DİZİ I

Ebu Leyla'nın kentinde özgür adımlar...

Minbic'in özgürlüğü üzerinden dört aya yakın zaman geçti. Her bir gününden unutulmaz destanların yazılabileceği, kahramanlıklarla dolu 73 günlük hamle ardından tam dört yıldır barbarların hükmü altında zulüm gören kent özgürleştirildi.

Minbic'in özgürleştirilmesi mücadelesinde, açıklanan rakamlara göre 260-280 arasında Minbic Askeri Meclisi savaşçısı şehit düştü. Arap, Kürt, Türkmen, ABD'li, Asuri, Süryani gençler vardı aralarında. Bu yiğit gençler, başka bir dünyanın mümkün olduğunu kanıtlayan Rojava Devrimi için; kentlerin, köylerin, kasabaların, insanların DAİŞ zulmünden kurtarılabilmesi için canlarını verdiler. Hiçbir kişisel hesap yapmadan atıldılar özgürlük kavgasına. Amaçlarını yerine getirdiler. Minbic halkı, insanların yakılmadığı, kafalarının kesilmediği, yüksek binalardan atılmadığı özgür kentine kavuştu. Şimdiye o kentte yaşam yeniden yeşertilmeye, diriltilmeye başlandı.

TİCARET KENTİ

Minbic'in yerlileri, kentin öteden beri sessiz, sakin bir kent olduğunu; insanların geçim derdinden başka şeyi dert etmediğini anlatıyor. Suriye'deki yüksek işsizlikten ve kentin Türkiye sınırına yakınlığından dolayı halkın neredeyse tamamı ticarete yönelmiş. Bu kente bir "ticaret kenti" demek yanlış olmaz. Minbic'te yaşam, halen de sabah 6'da başlar, akşam 19'a dek devam eder.

Suriye İç Savaşı'nın başlangıcı ardından ise Minbic için karanlık günler yaklaşmaya başlar. Suriye'deki 'karmaşa' başladıktan 4 ay sonra, 19 Temmuz günü, Kobanê'den rejim güçlerinin çıkarılmasıyla aynı günde Minbic'ten de rejim güçleri çıkarılır. Kent, o dönemin Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) güçlerinin eline geçer. Birkaç aydan sonra ise El Nusra, kentte hakimiyetini kurar. Kent, 2014 yılında ise Nusra tarafından DAİŞ'e adeta devredilir.

Minbic, Askeri Meclis tarafından 15 Ağustos 2016 günü özgürleştirilene kadar yaklaşık iki yıl DAİŞ hakimiyetinde kaldı. DAİŞ'in Minbiclelere yaşatmadığı acı, barbarlık, vahşet kalmadı. Şu andaysa kentteki duvarlarda özgürlüğün sözcükleri ve hamlenin şehit komutanı Faysal Ebu Leyla'nın fotoğrafı var.

Minbic, Cerablus, Kobanê ve Bab arasında kalan bir kent. Suriye'nin ve Rojava'nın diğer birçok kenti gibi halklar, kültürler, inançlar mozaiği. Minbic'i diğer kentlerden ayıran bir özelliği de var: Burada Suriye'nin tamamından daha fazla Çerkes yaşıyor.

Kentte bugün Çerkesler, Araplar, Kürtler, Türkmenler, Avşarlar, Süryaniler ve Asuriler yaşıyor. Fakat 1987 yılından sonra Çerkes nüfusu giderek azalmaya, Arap nüfusu artmaya başlıyor. Göç eden Çerkeslerin büyük çoğunluğu Batı ülkelerinde bugün. Buna rağmen kentte halen Çerkes kültürünün, geleneklerinin ve hoşgörüsünün derin izlerini görmek mümkün.

ZEYTİN, FISTIK VE BUĞDAY

Minbic bir ticaret merkezi, dedik. Genelde üretim sıkıntısı yaşayan, ekonomik rezervleri az kentler ticaret merkezi oluyor; ancak Minbic, kendi üretimi ve güçlü ekonomik rezervleriyle böyle olmuş. Zeytin; Türkiye'de Antep, Suriye'de Halep fıstığı olarak bilinen fıstık; sebze ve buğday, Minbic'in temel tarım ürünleri. Kentin yaklaşık 400 köyünün tamamında zeytin ağaçları var. Birçok köyde fıstık üretimi de yapılıyor. Minbicliler, zeytin ağaçları ve zeytinyağı üretimi açısından Efrîn'den sonra ikinci sırada geldiklerini söylüyor.

