki bırakır ve bazı peşmerge ve korucular silahlarını bırakarak savaş alanını terk eder.

Bu savaşa dönük düşülmesi gereken bir not da dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in yenilgiyi itiraf eden ifadeleridir. Dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal, Güneyli Kürt güçleri kullanılarak PKK’nin tasfiye edileceğini öngörüyordu. Bu temelde Talabani ve Barzani ile ilişkiler gerçekleştirilmişti. Ancak operasyonun beklenen sonucu vermemesi üzerine Özal’ı eleştiren Demirel, “Türkiye bir koyup üç alacakken üç koyup bir bile alamamıştır” diyecekti.

KDP’nin karadan Türk ordusuna öncülük ettiği ikinci büyük savaş ise 1995 yılında yaşandı. 21 Mart’ta ‘Çelik Harekâtı’ adıyla başlatılan operasyon ve yaşanan çatışmalar, 2 Mayıs’a kadar devam etti. Resmi rakamlara göre 35 bin askerin yanı sıra peşmerge ve korucuların katıldığı operasyonda PKK’nin açıklamasına göre 60 gerilla yaşamını yitirdi, 800 asker öldürüldü. Türk devlet yetkilileri ise kayıplarını 64 olarak açıklarken 185 askerin ise yaralandığını belirtmiştir.

43 gün süren çatışmalarda Türk ordusunun hedefi olan 200 Güney Kürdistanlı sivil yaşamını yitirdi, 15 bini aşkın sivil köylerini terk ederek göç etmek zorunda kaldı.

1996: ‘ATMACA-TOKAT’ OPERASYONU

6 Mart 1996’da bu sefer hedef, Sineht, Haftanîn ve Kelareş hattıydı. ‘Atmaca-Tokat’ adı verilen operasyonda siviller hedef alındı. Aynı yılın Aralık ayının son günlerinde Türk ordusu, KDP’nin desteğiyle yine Güney Kürdistan’da operasyon düzenledi.

14 Mayıs 1997’de Türk ordusu, Cumhuriyet tarihinin en büyük sınırötesi kara harekatına girişti. ‘Balyoz’ adı verilen operasyona 50 bin asker, binlerce korucu ve peşmerge katıldı.

KDP bu savaşa da aktif olarak katıldı. Savaşın başladığı günlerde, 16 Mayıs 1997’de Hewlêr’de tedavi gören yaralı PKK gerillaları, gazeteci, sanatçı ve doktorların içinde olduğu onlarca kişi, KDP tarafından hunharca katledildi. Katliam, Kürdistan tarihine Hewlêr Katliamı olarak geçti.

Barzani kuvvetleri, Türk Jandarma Asayiş Komutanlığı kontrolünde operasyona katılırken Saddam Hüseyin’in Sersing’deki köşkü TSK’nin hizmetine verilerek karargah olarak kullanıldı. Yaşanan çatışmalarda Türk resmi kaynaklarına göre 114 asker öldürüldü, 338 asker yaralandı. Biri savaşı koordine eden komutanları taşıyan olmak üzere iki helikopter, gerillalar tarafından düşürüldü. Yaşanan çatışmalarda en az 200 peşmerge öldü. Harekat ve çatışmalar iki buçuk ay sürdü ve 7 Temmuz 1997’de son buldu.

‘ÇEKİÇ HAREKATI’

Aynı yıl PKK’ye yönelik ‘Çekiç Harekâtı’ ismiyle yeni bir kara harekatı başlatıldı. Eylül ayında başlatılan operasyona 10 bin asker katıldı. KDP peşmergelerinin de destek verdiği ve Xakurkê alanının hedeflendiği operasyon da öncekiler gibi başarısızlıkla sonuçlandı.

Aynı yılın sonbaharında (25 Eylül-15 Ekim 1997) Türk ordusu, KDP ile birlikte yeni bir operasyon gerçekleştirdi. ‘Şafak Harekâtı’ adı verilen, Xakurkê ve Zagros alanlarını hedef alan sınırötesi kara operasyonuna 15 bin asker ve binlerce korucu ve peşmerge katıldı.

KDP ile Türk devletinin 1997 yılında yaptığı anlaşmayla Türk ordusu, tank, savaş helikopteri gibi büyük silahlarıyla birlikte kalıcı olarak Güney Kürdistan’a yerleşti. Şu an itibarıyla 5 bin dolayında Türk askeri (ağırlıkta özel kuvvetler) ve MİT mensubu, Güney Kürdistan’da bulunmaktadır.

Türk ordusu, 1998 yılının bahar aylarında bu kez 40 bin askerle ‘Murat’ isimli operasyonla Güney Kürdistan’a girdi. 1999 yılına gelindiğinde de Türk ordusu, 24’üncü kez sınır ötesi operasyondaydı. ‘Sandviç’ ismi verilen operasyondan da bir sonuç çıkmadı. Ayrıca 4 Mayıs 2000 tarihinde KDP ile birlikte Haftanin’e yönelen Türk ordusu ortak operasyon gerçekleştirdi ancak 8 Mayıs’ta çekilmek zorunda kaldı.

Türk devletinin AKP iktidarında gerçekleştirdiği en kapsamlı sınırötesi kara harekatı ise 21-29 Şubat 2008 tarihinde ‘Güneş Harekâtı’ adı altında gerçekleştirdiği Zap’ı hedefleyen operasyon oldu. 10 bin askerin katıldığı ve topçu-tankçı birliklerce desteklenen operasyonda Diyarbakır’daki 2. Taktik Hava Üs Komutanlığı’ndan havalanan 20 adet F-16 savaş uçağı operasyon boyunca 272 defa hava saldırısı düzenledi.

