Türkdoğan: İmralı'da tecridi aşan bir sistem var!

İHD Eşbaşkanı Öztürk Türkdoğan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a İmralı'da uygulanan sistemin tecridi aştığını, bir izolasyon olduğunu söyledi. Türkdoğan, " İmralı diye bir hapishane olmamalı. İmralı kapatılmalı" dedi.

İnsan Hakları Derneği Eşbaşkanı Öztürk Türkdoğan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecrit ve Avrupa İnsan Hakları Komitesi'nin (CPT) Türkiye ziyareti ile ilgili ANF’ye konuştu.


Türkiye’de barış ortamının yeniden sağlanması için çözümün İmralı’da olduğunu söyleyen Türkdoğan, demokratik/sol/sosyalist örgütlerin ve muhalefetin İmralı’daki tecridi artık konuşması gerektiğini kaydetti. CPT’nin Öcalan’ı İmralı’da ziyaret etmemesini de değerlendiren Türkdoğan, ‘artık bu sorun bizimdir ve Türkiye’de çözülmelidir’ mesajını verdi.

‘BÖYLE BİR HAPİSHANE OLMAMALI’

“Türkiye, İmralı Hapishanesi söz konusu olduğunda kendi yasalarına uymayan bir ülke” diyen Türkdoğan, şöyle devam etti:
“Bu İmralı Hapishanesinin statüsüyle ilgili bir durumdur. 1999 yılında ABD, Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye yasa dışı bir şekilde, kaçırarak teslim etti. Kuvvetle muhtemel orada ikili bir anlaşma yapıldı. Bir istihbarat anlaşması olduğu için de biz bunun ne olduğunu bilemiyoruz. Öncelikle her iki ülkenin bu anlaşmayı kamuoyuna açıklama borcu olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir insanın temel hak ve hürriyeti söz konusu olduğunda siz bunu askıya alacak anlaşmalar yapamazsınız. Hem Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelerde hem anayasasında savaş halinde bile askıya alınamayacak haklar vardır. Bu yüzden yıllardır İmralı Hapishanesinin kapatılması gerektiğini söylüyoruz. Böyle bir hapishane olmamalıdır.
İmralı Cezaevindeki keyfi uygulamaların nasıl başladığını anlatan Türkdoğan, şunları kaydetti:
“İmralı Hapishanesi 10 yıl statüsüz bir şekilde varlığını sürdürdü. 2009 yılında F tipi statüsüne getirildi. Fakat bu kez keyfi uygulamalar başladı. Yasak bir bölge içinde F tipi hapishane yaparsanız, oranın karışanı çok olur; askeriye, istihbarat, emniyet karışır. Bu kadar çok kamu kurumunun söz hakkı sahibi olduğu bir yeri nasıl idare edeceksiniz; edemezsiniz. Uzun yıllar ‘koster bozuk’ diye görüşler yaptırılmadı. Barış ve çözüm süreciyle bazı görüşmeler gerçekleşti. Ama o görüşmeler gerçekleşirken bile avukatlarla görüşme gerçekleştirilmedi. 2018 de Leyla Güven’in başlattığı açlık grevlerinin 200. gününde avukatlarla görüştürüldü ve Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla grevler sona erdi. Tecridin kısmen kırılması söz konusu oldu. Ağustos 2019’dan beri de hükümet şöyle bir taktik izliyor; keyfi gerekçelerle engellenme değil de disiplin cezaları vererek engelleme… 2005 yılında yürürlüğe giren yeni infaz kanunlarının, mahpus haklarına açık bir şekilde aykırı olduğuna o zaman dikkat çekmiştik. Bu düzenlemeler yetmiyor; 2020 yılının 15 Nisan'ında yürürlüğe giren 7242 sayılı kanunla siyasi mahpuslar bakımından infaz kanunu daha da ağırlaştırıldı, disiplin cezalarının daha da keyfi bir şekilde verilmesini sağlayan düzenlemeler getirildi. İmralı Hapishanesine geldiğimizde verilen bu cezalara bakarsak burada da bir keyfilik var. Yıllar önce Abdullah Öcalan’ın yazmış olduğu savunmalar gerekçe gösteriliyor. Bir insan hiç avukatlarıyla görüştürülmezse, 10 yıl sonra nasıl disiplin cezasına maruz kalabilir. Disiplin cezalarının, infaz kanununda zaman aşımı süreleri var. Bunlara bile uyulmuyor. Burada çok net bir şekilde tecrit olduğunu kabul etmek gerekiyor.

