‘Bir taş bile kalsa oradaki yaşamı talep edenlerin olacağını biliyorlar’

Urfa’da Germuş Kilisesi içinde yapılan kebap tepkilere yol açtı. Fakat Germuş Kilisesi zaten bakımsızlık ile boğuşuyor. Tıpkı bu topraklardaki birçok kilise ve havra gibi. Gazeteci Aris Nalcı bunun yok olmasına bilinçli olarak göz yumulduğunu söylüyor.

Urfa’da geçtiğimiz haftalarda, tarihi Germuş Kilisesi’nin içinde mangal kurup kebap yapan kişiye sosyal medyadan tepkiler geldi. Hatta sadece sosyal medya değil, havuz medyası da olayı rezalet, skandal başlıkları ile verdi. Peki havuz medyasının dahi lanetlediği bu olaydaki Germuş Kilisesi’nin durumu neydi? Mezopotamya Ajansı’n Kasım 2020 tarihli haberine göre, 23 Ekim 2011 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından kilise ve çevresi “Turizm gelişim merkezi” olarak ilan edildi. Fakat aradan 9 yıl geçmesine rağmen kilise ve çevresinde herhangi bir çalışma başlatılmadığı gibi kilise definecilerin eline ve kaderine terk edildi.

Bu sadece Germuş Kilisesi’nin başına gelen münferit bir olay değil. Yine MA’nın haberine göre Amed’de, 14’üncü yüzyıldan kalma Yahudilere ait son izleri taşıyan tarihi sinagog önleyici tedbirlerin alınmaması sebebiyle yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. 2019 aralık ayında Amed’in Sur ilçesinin Alipaşa Mahallesi’ndeki ve Ortodoks Ermenilere ait, büyük bir bölümü tahrip edilmiş Surp Sarkis Kilisesi’nde yağmur sonrası meydana gelen göçükte harabe kiliseye giden 16 yaşındaki Yımaz Örek yaralanmıştı. Bunlar yakın zamanlı sadece birkaç örnek.

ÇOĞUNUN ADI BİLİNMİYOR YA DA YOK OLMUŞ

Hrant Dink Vakfı’nın Türkiye Kültür Varlıkları Haritasına göre (https://hrantdink.org/tr/faaliyetler/projeler/kulturel-miras/1469-harita 2018’de güncellenmeye başlanmış) Anadolu’da yaşamış Ermeni, Rum, Süryani ve Yahudi kültürel mirası adına kayıt alınmış yaklaşık 10 bin yapıya ait bilgiler bulunuyor. Okullar, kiliseler, ibadethaneler vb. tüm bilgileri içeren harita incelendiğinde birçok yapının adının bilinmediği görülebiliyor. Bazı yapıların tarihi bilgileri olsa da görsel olarak ağırlıklı harabeye dönüşmüş yapılar ya da tamamen yok olmuş yerler bulunuyor. Bunlardan bazı örnekler verecek olursak. Harita üzerinde tıklandığında çıkan sonuçlardan birkaç tanesi şöyle: “Kayseri- Surp Minas: Manastır ortadan kaybolmuştur. Ancak Ali Dağı'nın eteklerinde iki oda mağara kilisesi bulunmaktadır.” Bir başka örnek “Adı bilinmiyor- Suruç’ta Rum Kilisesi’nde bazı hasar...”, başka bir açıklama notunda “Anamur kazasına mülhak Çoraz kasabasındaki Rum Kilisesinin...” şeklinde bir bilgi bulunuyor.

SATILIK KİLİSE İLANLARI YENİDEN ORTAYA ÇIKTI

Çoğu tarihi olan bu yapıların korunması zamanla zorlaşırken henüz ayakta kalan diğer ibadethaneler ise yıkılma, define avcılarının tehdidi ve eve dönüştürülüp satılmak gibi tehlikelerle karşı karşıya. Gazeteci Aris Nalcı 2014’te yaptığı satılık kiliseler üzerine bunun devam ettiğine dair yeni bir yazı daha yazdı. Gazeteci Nalcı, Artıgerçek’te yayınlanan yazısında daha önce 2014’te Bursa’da satılık olan fakat gelen tepkiler üzerine kaldırılan Kilise ilanın 2021’de tekrardan konulduğunu yazdı: “Tabii 2014'te konuyu gündeme getirince kiliseyi satan emlakçı siteden ilanı kaldırdı. O zaman konuyla ilgili soruşturma başlatılmış ve satışı yapan şirket kapatılmıştı. Burası ile ilgili yazdığım yazı üzerine de bana mail yoluyla “Bir daha Bursa’ya ayak basma” mesajını göndermişti... Yıl 2021, kilise tekrar satılık.”