KDP’nin destek vermediği operasyon, Kürt Özgürlük Hareketi’nin gerillalarınca kısa sürede püskürtüldü. Güney Kürdistan halkı, operasyona büyük tepki gösterek Amediye, Deralok ve Kanimasi’deki Türk birliklerin harekete geçmesini engelledi. Kürdistan tarihine ‘Zap Direnişi’ olarak geçen savaşa dair dönemin Türk Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın çekilmeyi zafer olarak lanse ettiren “Yağdan kıl çeker gibi çekildik” sözleri ve dönemin ana muhalefet partisi CHP’nin lideri Baykal’ın, “Hükümet bilgi vermiyor. Askerimizin ne durumda olduğunu PKK medyasından öğreniyoruz” sözleri damgasını vurdu.

2016: ADI KONULMAYAN OPERASYON

Geçen yılın bahar aylarında Zagroslar (Güney-Kuzey) sınır hattında hava operasyonları ve gerilla eylemleriyle başlayan çatışmalar, Çelê’ye bağlı Ertuş alanı ve Çarçella ile Cilo arasına düşen Gever’e bağlı Geliye Dostki Vadisi’nde yıl sonuna kadar sürdü. Oramar bölgesinden Medya Savunma Alanları olan Avaşin ve Basya’ya geçmek isteyen Türk ordusu ile gerillalar arasında son yılların en şiddetli çatışmaları yaşandı. Yılın son aylarında yoğunlaşan savaşın bilançosuna baktığımızda birçok sınırötesi operasyon bilançosunu aştığı görülecektir. Bu operasyonun sınırötesi bir kara operasyonu olarak tanımlanmaması ise gerilla güçlerinin gösterdiği dirençle Türk ordusuna geçit vermemesiyle bağlantılı. Yıl boyunca Zap, Avaşin, Cilo, Çarçella ve Xakurkê alanlarında saldırılar ve karşı saldırılar yaşandı. Türk devlet yetkilileri, Ertuş alanında 500’ü aşkın gerillanın hayatını kaybettiğini açıklarken HPG’nin verdiği bilançoya göre ise Zagros sahası olarak adlandırılan bölgede yaşanan çatışmalarda ve hava saldırılarında 247 gerilla yaşamını yitirdi. Gerillaların gerçekleştirdiği 434 eylemde 1129 asker öldürüldü, 312 asker yaralandı, 2 asker esir alındı. Gerilla eylemlerinde 71 askeri araç imha edilirken 58 araç da darbelendi.

Türk devleti, KDP ile birlikte Güney-Kuzey sınır hattında irili ufaklı birçok kara ve hava operasyonu düzenledi. ABD’nin havadan, KDP’nin ise kara istihbaratıyla desteklediği Türk devletinin 17 Aralık 2007 tarihindeki Medya Savunma Alanları’na 54 adet F16 savaş uçağıyla yapılan hava saldırısıyla başlayan hava operasyonları bugüne kadar devam ediyor. Bu saldırılarda onlarca Güney Kürdistanlı yaşamını yitirdi, onlarcası da yaralandı. Bunlardan en bilinenleri ise 2011 yılında aynı aileden 7 kişinin yaşamını yitirdiği Kortek ve 15 Ağustos 2000 tarihinde gerçekleştirilen ve 40’ı aşkın sivilin yaşamını yitirdiği Kende Kole katliamları oldu.

KDP’nin PKK’ye karşı Türk devleti ve uluslararası güçlerle yaptığı işbirliği, elbette ki askeri operasyonlarla sınırlı kalmadı. PKK’ye karşı geliştirilen her türlü komplo ve suikast eyleminde parmağı olan KDP’nin, 17 Eylül 1998’de ABD ile yaptığı Washington anlaşmasından hemen sonra Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik 9 Ekim Komplosu başlatıldı. Bu komplo, 15 Şubat’ta Öcalan’ın yakalanarak Türk devletine teslim edilmesiyle sonuçlandı.

Türk devletiyle PKK karşıtlığı temelinde her türlü ekonomik, askeri ve diplomatik işbirliğine girmekten çekinmeyen KDP, Kuzey Kürdistan’daki özgürlük mücadelesini yok sayarak devlet safında yer aldı. Seçimlerde Kürt partilerine destek sunmak bir yana soykırımcı rejimi destekledi. AKP iktidarını başından beri desteklemekten geri durmayan KDP, seçimlerde ve son on yılda gerçekleştirilen iki referandumda AKP’ye açık destek verdi. Son yıllarda hem Rojava’da hem de Kuzey Kürdistan’da gelişen halk direnişine açık tavır alan KDP, Rojava Devrimi’ne ve demokratik özerklik direnişlerine karşı sergilediği tutumla büyük tepki çekmeye devam ediyor.

Bu süre zarfında Türk devlet geleneği tarafından ‘postal yalayıcılar’, ‘kabile şefleri’ olarak tanımlanan Güney Kürdistan önderliği ve iktidarı elinde bulunduran klik, TC’den aldığı diplomatik, askeri ve siyasi destekle konumunu güçlendirdi. Güney Kürdistan halkı tam bir cendereye alındı. Bu güçler bir yandan PKK’ye karşı duruşları oranında desteklenirken, öte yandan kendi aralarındaki iç kavgalarda da diğerinin aleyhine Türk devletinden tavizler kopardı.

KDP, bu bağlamda AKP iktidarı ile birlikte ‘Sünni blok’ta yer alarak uzak ara kirli ittifakların şampiyonu oldu. KDP, Kürt olgusuna, özgürlük ve statü sorununa yaklaşım konusunda yine Ortadoğu siyasetinde partner olarak AKP’yi seçerek kaderini karanlık güçlere teslim etmiş oldu.