Kentin Bale ve Medeni köyleri ise sadece üretimle yetinmiyor. Yetiştirilen ürünlerin çoğu, bu iki köydeki tüccarlar aracılığıyla iç ve dış pazarlara sunuluyor. Bunun yanı sıra kent merkezi başta olmak üzere birçok köyde zeytinyağı üretimi yapılan, "mekbez" denilen küçük fabrikalar var. Üretilen zeytinyağı da Antep ve Halep başta olmak üzere birçok merkeze satılıyor.

EBU LEYLA İLE KARŞILAŞMA

Kobanê'den gelirken Karakozak Köprüsü'nü geçtikten sonra kente girişin yapıldığı yer, halk tarafından "Cezire Dörtyolu" olarak adlandırılmış. Rejim tarafından da bu isim kullanılmış. İşte bu dörtyolda, kentin artık özgür olduğunu anladım. Çünkü burayı biraz geçtikten sonra, Beteh Dörtyolu üzerindeki dev Faysal Ebu Leyla posterleriyle karşılaşıyorsunuz. Onun yanında, kentin özgürleştirilmesi mücadelesinde şehit düşen daha birçok savaşçı... Bu şehitlere saygı gösterisi, özgürlüğü görmek için yetiyor.

Kentte halen DAİŞ'ten kalan izler de bulunuyor. Her sokak başında, ana caddelerde, binalar üzerinde, dörtyollarda... Bazı okul, bina ve işyerleri boyandı, bu izlerin silinmesi için. Ancak bir de ruhlarda yarattığı izler var ki, onlar boyayla silinemiyor. İnsanların gözleri önünde birçok kişi yakılmış, kafaları kesilmiş, günlerce ana cadde üzerindeki kafeslerde hapsedilmiş, meydanlarda çarmıha gerilmiş. Kentin tüm önemli dörtyollarında ve "Güvenlik Karesi" denilen bölgede DAİŞ'in izleri, çarmıhları halen duruyor. Ancak artık içinde kimse yok, girmeyecek de... Bunlar, bir vahşeti hatırlatan ve bugünün kıymetini anlamaya yardımcı olan anıtlar gibi çıkıyor insanın karşısına. Öyle korkunç hikayeler anlatılıyor ki, eskiye dair. Mesela Minbicliler, Halep yolu üzerindeki kafeslere sigara içenlerin ve namaz kılmayanların konulduğunu anlatıyor. Sefine Dörtyolu'ndaki çarmıhta ise insanlar, günlerce bekletiliyormuş; ardından kafaları kesilerek çarmıhın önündeki direğe asılıyor ve teşhir ediliyormuş.

Minbic'te 15 dörtyol var, her dörtyolda ise ayrı bir hikâye. Minbiclilerin anlattığı Delu Dörtyolu'ndaki hikaye ise insanın tüylerini ürpertiyor. DAİŞ, bir genci yakalamış; birkaç gün kafeste tuttuktan sonra Delu Dörtyolu'ndaki çarmıha germiş; ardından kafasını kesmiş. Gencin annesi, dört gün boyunca oğlunun cenazesinin karşısında oturup ağlamış. DAİŞ çetesi üyeleri, annenin çocuğunun cenazesine dokunmasına dahi müsaade etmemiş. Benzer olayların Rakka'da da, Musul'da da yaşandığı anlatılıyor.

BAZEN ‘RUYADA MIYIM’ DİYORUM

Sefine Dörtyolu'nun yakınlarındaki yemek salonunun sahibi olan Mustafa Musa, DAİŞ hakimiyetinde yaşamak zorunda kaldığı günleri, şu cümlelerle anlatıyor: "Ben Lübnan'da çalışıyordum, evlenmek için Minbic'e geldim. Evlendikten sonra bir daha kentten çıkmama izin vermediler. Bir yıl kadar zaman Minbic'te, adeta ellerinde esir kaldım. Yemek salonunu işletmeme de izin vermiyorlardı. Lübnan'da çalışırken biriktirdiğim biraz param vardı; o para ile idare ettim bir yıl boyunca. Şimdi salonu açtım ve gece 12'ye kadar açık. Bundan daha güzel bir dünya mı olur? Bundan daha fazla özgürlük mü olur? Ben sanmıyorum. Bazen, 'Ya ben bir rüyada mıyım' diye kendime sorduğum da oluyor. Ama dönüp hayatın içine baktığımda, işime gücüme, müşterilerime döndüğümde bunun bir rüya olmadığını anlıyorum. Gerçek bu."