‘İMRALI SİSTEMİ TECRİDİ DE AŞTI'

Türkdoğan, tecridin hangi koşullarda oluştuğu ve tecridi aşan durumların neler olduğunu anlatarak, İmralı sisteminin tecridi dahi aştığını şu sözlerle aktardı:
"Bu nasıl bir tecrit onu açıklamak gerekiyor. Birincisi Abdullah Öcalan tek başına tutuluyor. Mevcut mevzuata göre; Abdullah Öcalan’ın diğer üç kişi ile haftada en az 10 saat ortak/sosyal alanı kullanması gerekiyor. Eğer bu hakkı kullanamıyorsa, zaten katı bir tecrit var demektir. Tek tutulan mahpuslar bakımından tecridin birinci nedeni budur. İkinci tecrit; dış dünya ile teması tamamen kesilmiş durumda…Bu bir izolasyon olarak tanımlanabilir, tecridi aşan bir uygulamadır. Avukatlarınızla, ailenizle, dilediğiniz 3 kişi ile telefon hakkından yararlanamıyorsanız, size gönderilen mektuplar engelleniyorsa, siz dışarıya mektup gönderemiyorsanız, siz dilediğiniz televizyon kanalını ya da radyoyu dinleyemiyorsanız, dilediğiniz kitap veya gazeteyi okuyamıyorsanız; sizin üzerinizde bir izolasyon uygulanıyor demektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti asgari olarak Abdullah Öcalan’ın bakımını, beslenme ve sağlık koşullarını yerine getirdiğini belirtip bununla yetinin diyorsa, böyle bir şey kabul edilemez. İnsan bir sosyal varlıktır. Dolayısıyla siz bir sosyal varlığı sosyal çevresinden, ailesinden, arkadaşlarından kanuni olarak da avukatlarından ayıramazsınız. Ayırdığınız anda tecridi aşan bir durumdur.”

‘PİŞMANLIK DAYATILIYOR’

Yürürlüğe 15 Nisan 2020’de giren 7242 sayılı kanunla infaz yasasının birçok maddesinin değiştirildiğini ifade eden Türkdoğan, kanunların özellikle siyasi tutsaklar için ağırlaştığına dikkat çekti.
“TMK kapsamında yargılanan mahpuslar bakımından infaz kanunları ağırlaştırıldı. MHP’nin dayatmasıyla olduğu gibi kabul edildi ve yasalaştı. Burada AKP’nin çok ciddi ve ağır sorumluluğu var. TMK kapsamındaki mahpusların koşullu salıverilme süresi 4/3, adli mahpuslarınki ise 2/1’e indirildi. Türkiye, tekrar bir adi suç cennetine dönüştürülmüş durumda. TMK bahane edilerek kabul edilemez bir infaz durumu yaratıldı. Bu da yetmedi, koşullu salıvermede yeni bir yasa getirildi; mahpuslar her 6 ayda bir idare tarafından değerlendirilerek sizin koşullu salıvermeden yararlanıp yararlanamayacağınıza karar veriyorlar. Burada bir de mahpuslara ‘pişmanlık’ dayatması getiriliyor. Eğer bir insan zaten pişmansa ceza kanunun 221. Maddesi var. Hapishaneye attığınız insana uzun yıllar hapis çektirmişsiniz sonra diyorsunuz ki ‘pişman ol’, bu mevcut kanunlara aykırıdır. Bu çok intikamcı ve ayrımcı bir anlayıştır. MHP kafası ile yapılmış bir yasadır ve ben bu konuda çok öfkeliyim. Meclisteki milletvekillerine de çok öfkeliyim, ortalığı ayağa kaldırmaları gerekirdi. Böyle bir infaz düzenlemesi olabilir mi? O zaman koşullu salıvermeyi kaldırın gitsin, gerek yok ki… Alaattin Çakıcı ve arkadaşlarının tahliye edildiği bir ülkede, siyasi mahpusları hapishanede bırakacak bir düzenlemeyi hiç kimsenin kabul etmemesi gerekiyor. Anayasa mahkemesi umarım Türkiye’yi bu yanlıştan kurtarır. Kurtarılmazsa da meclisin öncelikli görevi olması gerekir.”