ERMENİLER YA DA RUMLAR KORUMAK İÇİN BİLE SATIN ALAMIYORLAR

Aris Nalcı’ya hem bu satılık kiliseleri hem de Anadolu’da bakımsızlıktan yok olmaya yüz tutmuş Hristiyan ve Yahudilere ait ibadethanelerin durumunu sorduk. Nalcı bu haberden sonra Elazığ’dan bir kişinin kendisini arayarak bundan 4 yıl önce üstünde haç olan bir taş bulduğunu, bunu bakanlığa kaydettirmek istediğini; fakat bakanlığın kendisine ancak 4 yıl sonra cevap verdiğini aktardığını söylüyor ve Urfa’dan Amasya’ya gezip dolaştığı yerlerde kilise ve havraların durumunu şöyle anlatıyor: “O vatandaş bunun belgesini yolladı, kayıt altına aldırmak istemiş 2017 yılında ama o taş çoktan gitmiştir bile. Buraların korunması için yurt dışından ve diasporalardan satın alalım diyen Ermeni kurumlar oldu. Ancak satın alma aşamasında bir sorun var, benim yazıda belirtmediği çünkü daha önce yazdığım bir konu. O da şu, yurt dışından bir Ermeni, Ermenistan sınırına yakın bölümlerde, doğuda Kürdistan’da bu tarz bir varlığı satın almak isterse satılmıyor. Çünkü orası güvenlik bölgesi. Bir Rum ya da kilise, Karadeniz’den ya da kıyı bölgesi Ege’den mal almak isterse alamıyor. Bu tip sorunlar olduğu gibi zaten bu varlıkların korunması için devlet tarafından buralara çok da para harcanmak istenmiyor. Musevi cemaatine ilişkin Urfa ve Antep'te havraların cemaat kalmadığı için kültür merkezi haline getirildiklerini görmüştüm. Ama o da orada kalan birkaç Musevi tarafından bağışlanarak, kurtarma adına yapılmış. Gittiklerinde yok olacaklarını tahmin etmişler bari kültür merkezi olsun diye vermişler. Bunun için Anadolu’nun çoğu yerini gezdim. Gittiğim hemen hemen her yerde bir kilisenin ya tapusu ya da define haritası elime ulaştı mutlaka. Tokat, Yozgat, Amasya bu anlamda Türkiye'nin en kötü yerleri. Bunun sebebi de yoksulluğun ve genç işsizliğin en yüksek olduğu bölgeler buralar. Buralarda artık define aramak, kiliselerin ev haline getirilip değiştirilmesi bir piyasa haline gelmiş. Çünkü insanlar taş bile bulamıyor evini yapacak haliyle kilisenin taşını söküyor.”

SOYKIRIMIN DEVAMI…

Aris Nalcı, bu politikaların sadece şu anki hükümetin değil, 1923’ten beri devam eden devlet aklının ürünü olduğunu anlatıyor. Buna en yakın örnek olarak da Karabağ savaşını veriyor: “Gerek sanat tarihçileri gerekse de Ermeni toplumunun araştırmacılarından duyduğum şu söz bile aslında her şeyi açıklıyor: ‘Bu yok etmeler, 100 yıl önce yapılan soykırımı bir tamamlayıcısıdır.’ Bu sadece şu anki iktidarla alakalı da değil. Bu bir devlet zihniyeti, aldığı bu topraklarda ne varsa yok etmeli ya da dönüştürülmelidir ki geçmiş unutulsun. Konstantiniye, Konstantinopolis olmadan önce Konstantiniye’yi yok etmişlerdi. Konstantinopolis diyebilsinler diye. Sonuçta burada bir Türkiye devleti zihniyeti var; 1923'ten beri üzerine oturduğu topraklarda Türkleştiremediği ne kadar unsur varsa bunu Türkleştirmek için taşlar, kitapları, tablo kültürü yok etmiş. Bugün bunun canlı örneği olarak Türkiye’nin drone desteği sunduğu Azerbaycan’ın Karabağ savaşına bakabiliriz. Ermenistan savaşı kaybetti ve Azerbaycan devleti tarafından Türkiye oraya davet edilerek inşaat sektörünü geliştirmek, daha da önemlisi o bölgelerdeki Ermeni kiliselerinin olduğu yerleri yok etmek istiyorlar. Çok iyi biliyorlar ki bir taş bile kalsa oradaki yaşamı talep edenlerin olacağını. Bunun en önemli örneği Van’daki Akhtamar Adası’nda bulunan Surp Haç Kilisesi örneğidir. Yok edilmiş ya da bilinmezlikte dururken Yaşar Kemal’in 50’lerde keşfetmesiyle ortaya çıktı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti görmezden gelemedi. Nihayetinde müze olarak açmak istedi; ama şu anki iktidar müze olarak açsa da yılda bir de olsa kilise izni vermek zorunda kaldı ve oraya bir haç koydurdu. Bunu ekonomik beklenti için vs. yapmış olabilir ama sonuç olarak kilise orada olduğu için bu hakkın bir asır sonra bile talep edilmesi mümkün oldu. Yılda bir kez de olsa Kürtlerin, Ermenilerin, Türkmenlerin Van’da bir araya gelmesi, ayin için olan o hareketlilik, devlet için eğer o tarihi yapıyı yıkmazsa, ona nasıl geri döneceğinin göstergesidir. Bu yüzden de yıkma yoluna gidiyorlar ya da definecilerin önünü açıyorlar. Geçenlerde Demirören Haber Ajansı da haberini yaptı. Değirmendere’deki Rum Kilisesi’nde jandarma gözetiminde define kazısı yapıldı. Daha nasıl bir milli mutabakat olabilir ki.”