Aliye Süleyman ise öğrenci bir Kürt kızı. DAİŞ zulmü altında hiçbir zaman Kürt olduğunu söyleyememiş. Halep'te Arap Dili ve Edebiyatı bölümünde üçüncü sınıf öğrencisiymiş; 2015'te Minbic'teki evine gelmiş. Geldiği anda DAİŞ çeteleri, kimliğine el koymuş. O gün eve kapanmış Aliye. Minbic özgürleşene kadar, yaklaşık bir buçuk yıl boyunca da evinden çıkmamış. "Çünkü" diyor, "çıksaydım alıp götürebilirlerdi."

Peki evde zamanı nasıl geçiyordu? "Bazen avluya bile çıkmıyordum, zamanımı televizyon izleyerek geçiriyordum, programların iyi olup olmadığına bile bakmıyordum, hepsini izliyordum" diyor.

Aliye, evlerinden üç yıl boyunca hiç çıkmayan kadınların da olduğunu anlatıyor. Bir de Meha ismindeki bir kız arkadaşının kafasının kesildiğini... Bu korkudan dolayı Halep'e gidip okumaktan da vazgeçmiş.

'DÜNYA İLE BAĞIMIZI KOPARDILAR’

Aliye televizyon diyor ama DAİŞ hakimiyetinde televizyon da özgür sayılmaz. Çete, Minbic'in dünyayla bağını koparmak için elinden geleni yapmış çünkü. Televizyon tamirciliği yapan Çerkes Zoher İlyas, şöyle anlatıyor yaşananları: "İlk önce halka yumuşak davrandılar. Hiçbir şeye ses çıkarmadılar. Zamanlaysa yasaklar getirmeye başladılar. En son dünyayla ilişkimizi kesmek için çanak antenleri de yasakladılar. Telefon hatları zaten yoktu. Halkın dış dünyayla bağlantısı sadece internet üzerinden oluyordu. Sadece bir internet merkezinin açılmasına izin vermişlerdi, o da onların gözetimindeydi. Onu da bazen kapatıp bazen açıyorlardı. Kısacası dünyayla hiçbir bağımız kalmamıştı. O yüzden dışımızda ne olup bittiğini anlamıyorduk. Sadece günlerimizi geçirmeye çalışıyorduk. Ve birilerinin gelip bizi bunların zulmünden kurtarmasını bekliyorduk. Sonunda geldiler ve bizi zulümden kurtardılar."

SİGARA İÇENE MEZAR KIRMA CEZASI

Şehir merkezinden Cezire Dörtyolu'na giderken bir mezarlığa rastladık. Burası, kentin en eski ve en büyük mezarlığıymış. Mezarlığa, Arap alimlerinden biri olan Şeyh Akil'in ismi verilmiş. DAİŞ'ten önce hemen girişinde Şeyh Akil anısına yapılan küçük bir kubbe bulunuyormuş. DAİŞ'in işgali ardından yaptığı ilk şeylerden biri, Şeyh Akil'in türbesini havaya uçurmak olmuş. Şimdi burası, sadece boş bir meydan.

Şeyh Akil Mezarlığı'nda binlerce, belki on binlerce ölünün mezarı var; ancak tek bir sağlam taş yok. Bütün mezarların taşları kırılmış. Hangisi kimin mezarı, anlamak mümkün değil. Ahmet isimli gence soruyorum, verdiği cevap oldukça ilginç: "DAİŞ mezarları sevmiyordu, o yüzden sadece bunları değil bütün mezarları yıktı. DAİŞ geldiği gibi ilk yaptığı şey, sigara ve nargileyi yasaklamaktı. Ancak insanlar gizli bir şekilde yine de içiyordu. Sigara ve nargile içenleri yakaladıklarında önce birkaç saatliğine kafese koyuyorlardı; daha sonra onları toplayıp bu mezarlığa getiriyorlardı. Ceza olarak, 'Mezar taşlarını kırın' diyorlardı. Bu mezar taşlarının hepsi böyle kırıldı.