’10 HAPİSHANEDE İMRALI MODELİ’

Yeni infaz yasası kanunlarının acilen düzeltilmesi gerektiğini vurgulayan Türkdoğan, şöyle devam etti:
“Siyasi mahpusların önceliği elbette ki tecrittir ve kötü hapishane koşullarının düzeltilmesidir. Ama bu uygulama düzeltilmezse gerçekten çok ciddi sorunlara sebep olacaktır. Bu yönetmeliği böyle bir zamanda çıkarmanız gerekmiyordu. Çok garip bir şey daha oldu; Cumhurbaşkanı bu yönetmeliği çıkaran ekibin tamamını değiştirdi, yeni atamalar yapıldı. Bunu da kavramak çok güç. Bu yönetmeliğin değişmesi gerekiyor. Bu konu bizim gündemimizde olacak, hukuki süreç takip edilecek. Ama tam da açlık grevlerinin sürdüğü bir zamanda siz böyle bir yönetmelik düzenlemesi getirirseniz o zaman mahpusları keskinleştirirsiniz. Birileri gerçekten hapishanelerin karışmasını mı istiyor acaba… Başlatılan açlık grevi dönüşümlü ve bu bir uyarı olarak algılanmalı. Umuyorum ki Türkiye bu hatadan dönecektir. Tecrit uygulaması sadece İmralı’da değil; yüksek güvenlikli hapishanelerin tamamında var. İmralı modeli şu an 10 hapishaneye yayılmış durumda. Buna son verilmelidir. Avukatlarla, aile ile görüşme, telefon hakkının kullandırılması, gazete, kitap, radyo, televizyon yani bir mahpusun hakları ne ise, Abdullah Öcalan ve İmralı’da bulunan diğer mahpus arkadaşlarının kullanması gerekiyor. Bu nedenle açlık grevlerindeki talebin hukuki ve meşru olduğunu düşünüyorum. İnsan hakları savunucusu olarak biz, soyut anlamda açlık grevlerini hiçbir zaman desteklemiyoruz fakat; yasalarla bir sorun çözülmüyorsa, iktidar özellikle yasaları uygulamıyorsa ve mahpusların protesto kapsamında başvuracak başka bir yolu kalmamışsa bu taleplerle ilgilenmek en doğal hakkımız.”

‘YAPTIRIM NEYSE UYGULANMALI’

CPT’nin Türkiye ziyaretinde ilk gün görüştüklerini belirten Türkdoğan, acilen ziyaret edilmesi gereken hapishanelerin başında İmralı Cezaevi olduğunu CPT’ye ilettiklerini kaydetti. CPT’nin 15 cezaevi ve Adalet Bakanlığı ile görüşüp Türkiye’den ayrıldığını aktaran Türkdoğan, 2019 CPT raporunu hatırlatarak, yapılması gerekenlerin ortada olduğu şu sözlerle vurguladı:
“CPT’nin iki haftalık programının ardından kendi yaptıkları açıklamalardan anlıyoruz ki, İmralı Hapishanesine ziyaret gerçekleştirmemişler. Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı ile yaptıkları görüşmelerde bizim taleplerimizi yerine getirmişler ve İmralı Hapishanesindeki tecridin konuşulmasını sağlamışlar. CPT gibi kuruluşlar her zaman işkenceye karşı kuruluşlardır. Burada sorun CPT’den kaynaklanmıyor. Sorun Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi’nden dolayıdır. CPT, 2019 ziyareti ile ilgili bir rapor yayınladı ve o raporda çok önemli tavsiyelerde bulundu. O tavsiyelerin Türkiye tarafından yerine getirilmesini izleme görevi Bakanlar Konseyine aittir. Avrupa Konseyi’nin hem yasama organının hem de yürütme organının bu konuda Türkiye’ye ciddi anlamda uyarı görevlerini yerine getirmesi, uyarı dikkate alınmıyorsa hukuken kabul edilebilir yaptırımlar neyse onları uygulaması gerekir. Fakat burada siyasi sorunlar devreye giriyor. Özellikle Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollarla çözümü konusunda Avrupa Konseyi ne düşünüyor? Kürt hareketinin, Kürt meselesi konusunda Birleşmiş Milletlerin, Avrupa Konseyi’nin, Avrupa Birliğinin bu konudaki tutumlarını gözden geçirmeye davet etmesi gerekir. Dünyada birçok ülke çatışma çözümü gerçekleştirdi. Bu ülkeler niçin Türkiye’nin adım atması konusunda zorlayıcı olmuyor; demek ki daha fazla mücadele etmek gerekiyor.”

‘ÖCALAN’IN HAKLARINI SAVUNMAK ZORUNDASINIZ’

Türkiye’deki demokrasi kültürünün gelişmediğinin altını çizen Türkdoğan, sol/sosyalist örgütlere ve toplumsal muhalefete şöyle seslendi:
“Sorun bizim sorunumuz, biz çözeceğiz. Kürt meselesine bakış açısı neredeyse Abdullah Öcalan’a bakış açısıyla özdeş hale gelmiş. Bu Türkiye’de demokrasi kültürünün gelişmediğinin göstergesidir. Türkiye bazı şeylerin ayrımını yapamıyor. Abdullah Öcalan’ın mahpus olarak haklarını her zaman yerine getirmek zorundasınız bu ayrı bir konudur. Ama Abdullah Öcalan’ın siyasi kimliği konusunda farklı düşünebilirsiniz, karşı olabilirsiniz. 2019’da Devlet Bahçeli bile Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüşme yapabileceğini söylemişti. Bazı muhalefet liderleri bu cümleyi bile söyleyemediler. Bunu bir sorun haline getirmek gerekiyor. Türkiye’deki sosyalist partilerin tamamı, kendine demokratım diyen partilerin tamamı, toplumsal muhalefet örgütlerinin tamamı bu konuda hiçbir politik cümle kullanmadan, Türkiye’de bir İmralı Hapishanesi olduğunu, bu hapishanede Abdullah Öcalan ve arkadaşlarının olduğunu, avukat ve aileleriyle görüştürülmeleri gerektiğini, hükümetin bu konuda kanunları çiğnediğini her türlü siyasi değerlendirmeden bağımsız bu talebin derhal yerine getirilmesini söylemeleri gerekiyor. Kendine siyasi partiyim diyen, toplumsal muhalefet örgütüyüm diyen kurumlar bunu söylemiyorlarsa, Türkiye demokrasisi gelişmez. Bu nedenle Türkiye barışını bir türlü yakalayamıyor. Siz Abdullah Öcalan’a karşı olabilirsiniz, düşüncelerini beğenmiyor olabilirsiniz ama onun mahpus olarak haklarını savunmak durumundasınız. Bu ülkede suç örgütü lideri serbest bırakılıyor ve kanun öyleymiş deniyor. Neden bu kanun Abdullah Öcalan’a uygulanmıyor demiyorsunuz? Siyasi olarak artık Kürt meselesini daha fazla gündemimize almamız gerekiyor.”

‘ÖNCE BARIŞ SONRA DEMOKRASİ’

Yeni bir barış sürecinin gerektiğini savunan İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, barış olmadan demokrasiden söz edilemeyeceğini şöyle açıkladı:
“Toplumsal insan hakları savunucusu olarak duruşumuz şudur; bizim için önce barış, sonra demokrasi. Barış yapılmadan bir ülke demokratikleşemiyor. Silahlar susmadan bir ülke demokratikleşemiyor, savaşanlar aynı masada oturup barışmadan o ülke demokratikleşemiyor. Türkiye 2015 sürecinde ciddi hatalara düştü. Ne pahasına olursa olsun barışın sağlanması gerekiyordu. Ama Türkiye siyaseti bunu göze alamayınca, güvenlikçi, ırkçı anlayışlara, resmi ideolojiye teslim oldu. 6 yıldır süren kesintisiz bir savaşın içindeyiz. İşte Abdullah Öcalan’ın durumunu ancak bu şekilde ele alabiliriz. Kürt hareketi barış istiyorsanız Abdullah Öcalan’a gideceksiniz diyor. Abdullah Öcalan’a gidişi engelleyenler aynı zamanda Türkiye’ye barışın gelmesini engelleyenlerdir. Bu ülkede her gün insanlar ölüyor. 2021’deyiz ve artık sürdürülemez bir noktaya gelindi. Türkiye bu savaşı bir yıl daha sürdüremez, sürdürmemesi gerekir. Özellikle meclisteki muhalefete, sokaktaki toplumsal muhalefete çok büyük görev düşüyor. Yeni bir barış sürecinin inşasını talep edeceğiz ama aynı zamanda bu ülkede yasaların herkese lehte olarak uygulanması için sözümüzü söyleyeceğiz. ABD’deki son iktidar değişikliğinin dünyada daha fazla insan hakları ve demokrasinin konuşulmasına vesile olacağını düşünüyorum. Otoriter yönetimler ve yönetimlerin başındaki kişilerin dünya insan hakları sistemine verdiği zarar çok büyüktür. İktidar da mesajı almış olacak ki reform söylemleri geliştiriyor. Bizde diyoruz ki samimiyseniz, şu berbat yasalarını bile uygulamadığın İmralı Hapishanesi’ndeki tecridi kaldırarak süreci başlatabilirsin.”